22.8.10

İsrail - Tel Aviv - Kudüs'e bir iki!!!

Yolculuk yapmak kimilerine cazip gelebilir. Çirkinlik yapıp da işimin bana sunduğu muhteşem nimete asla dudak bükmüyorum. Ama sadece bazen zor geliyor. Kalmak, dinlenmek, ait olmak, sakinleşmek istersiniz ya. Onu istiyorum bu aralar. Olmuyor ama... olmuyor... bilge yine yollara düşüyor. Yarın bu kez İsrail - Kudüs - Filistin yolları gözüktü. Siz bu satırları okurken ben büyük olasılıkla Tel Aviv - Kudüs arasında takside; ya da Kudüs sokaklarını arşınlıyor olacağım. Gitmediğinizi biliyorum; kimse güneş-kum-sırt üstü güneşlenmeyi içeren tatil yerine Ortadoğu'yu tercih etmez. En büyük olasılıkla Lübnan ya da Suriye'ye gitmişsinizdir belki. Ama bence Kudüs dünyanın en güzel kentlerinden. Bizim kapalıçarşıya benzeyen büyük bir yerleri var. Ve o kutsal bölgenin sokakları arasında gezinirken Yunan Ortodoksların, sonra Ermeni Ortodoksların, sonra Yahudi mahallelerine giriyorsunuz. Ardından Müslümanların bölgesinde geziniyorsunuz. Paylaşılamayan kutsal toprağa gidin... Gerçekten uğruna neden savaşların yapıldığını o zaman belki az da olsa anlayabiliyor insan... Bir de muhteşem Mescid-i Aksa var ya. Hani şu kubbesi altından olan. Haa bir de bir not: camiye girmeden önce kelime-i şahadet getirtiyorlar haberiniz ola...
Bilge kaçar! Yarın size Kudüs'ten yazar...

19.8.10

Günün şarkısı...


�ebnem Ferah - "Eski"
Yükleyen musicplay. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

Sümela'da 1600 yıllık horon

Sümela ve Yusuf






Sabahın 4'ünde uyandık. Trabzon ekibiyle birlikte Manastır'a tırmanmak, yer kapmak ve en iyi bilgileri almak için 5'te Maçka'daydık. Foto muhabirleri Sümela'ya çıkarken biz de Ortodoks Patrik'inin otelinin önünde beklemeye başladık. Trabzon biz İstanbullulara göre kötü olaylarla anılan bir yer oldu. Hrant Dink'i katleden Ogün Samast Trabzonlu. Geçen yıllarda da Katolik rahip Santoro yine Trabzon'da katledilmişti.
Ayin için de birçok protesto olabileceği söyleniyordu. Hatta yol kenarlarında taşlamaların, ormanda ağaçların arasından saldırının olabileceği... Biz korkuyorduk; ama ya Ortodoks cemaati.
İşte o anda otelin önünde biriyle göz göze geldik. İstanbul'dan Ortodoks cemaatinden tanıyordum. Ayinde görevliydi. Bana baktı; "Nasılsınız" dedim; sağ elini yumruk yaptı ve gözlerimin içine bakarak "Yusuf'la birlikte çıkıyoruz" dedi...
Korkuyor muydu? "Evet hem de çok. Saat 12'yi görmek istiyorum. Bu işten sağ salim çıkalım istiyorum. Başka da bir şey istemiyorum."
Onun gözlerinde o korkuyu gerçekten gördüm. Oysa ki bu topraklar yüzyıllar önce onlarındı. Sonra siyaset, haset, savaşlar sürgünleri getirdi. Hem onlar hem de biz sürgün edildik. Onlar atalarının evlerini mezarlarını yurtlarını terk ettiler. Sonra onların yerine başka yerden sürgün edilenler yerleştirildi. Ne acı, başka bir toprakta "vatan" kurmak ve kendi vatanında korkmak!
Binlerce hikayeyle dolu bu topraklar. Kimin daha önce geldiği, 500 yıl sonra kimin kalacağını kim bilebilir ki. Belki biz Müslüman Türkler olmayacak, bambaşka bir toplum gelip yerleşecek. Keşke hiç kimse gitmeseymiş de bu ayine de bu kadar anlam yüklenmeseymiş.
Sümela merdivenlerini çıkarken bir anda NTV'den arkadaş kemençeciyi çekmeye başladı. Ardından yukarı çıkan Yunanlılar da başladılar horon tepmeye. Sonra başka bir Yunanlı kemençeci geldi; o da başladı mı çalmaya... Bir anda baktım ki Sümela'da 1600 yıllık bir horon tepiliyor. Onlar Yunanca biz Türkçe söylüyoruz. Ayaklar aynı, kollar aynı... Yunanlı Yannis tek bildiği Türkçeyle dedi ki bize bakarak: Anadan babadan Giresunluyum... Ailesinin ona öğrettiği ve hayatı boyunca unutmayacağı tek Türkçe cümleyle...
Herkesin bir arada yaşadığı bir dünya o kadar da zor mu?

18.8.10

Maçka'da buluşalım Maçka'da buluş





Serin bir rüzgar esiyordu... İstanbul'u sabahın 7sinde terk etmiştim, ama o saate karşın yine de ter içindeydim. Sabahın köründe gazetenin aracı geldi ve beni havaalanına bıraktı. çantama bir iki tişört almıştım çünkü hava sıcak diyordum. oysa ki bilmiyordum ki serin karadenizin esen rüzgarlarını.
sanırım haber merkezine geçmemin en güzel yanı güzelim türkiyemin güzelim köşelerini geziyor olmam oldu. gaziantepten sonra bu kez yolum Trabzon'a düşmüştü. 88 yıl sonra Sümela Manastırı'nda yapılacak ayini izleyecektim. Bizim Trabzon'da zaten süper bir ekibimiz vardı, amaç onlara destek vermek, olanlara bir de İstanbullu gözüyle bakmaktı. bazen içinde olunca her şeyi göremezsin ya, biz de işte o "yabancı" oluyoruz bu gibi durumlarda...
Foto muhabiri arkadaşım Ferhatla havaalanından kiraladığımız araçla başladık Trabzon sokaklarını arşınlamaya. Kendilerinin ehliyeti olmadığından tüm sokakları ben arşınladım aslında. Önümdeki tabelalarda Rize, Samsun, Erzurum yazıyordu. Ne kadar uzaktaydım İstanbul'dan...
Tüm yollar tek yöndü. Bir arkadaşım "sağı solu karıştırmasınlar diye öyle yapmışlardır" dedi. Aslında olabilir de... Kızmasınlar ama Karadenizliler gerçekten çok komikler. Hele Rizeliler. Bizim Trabzon bölge şefe Ulaş öyle hikayeler anlattı ki yerlere yattık...
Ayinden bir gün önce de Sümela'nın yer aldığı Maçka'ya yola çıktık. Maçka Trabzon merkezden 20 dakika falan sürüyor. Ama ben yolları bilmediğim için biraz daha uzun sürdü. Bir de bir noktadan sonra yukarı doğru virajlı tek yön bir rampa tırmanıyorsunuz. Biz tırmandıkça hava serinledi. Püfür püfür rüzgar esmeye başladı. Açtık camları içeri doldu yeşilliklerin güzel kokusu. İliklerimize kadar üşüdük 22 dereceydi neredeyse.
Maçka yolundan dönerken Coşandere tesisleri üzerinde Akçabat köfte yedik (biraz çakmaydı ama olsun). lezzetliydi yine de. Yanımızda gürül gürül akan derenin sesine dalıp 10 dakika kestirmişim bile. o ne huzurdu öyle...
Sevdim Trabzon'u; İstanbul'un sıcak karmakarışık dünyasından sonra sade, yalın ve serin geldi. 50'sinden sonra yerleşilecek yerler listesinde ilk beşe Maçka da girdi. Gerçi Karadenizlilere göre hiçbir şey görmemişim ama olsun bu da şimdilik yetti bana... Ver elini Anadolu...!!!