Her gün bir şey daha biter
Giderek acı vermez biten şeyler
Kayıtsız bir razı oluş başlar
Sıradan izler bırakır en tutkulu aşklar...
30.10.09
29.10.09
Cumhuriyet Bayramı ve Erbakan
Herkesin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun... Ben dolmabahçedeyim akşam. 7'de başlıyo ya havai fişek gösterisini izlicem. Size de tavsiye ederim...
bir de bugün Erbakan'ın doğum günü aynı zamanda. kutlar herhalde ikisini birden... :)) insan hayatında bi doğum bi de ölüm gününü değiştiremiyor değil mi!!!
sevgilerrrrrrrrrrr
bir de bugün Erbakan'ın doğum günü aynı zamanda. kutlar herhalde ikisini birden... :)) insan hayatında bi doğum bi de ölüm gününü değiştiremiyor değil mi!!!
sevgilerrrrrrrrrrr
27.10.09
Biraz nostalji... Küçük İskender ve Sertab...
Yara
Kör noktalar vardır her aşkta İnsan doğar ölmez o suçla Orada o küçük çoçukla kalan Ağlar hayatın sonsuzluğuna Kim tutar ki elini bir daha İçini kanatan bir rüya olur bu yara Bir masalın sonunda ölüme Aşkını anlatan bir kadın olur bu defa Hiç konuşmaz bazen gül susar Yaprak titrer acıyla düş yanar Orada o güzel uykuda hüzün Büyür büyünün sonsuzluğuna |
Küçük İskender |
Bharat ve Hindistan
Ülkelerin kendi dillerinde söylenme şekilleri hep ilgimi çekti. Mesela Fin dilinde Finlandiya demek istiyorsanız, "Suomi" demeniz gerekiyor. Az önce Hindistan'la ilgili bir yazı okurken de bu ülkenin kendi dilinde "Bharat" şeklinde söylendiğini okudum. Bharat, Sanskritçe'de "baharat" demekmiş... Biraz araştırınca gördüm ki, Araplar ve Ortadoğulular uzak topraklara gittiklerinde hep baharat alıyorlarmış. Oralarda yedikleri lezzetli yemekleri hatırlatması için de o gıdalara ülkenin adını, yani "baharat" koymuşlar. Yani diyeceğim şu ki bizim baharat kelimesinin kökeni aslında Hindistan'dan geliyormuş. Böyle biline..
Günün sözünü buraya yazacağım... Dayanamıyorum çünkü artık!!!
Söylendikçe durum berbatlaşıyor. O yüzden bilge di-yor-ki:
"Şikayet etme, şükür et de daha kötüsü olmasın"!!!
"Şikayet etme, şükür et de daha kötüsü olmasın"!!!
Bir film izleyin: The Piano..
Güzel bir film izlemek isteyenlere tavsiye ediyorum. Şiddetle...
Hafta sonu geçti belki ama gidin bulun alın ve soğuk bir pazar gününde eve kapanıp kendinizden geçin der bilge.
"The Piano", 6 yıl öncenin filmi... Ama bence gelmiş geçmiş en güzel aşk filmlerinden biri... Tavsiye ediyorum. Aşkla!!!
(Hamiş: film hakkında bilgi için buyrun: http://en.wikipedia.org/wiki/The_Piano )
Son trend: Yaban... Güzel replik: Motorları garaja park edin
Bu aralar bizim işyerinde herkes bir "yabandır" gidiyor... videolarını izleyip gülüyoruz. onun taklidini falan yapıyorlar. geçenlerde ben de evde izledim. şöyle bir replik gördüm. koptum!
bu normancı yaban, sevgilisi pınarla kavga etmiştir. ofisinde otururken içeri pınar ve ofis boy girer. yaban karşısında pınarı görünce çıldırır...
- bu kadını niye içeri aldın leyn?
- abi sen dedin ya kim gelirse içeri al diye..
- ben sana insanları al dedim; motorları garaja park et...
Nasıl replik ama. kim yazmışsa ellerine sağlık:)) size bir kuple de video gönderiyorum. izleyin gülün.
bu normancı yaban, sevgilisi pınarla kavga etmiştir. ofisinde otururken içeri pınar ve ofis boy girer. yaban karşısında pınarı görünce çıldırır...
- bu kadını niye içeri aldın leyn?
- abi sen dedin ya kim gelirse içeri al diye..
- ben sana insanları al dedim; motorları garaja park et...
Nasıl replik ama. kim yazmışsa ellerine sağlık:)) size bir kuple de video gönderiyorum. izleyin gülün.
26.10.09
Buyrun sergiye sergilemeye
Bizim ailenin anne tarafı sanatçı ruhludur. Dayım, annem muhteşem tablolar yapar. hatta ben küçükken annemin bir tablosu mutfağı süslerdi. Ama nedense ortadan yok oldu resim... Dayım hala yapıyor. Bütün sülalenin evlerinin birkaç duvarında mutlaka bir tablosu vardır. O "at" delisi.. koşarken, şaha kalkarken, yani atın tüm evrelerini resmetmeye adamış kendini...
En genç üye de ablam oldu. iki yılı aşkındır resim dersi alıyor. ne de güzel yapıyor. ben sadece hafif kritik yaparak bir de resim kitapları alarak destek verebiliyorum. ben derdimi yazarak anlatabilirim; o çizerek... bir de annem ağır eleştirmeni. hiçbir şeyi beğenmez... ee profesyonel tabii.
Ama ablam annemi bir adım da olsa geçti ve geçen hafta ilk kez bir tablosu sergiye kabul edildi. biz de gittik tabii açılışa. elimizde bir kadeh şarap (serginin olmazsa olmazı), öyle tabloların önünden aka aka geçtik. serginin konusu "kadındı". yaklaşık 20 tablo vardı. yemin ederim ablam diye demiyorum, iki tablo beğendim. biri ablamın biri de bir başkasınındı. yaa güzel bir duyguymuş insanın bir yakınının ürettiklerini izlemek .benim haberlerimi okuyunca mutlu oluyoruz derlerdi ya ben de onu hissettim. sergiyi görmek isteyenler için adres: Ressamlar Derneği. Tünel. daha açamıyorum adresi ben de sora sora buldum valla:)) inerken solda kalıyo onu söyleyebilirim.. Ders almak isteyen de olursa ablamın süper bi hocası var... tavsiye edebilirim... atölyenin internet adresi:
http://www.cekirdeksanat.com/tr/kurs/
canım ablacığım... nice sergilere diliyor ve yukarıda ablamın tablosuyla sizi başbaşa bırakıyorum!
20.10.09
İlginç bir rastlantı!!! Nefes ve PKK
Teknolojiyle yok olan lisanlar, yaşamlar...
Bu aralar kaybolan veya kaybolmaya yüz tutmuş, ezilen uygarlıklar ilgimi çekiyor... Yani bu dünyada sadece biz yoktuk ki. Mayalar, Aztekler, firavunlar... ve asla da sadece biz olmayacağız... Milyonlarca yıldır ne uygarlıklar, ne kültürler, ne dünyalar gelmiş geçmiş. ne sevdalar, ne acılar, ne hüzünler, ne mutluluklar yaşanmıştır. bir düşünsenize, ne lisanlar konuşulmuş, ne düğünler yapılmış, ne müzikler dinlenmiş. sonra teker teker birçoğu yok olup gitmiş. bana en çok bir lisanın kaybolması koyuyor. yani üzülüyorum. binlerce yıl konuşmuşlar sonra öle öle kimse kalmamış konuşan. acı...
tam ben böyle düşünürken guardian gazetesinde çok güzel bir slayt gösterisi gördüm. "Survival: We are One" diyerek. Dünyada tükenmekle yüzyüze olan ve insan eliyle yok edilmeye çalışılan medeniyetleri sıralamışlar. Bakmanızı şiddetle tavsiye ederim. Ben yine de size birkaçını göstermek istiyorum...
örneğin, Nepal'de yaşayan ve sayıları giderek azalan Chettri'ler...
- Avustralya'da yaşayan ve binlerce yıldır kökleri kazınmaya çalışılar Aborijinler... dünyanın en yüksek intihar ve çocuk ölüm oranlarına sahipler "Beyaz" abilerinin eseridir!
- Rusya'nın orta kuzeyinde yaşayan Dolganlar. Türki dillerine konuşuyorlar ve nüfusları sadece 7 bin kalmış.
- Andaman Denizi'nde yaşayan çingene "Akabang" halkı. Bağlı oldukları Tayland'da halkla "kaynaşmaları" isteniyor, ama onlar direniyorlar.
- Hindistan'daki Kondh kabilesi. dini törenlerinde insan kurban etmekle tanınıyorlar. Bir maden yatağının üzerinde olan yaşam alanları ve toprakları, bir şirket tarafından ele geçirilmek üzere.
- Endonezya'da yaşayan Kombai'ler... Hükümetin göz diktiği ormanlarını kaybetmelerine çok az kaldı. Bir de evlenmeleri için, beğendikleri kadının ailesine, köpek dişinden yapılmış bir kolye hediye etmek zorundalarmış.
- Yine Endonezya'da 9 bin yıl boyunca insanlardan uzak yaşamayı başarmış Mek kabilesi.Hükümet 1963'ten itibaren bölgelerini işgal etmeye başladı.
(Hamiş: guardian gazetesinin linkine göz gezdirmek isterseniz buyrun: http://www.guardian.co.uk/travel/gallery/2009/oct/14/ethical-holidays?picture=354256826)
tam ben böyle düşünürken guardian gazetesinde çok güzel bir slayt gösterisi gördüm. "Survival: We are One" diyerek. Dünyada tükenmekle yüzyüze olan ve insan eliyle yok edilmeye çalışılan medeniyetleri sıralamışlar. Bakmanızı şiddetle tavsiye ederim. Ben yine de size birkaçını göstermek istiyorum...
örneğin, Nepal'de yaşayan ve sayıları giderek azalan Chettri'ler...
- Avustralya'da yaşayan ve binlerce yıldır kökleri kazınmaya çalışılar Aborijinler... dünyanın en yüksek intihar ve çocuk ölüm oranlarına sahipler "Beyaz" abilerinin eseridir!
- Rusya'nın orta kuzeyinde yaşayan Dolganlar. Türki dillerine konuşuyorlar ve nüfusları sadece 7 bin kalmış.
- Andaman Denizi'nde yaşayan çingene "Akabang" halkı. Bağlı oldukları Tayland'da halkla "kaynaşmaları" isteniyor, ama onlar direniyorlar.
- Hindistan'daki Kondh kabilesi. dini törenlerinde insan kurban etmekle tanınıyorlar. Bir maden yatağının üzerinde olan yaşam alanları ve toprakları, bir şirket tarafından ele geçirilmek üzere.
- Endonezya'da yaşayan Kombai'ler... Hükümetin göz diktiği ormanlarını kaybetmelerine çok az kaldı. Bir de evlenmeleri için, beğendikleri kadının ailesine, köpek dişinden yapılmış bir kolye hediye etmek zorundalarmış.
- Yine Endonezya'da 9 bin yıl boyunca insanlardan uzak yaşamayı başarmış Mek kabilesi.Hükümet 1963'ten itibaren bölgelerini işgal etmeye başladı.
(Hamiş: guardian gazetesinin linkine göz gezdirmek isterseniz buyrun: http://www.guardian.co.uk/travel/gallery/2009/oct/14/ethical-holidays?picture=354256826)
19.10.09
Bir yastık oyasında, Bir mum ışığında, Bir yer yatağında, Aşk hiç biter mi?
