9.2.09

Benjamin Button ve ölüm...


İstanbul'da hava buzzz gibi... İki gündür durmak bilmeyen bir yagmur... Yapılabilecek en iyi şey sinemadır, ya da evde ayakları uzatıp televizyon izlemek: (yüzde 99'unuz yemekteyize takılıyorsunuz biliyorum...)

haftasonu sinemaya gittim... "The Curious Case of Benjamin Button"... Uzun zamandır hiç bu kadar etkilendiğim bir film olmamıştı... Yaşlı doğup bebek ölen bir adamın-ya da insanın öyküsü... Aslında film Benjamin'in varoluş çabalarından çok bana göre tam bir aşk filmi. Dolu dolu, fedakar... uçarı, New York'ta eğlenceli bir hayatı olan Daisy'nin tüm hayatını bir adama adayabileceğine kim inanır ki... ama o bunu yapıyor. Taptiği adamı, hayatlarının sadece 40'lı evrelerinde aynı döneme denk gelen ve gerçek aşkı yaşayabildiği sevdiğini, küçüldükçe (aslında yaşlandıkça) kucağında besliyor....

Son yarım saatini ağlaya ağlaya izledim. Hele bir yerinde şöyle bir söz ediyor Daisy: Seninle tanıştığımızda 5 yaşındaydık; şimdi de sana bakmak için bu eve yerleşiyorum ve sen yine 5 yaşındasın... 

İnanılmaz bir kurgu, muhteşem bir öykü.. hayatı tersine yaşamak.. filmin başında da ters çalışan bir saat yapan adamın dediği gibi: saatler zaman tersine çalışsın ki ölen oğullarımız geri gelsinler.. belki böylece insanlar da hatalarını geri alabilirler, düşünsenize... hayatın tersine aktığını bir noktadan sonra... neyi değiştirirdiniz? 

Filmde ölüme ne çok vurgu var değil mi? yaşlılar evinde ölenler, filmin başında ölenler, savaşta ölenler. ölümü beklenen ama inadına yaşayan benjamin. Brad Pitt de filmden sonra bir söyleşisinde filmin kendisine ölümü hatırlattığını söylemiş. 

Ben derim ki gidin izleyin... gerçek fedakar aşk bu mudur? 

Hiç yorum yok: