“Aman oraya gitme, insan hiç Bağdat’a gider mi, deli misin sen kız başına, kafana bomba düşsün de gör” gibi tüm cümleleri kulak ardı ederek perşembe sabaha karşı kalkan uçakla Irak’ın başkenti Bağdat’a geldim. Ve geldiğim her dakikaya şükrediyorum ki iyi ki de gelmişim.
Neresinden başlasam da anlatsam. 2003’ten beri Amerika’nın işgali altında Irak. Ancak artık sokaklardaki devriyeyi tamamen Irak polisine devretmiş ABD ordusu. Bu yüzden ortalıklarda hiç dolaşmıyorlar. Kendilerini sadece bi havaalanında sürü halinde bir de basın toplantılarında kulaklarında cihazlarıyla ajan/güvenlik/istihbaratçı modellerinde görebilirsiniz. Ya da ağzında sakız kimin varsa bilin ki o Amerikalıdır.
Boşverelim Amerikalıları. Gelelim Bağdat’a... içinden ne güzel bir Dicle akar ki görmelisiniz. Eskiden kıyıdan kıyıya tekne gezintileri, sağında solunda kafeler varmış. Arka arkaya patlayan bombalar, silahlı çatışmalar, mezhep kavgaları mahvetmiş Bağdat’ı. Artık Dicle’ye sadece üzerinden geçen onlarca köprüden yürürken bakabiliyorsunuz.
Bağdat çok eski bir kent. Bir kere her yer sapsarı. Hem binalar sarı hem de çölden gelen kumlar rüzgarla birleşince her şeyi tek bir renk yapıyor. Bir de tepenizden hiç eksik olmayan güneş tabii ki.
Birçok yapı Saddam zamanında yapılmış. İşlemeli oymalı, kakmalı binalar, muhteşem camiler. Büyük büyük meydanlar. Savaş başlayıp da Saddam da gidince herkes kendi arasında paylaşmış. Tabii bir masa etrafında oturarak değil, savaşarak. Dicle’ye bakan güzelim muhteşem binaların 1000 metrekare olduğunu söylüyor Amer (bu arada bunu yazarken otel odasının tepesinden sürekli helikopterler devriye geziyor). Kendisine de Saddamın oglu Uday bir ev hediye etmiş. Ama savaştan sonra hepsini alıp kendi aralarında yöneticiler paylaşmışlar. Saddam’ın partisi Baas üyeleri de artık Ürdün, Suudi Arabistan veya Suriye’de yaşıyorlarmış.
Bağdat’ta mahalleler tamamen ayrılmış, Şii ve Sünni diye. Zaten hangi mahalledeyim diye merak etmenize hiç gerek yok; Hz. Ali resmi size Şii bölgesinde olduğunuz hemen hatırlatıveriyor. Sünni mahallelerine ise genelde “Kaide” deniyor; El Kaide’yi anımsatarak.
Ben nasıl mıyım? Yanımızda kapı gibi bir mihmandar var desem yanlış olmaz. Amer’a her kapı açılıyor. Camları kurşun geçirmez bir araçla gece gündüz Bağdat sokaklarındayız. Ve şunu söyleyeyim ki sokaklardaki tek yabancı ben ve foto muhabiri Kutup abiydi. Geri kalan herkes Iraklı. Zaten ajanslar da tuttukları Iraklı gazetecileri haber yapmak için sokaklara salıyor. Kendileri otel odalarında oturuyorlar. Tüm işi yapan, kelle koltukta yaşayan Iraklılar, kaymağını ise Fransız Amerikalı gazeteciler yiyor.
Neyse biz yine de temkini elden bırakmadan gezdik bol bol sokaklarda. En işlek caddesi buranın Kerrada. Aynı zamanda en zengin bölgesi. Bizim rehberin arkadaşı evini tam 300 bin dolara almış. 400 metrekareymiş. Dedim içimden acaba Irak’a gelip de çalışsam mı diye.
Tabii yoksul yerleri de yok değil. Özellikle Reşit denilen bölge içler acısı halde.
Ben buraya niye mi geldim? Pazar günü parlamento seçimleri var ve 19 milyon Iraklı sandık başına gidip hem başbakan hem de meclisi seçecek. O yeni meclis de Talabani’nin yerine yeni cumhurbaşkanını atayacak. Aslında bu seçimler Türkiye için de çok önemli. Çünkü gelen başbakan ABD ve diğer işgal gücü askerlerinin de çekilmesini yöneten isim olacak. Bu askerlerin Türkiye üzerinden çekilmesi görüşülürken yeni isim bizim için de büyük önem taşıyor. Ayrıca Kürt partilerin yüzde kaç oy alacağı da önemli. Ama bu kadar önemli bir seçimi sadece Türk gazeteci olarak benim izlemem de benim için çok önemli. Tabii ki ajanslar var ama gazete tek biziz.