Elimden sanki minik bir balık kayıp gitti
Aşk bitti
İçimden sanki bir şeyler kopup gitti
Aşk hiç biter mi
Hiç bir şey olmamış gibi
Boşlukta kaybolup gider mi
Aşk hiç biter mi
Kalır adımızla
Bir sokak duvarında
Bir ağaç kabuğunda
Bir takvim kenarında
Kalır bir çiçekte
Bir defter arasında
Bir tırnak yarasında
Bir dolmuş sırasında
Kalır bir odada
Bir yastık oyasında
Bir mum ışığında
Bir yer yatağında
Aşk hiç biter mi
Kalır dilimizde
Yinelenen bir şarkıda
Bir okul çıkışında
Bir çocuk bakışında
Kalır bir kitapta
Bir masal perisinde
Bir hasta odasında
Bir gece yarısında
Kalır bir durakta
Yırtık bir afişte
Buruk bir gülüşte
Dağılmış yürüyüşte
Aşk hiç biter mi
Kalır bir sokakta
Bir genel telefonda
Bir soru yanıtında
Bir komşu suratında
Kalır bir pazarda
Bir kahve kokusunda
Bir tavşan niyetinde
Bir çorap fiyatında
Kalır bir yosunda
Bir deniz kıyısında
Bir martı kanadında
Bir vapur bacasında
Aşk hiç biter mi
15.10.09
Ruslar, kurşun kalem ve güzel bir gün için bilgeden kıssadan bir hisse...
Bugün çok sevdigim bir insanla oturduk... sohbet derin. neden-sonuç ilişkileri üzerine. nedenini bulamadığım, değiştirmeye çalıştığım onlarca konudan biri vardı masada...
konuştum konuştum, anlattım anlattım. "neden böyle" deyip durdum...
durdu; elindeki çaydan bir yudum aldı ve başladı...
"Kurşun kalem hikayesini bilir misin?"
"Hayır bilmiyorum.."
"Dinle öyleyse... şimdi mekanımız uzay... gidenlerse tabii ki türkler değil amerikalılar. amerikalı astronotlar marsta. yolculuğa milyonlarca dolar harcanmış... günlerce çalışıyorlar çalışıyorlar. bulmuşlar suyu, nehri, oksijeni. işleri bitecek dünyaya dönecekler. soğuk bir mars akşamı. böyle dışarda sert rüzgarlar esiyor (uzayda eser mi rüzgar?:))
neyse içlerinden biri, (muhtemelen neil'dır) diğerine döner ve der ki 'abicim şurdan tükenmez kalemi uzatır mısın? suyu nerede bulduğumuzu not etmem gerekiyor'... 'tamam abicim al bakalım.' 'aaa canım kardeşim bu yazmıyor...' neden şu ki uzayda yer çekimi yok. ee tükenmez kalem de akmıyor tabii ki. amerikalılar zeki ama yetmiyor; yetmiyor; yetmiyor.
durum NASA'ya iletiliyor ve başlıyor "akabilecek" bir kalem icat etme çalışmaları... 10 yılda 10 milyon dolar harcanıyor ve bulunuyor sonunda. uzaya yeniden çıkılıyor. sadece kalemi denemek için. ve zafer! evet kalem çalışıyor, Houston havada sevinçten. astronotlar öyle yer çekimi yokken birbirlerine sarılıyorlar. öpüşüyorlar falan..
Tabii o yıllarda Sovyetler-ABD çekişmesi inanılmaz. Savaşlar uzayda dönüyor. Kalemi icat edenler, kullananlar hepsi gazetelerde.. çarşaf çarşaf röportajlar, 32 dişi görünen dişler...
Aylar geçiyor sıra Sovyetlerin uzaya gitmesine geliyor. Rus astronotlar uzaya gidiyor. Görevlerini tamamlayıp dönüyorlar. Onlar da gazetelerde. ama öyle büyük röportajlar, süslü resimler yok. Sadece birkaç astronot, ellerinde bir kağıt.. Diğer ellerinde de kurşun kalem!!!"...
Bu sefer durma sırası bana geldi. Gülümsedim derin derin...
"Bu mudur yani? Kurşun kalem mi olay?"
"Evet kurşun kalem... Yani sana diyeceğim şu ki soruna odaklanmaktansa çözüme odaklan. Her şeyin aslında bir kurşun kalem kadar basit bir çözümü var. Yeter ki nereye odaklanacağını bil yeter..."
konuştum konuştum, anlattım anlattım. "neden böyle" deyip durdum...
durdu; elindeki çaydan bir yudum aldı ve başladı...
"Kurşun kalem hikayesini bilir misin?"
"Hayır bilmiyorum.."
"Dinle öyleyse... şimdi mekanımız uzay... gidenlerse tabii ki türkler değil amerikalılar. amerikalı astronotlar marsta. yolculuğa milyonlarca dolar harcanmış... günlerce çalışıyorlar çalışıyorlar. bulmuşlar suyu, nehri, oksijeni. işleri bitecek dünyaya dönecekler. soğuk bir mars akşamı. böyle dışarda sert rüzgarlar esiyor (uzayda eser mi rüzgar?:))
neyse içlerinden biri, (muhtemelen neil'dır) diğerine döner ve der ki 'abicim şurdan tükenmez kalemi uzatır mısın? suyu nerede bulduğumuzu not etmem gerekiyor'... 'tamam abicim al bakalım.' 'aaa canım kardeşim bu yazmıyor...' neden şu ki uzayda yer çekimi yok. ee tükenmez kalem de akmıyor tabii ki. amerikalılar zeki ama yetmiyor; yetmiyor; yetmiyor.
durum NASA'ya iletiliyor ve başlıyor "akabilecek" bir kalem icat etme çalışmaları... 10 yılda 10 milyon dolar harcanıyor ve bulunuyor sonunda. uzaya yeniden çıkılıyor. sadece kalemi denemek için. ve zafer! evet kalem çalışıyor, Houston havada sevinçten. astronotlar öyle yer çekimi yokken birbirlerine sarılıyorlar. öpüşüyorlar falan..
Tabii o yıllarda Sovyetler-ABD çekişmesi inanılmaz. Savaşlar uzayda dönüyor. Kalemi icat edenler, kullananlar hepsi gazetelerde.. çarşaf çarşaf röportajlar, 32 dişi görünen dişler...
Aylar geçiyor sıra Sovyetlerin uzaya gitmesine geliyor. Rus astronotlar uzaya gidiyor. Görevlerini tamamlayıp dönüyorlar. Onlar da gazetelerde. ama öyle büyük röportajlar, süslü resimler yok. Sadece birkaç astronot, ellerinde bir kağıt.. Diğer ellerinde de kurşun kalem!!!"...
Bu sefer durma sırası bana geldi. Gülümsedim derin derin...
"Bu mudur yani? Kurşun kalem mi olay?"
"Evet kurşun kalem... Yani sana diyeceğim şu ki soruna odaklanmaktansa çözüme odaklan. Her şeyin aslında bir kurşun kalem kadar basit bir çözümü var. Yeter ki nereye odaklanacağını bil yeter..."
12.10.09
Nobel'i belki Obama aldı... Ama onu gerçekten hak edenler başkaları. İşte bu yıl ki Nobel Barış Ödülü'nün diğer adayları...
ö Nedense taktım bu Obama'nın Nobel almasına... tamam zaten kötü bir ödül, hatta bir dönem televizyonların en iyi programcısı Banu Avar'ın notayla yerinden edilmesine bile neden olan bir ödül... ama yine de geçmişte nitelikli başarılara da verilmemiş değil. örneğin, yaser arafat ile yitzak rabin ödülü almış, bir yıl sonra da bunun bedelini canıyla ödemişti...
"Eeee o zaman henüz hiçbir adım atmamış olan Obama neden evine götürsün ki madalyayı... yani başka kimse yok muydu onun kadar hak eden?" diye sordum kendime ve bu yıl ödüle diğer aday olanların kimler olduğuna bakındım. nasıl iyi isimler var biliyor musunuz? insan gerçekten dünyada gerçekten yaşamlarını, emeklerini, vakitlerini başkalarının hayatlarına adayanlar olduğunu görünce "neden yaşıyorum ki" diye sormadan edemiyor kendine.
Size arayıp da bulduklarımı yazmak istiyorum...
1- Sima Samar... 52 yaşında. Afgan. Ülkesinde tıp okumayı hak eden ilk kadın olmuş. Tüm hayatını çocuklar, yardıma muhtaç insanlara adamış. İlk hastanesini 1987 yılında açmış. O günden bugüne de 10 klinik, 4 hastane ve 17 bin kişiye hizmet veren okulun kurdelesini kesmiş. Bugüne kadar onlarca ödül almış. Tüm bunlar onu din adına katliamlar yapan ve insanların cehaleti üzerine büyüyen Taliban'ın hedefi haline getirmiş. Ölüm tehditleri altında yaşıyor. Onun için Afganistan'ın "Salman Rüşdi'si" deniyor. Yine de BBC'ye verdiği bir söyleşide şöyle demiş: "Ben hep tehlikedeydim. Umurumda değil..."
2- Piedad Cordoba... 54 yaşında. Kolombiyalı. Avukat. Ülkesindeki takma adı "Barışın kadını"... Yıllarca Farc ile hükümet arasındaki çatışmaları durdurmak için arabuluculuk yaptı. 16 rehinenin serbest bırakılmasını sağladı. Bir rehine onun için "beni özgürülüğe uçuran tek melek" dedi. 1999'da kendisi de kaçırıldı ama kısa bir süre sonra özgürlüğüne kavuştu. Hükümet ve gerilla örgütü arasındaki çatışmaların barış ve diyalog yoluyla halledilebileceğine inanıyor. Sözlerini birilerinin duyması gerekiyor: "Bu savaşı kelimelerle bitirmeliyiz. Eğer benim bir tarafa yakın olduğumu düşünen varsa, varsın düşünsün."
3- Denis Mukwege... 53 yaşında. Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nden. Doktor. Hamilelikleri kötü gidince bir eşeğin arkasında kanlar içinde kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalan kadınları görünce jinekolog olmaya karar vermiş. Hayatını ise, her yıl 27 bin kadının tecavüze uğradığı, yüzde 70'inin de saldırıya uğradığı ülkesindeki kadınları rehabilite etmeye adamış. Kendi deyimiyle onları "ölümden kurtarıyor": "Kimi zaman günde 10 kadın geliyor. Kimileri defalarca tecavüze uğramış; çocuklarının, kocalarının, akrabalarının önünde. Ardından da işkenceler geliyor. Bu da soykırımın bir diğer şekli..." Bugüne kadar 21 bin kadını tedavi etmiş. Geçen yıl Olof Palme Ödülü'ne aldı. Ayrıca "Yılın Afrikalısı" oldu ve Birleşmiş Milletler insan hakları ödülünü de kucakladı.
4- Greg Mortenson... 51 yaşında. ABD'li. Dağcı. Tüm hayatı 1992 yılında kızkardeşinin epilepsi nedeniyle ölümüyle değişir. Onu anmak için Pakistan'ın kuzeyindeki Karakurum dağlarına tırmanmaya karar verir. Dağda aksilik olur ve dağcı yaralanır. 75 saat onu kurtarmak için çabalarlar. Dağın zirvesine ulaşamaz Mortenson, aşağı inerken yolunu şaşırır ve yanlışlıkla kamp yerine Korphe denilen küçük bir