Bana korkuyor musun diye sorarsanız yanıtım evet olur. Hayatımda hiçbir ülkede buradaki kadar tedirgin ve gergin olmadım. Ne bileyim her an her dakika bir patlama olabilir. Bir de siz unutsanız da güvenlik noktalarında askerler size hatırlatıyor zaten ortamın ne kadar gergin olduğunu. Sonuçta bizim kaldığımız otel daha iki ay öncesinde büyük bir patlama yaşamış. Hem de lobinin tam ortasında. 16 kişi ölmüş. Böyle olunca insanın lobide oturası bile gelmiyor. Ama en çok geceleri korkuyorum. Pasaportumu ve cüzdamını yastığın altına koyup kapımı da kitliyorum. Belki abartıyorum ve buraya gelmeden önce bana söylenenler yüzünden korkuyorum. Bilmiyorum ki. Ama sonuçta burada birçok yabancı gazeteci kaçırıldı ve ben onlardan biri olmak istemiyorum.
Neyse dönelim Bağdat’a... Şunu söyleyeyim ki burada Saddam Hüseyin sanki hiç yaşamamış gibi. Evet bir diktatördü ve eli de çok kanlıydı. Ama yine de insan en az 35 yıl ülkeyi tek başına yönetmiş bir adamdan bir iz kalsın istiyor. Aradan sadece 7 yıl geçti ve Saddam’ın bırakın bir eserini, resmini görmek adı bile anılmıyor. Koca bir tarih bu kadar mı çabuk kaybolur ki? Hatta bir Şii mahallesinden geçerken yüksek sesle Saddam’la ilgili bir şey söylediğimde Amer beni susturup “O adamın adını burda anma. Valla bağırabilirler sana” diyerek beni uyardı.
Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Seçimler belki kukla hükümetlerle gidiyor, ABD ve dünyanın işine gelenler o koltuğa oturuyor. Ancak bu sadece Irak’ta öyle değil ki; tüm az gelişmiş ülkelerde aynı. Yine de bu halk sandık başına gitmekten pek mutlu ve umutlu. Saddam’ın o ölüm tarzını hak etmediğini söyleyen bir sürü Bağdatlıyla tanıştım. Keşke hapiste veya sürgünde olsaydı da asılmasaydı diyorlar. Ve ABD güdümünde bir ülke haline gelmenin üzüntüsü ve korkusu hepsinde var. Bakalım yarın ne olacak? Şimdilik bilgeden bu kadar.
Neresinden başlasam da anlatsam. 2003’ten beri Amerika’nın işgali altında Irak. Ancak artık sokaklardaki devriyeyi tamamen Irak polisine devretmiş ABD ordusu. Bu yüzden ortalıklarda hiç dolaşmıyorlar. Kendilerini sadece bi havaalanında sürü halinde bir de basın toplantılarında kulaklarında cihazlarıyla ajan/güvenlik/istihbaratçı modellerinde görebilirsiniz. Ya da ağzında sakız kimin varsa bilin ki o Amerikalıdır.
Boşverelim Amerikalıları. Gelelim Bağdat’a... içinden ne güzel bir Dicle akar ki görmelisiniz. Eskiden kıyıdan kıyıya tekne gezintileri, sağında solunda kafeler varmış. Arka arkaya patlayan bombalar, silahlı çatışmalar, mezhep kavgaları mahvetmiş Bağdat’ı. Artık Dicle’ye sadece üzerinden geçen onlarca köprüden yürürken bakabiliyorsunuz.
Bağdat çok eski bir kent. Bir kere her yer sapsarı. Hem binalar sarı hem de çölden gelen kumlar rüzgarla birleşince her şeyi tek bir renk yapıyor. Bir de tepenizden hiç eksik olmayan güneş tabii ki.
Birçok yapı Saddam zamanında yapılmış. İşlemeli oymalı, kakmalı binalar, muhteşem camiler. Büyük büyük meydanlar. Savaş başlayıp da Saddam da gidince herkes kendi arasında paylaşmış. Tabii bir masa etrafında oturarak değil, savaşarak. Dicle’ye bakan güzelim muhteşem binaların 1000 metrekare olduğunu söylüyor Amer (bu arada bunu yazarken otel odasının tepesinden sürekli helikopterler devriye geziyor). Kendisine de Saddamın oglu Uday bir ev hediye etmiş. Ama savaştan sonra hepsini alıp kendi aralarında yöneticiler paylaşmışlar. Saddam’ın partisi Baas üyeleri de artık Ürdün, Suudi Arabistan veya Suriye’de yaşıyorlarmış.
Bağdat’ta mahalleler tamamen ayrılmış, Şii ve Sünni diye. Zaten hangi mahalledeyim diye merak etmenize hiç gerek yok; Hz. Ali resmi size Şii bölgesinde olduğunuz hemen hatırlatıveriyor. Sünni mahallelerine ise genelde “Kaide” deniyor; El Kaide’yi anımsatarak.
Ben nasıl mıyım? Yanımızda kapı gibi bir mihmandar var desem yanlış olmaz. Amer’a her kapı açılıyor. Camları kurşun geçirmez bir araçla gece gündüz Bağdat sokaklarındayız. Ve şunu söyleyeyim ki sokaklardaki tek yabancı ben ve foto muhabiri Kutup abiydi. Geri kalan herkes Iraklı. Zaten ajanslar da tuttukları Iraklı gazetecileri haber yapmak için sokaklara salıyor. Kendileri otel odalarında oturuyorlar. Tüm işi yapan, kelle koltukta yaşayan Iraklılar, kaymağını ise Fransız Amerikalı gazeteciler yiyor.
Neyse biz yine de temkini elden bırakmadan gezdik bol bol sokaklarda. En işlek caddesi buranın Kerrada. Aynı zamanda en zengin bölgesi. Bizim rehberin arkadaşı evini tam 300 bin dolara almış. 400 metrekareymiş. Dedim içimden acaba Irak’a gelip de çalışsam mı diye.
Tabii yoksul yerleri de yok değil. Özellikle Reşit denilen bölge içler acısı halde.
Ben buraya niye mi geldim? Pazar günü parlamento seçimleri var ve 19 milyon Iraklı sandık başına gidip hem başbakan hem de meclisi seçecek. O yeni meclis de Talabani’nin yerine yeni cumhurbaşkanını atayacak. Aslında bu seçimler Türkiye için de çok önemli. Çünkü gelen başbakan ABD ve diğer işgal gücü askerlerinin de çekilmesini yöneten isim olacak. Bu askerlerin Türkiye üzerinden çekilmesi görüşülürken yeni isim bizim için de büyük önem taşıyor. Ayrıca Kürt partilerin yüzde kaç oy alacağı da önemli. Ama bu kadar önemli bir seçimi sadece Türk gazeteci olarak benim izlemem de benim için çok önemli. Tabii ki ajanslar var ama gazete tek biziz.
Bana korkuyor musun diye sorarsanız yanıtım evet olur. Hayatımda hiçbir ülkede buradaki kadar tedirgin ve gergin olmadım. Ne bileyim her an her dakika bir patlama olabilir. Bir de siz unutsanız da güvenlik noktalarında askerler size hatırlatıyor zaten ortamın ne kadar gergin olduğunu. Sonuçta bizim kaldığımız otel daha iki ay öncesinde büyük bir patlama yaşamış. Hem de lobinin tam ortasında. 16 kişi ölmüş. Böyle olunca insanın lobide oturası bile gelmiyor. Ama en çok geceleri korkuyorum. Pasaportumu ve cüzdamını yastığın altına koyup kapımı da kitliyorum. Belki abartıyorum ve buraya gelmeden önce bana söylenenler yüzünden korkuyorum. Bilmiyorum ki. Ama sonuçta burada birçok yabancı gazeteci kaçırıldı ve ben onlardan biri olmak istemiyorum.
Neyse dönelim Bağdat’a... Şunu söyleyeyim ki burada Saddam Hüseyin sanki hiç yaşamamış gibi. Evet bir diktatördü ve eli de çok kanlıydı. Ama yine de insan en az 35 yıl ülkeyi tek başına yönetmiş bir adamdan bir iz kalsın istiyor. Aradan sadece 7 yıl geçti ve Saddam’ın bırakın bir eserini, resmini görmek adı bile anılmıyor. Koca bir tarih bu kadar mı çabuk kaybolur ki? Hatta bir Şii mahallesinden geçerken yüksek sesle Saddam’la ilgili bir şey söylediğimde Amer beni susturup “O adamın adını burda anma. Valla bağırabilirler sana” diyerek beni uyardı.
Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Seçimler belki kukla hükümetlerle gidiyor, ABD ve dünyanın işine gelenler o koltuğa oturuyor. Ancak bu sadece Irak’ta öyle değil ki; tüm az gelişmiş ülkelerde aynı. Yine de bu halk sandık başına gitmekten pek mutlu ve umutlu. Saddam’ın o ölüm tarzını hak etmediğini söyleyen bir sürü Bağdatlıyla tanıştım. Keşke hapiste veya sürgünde olsaydı da asılmasaydı diyorlar. Ve ABD güdümünde bir ülke haline gelmenin üzüntüsü ve korkusu hepsinde var. Bakalım yarın ne olacak? Şimdilik bilgeden bu kadar.
(foto: Basbakan adaylarindan Iyad Allavi'nin basin toplantisi sonrasi tanklarin yaninda fotograf cektirdim. Türk oldugumu herkes acayip sicak davraniyor)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder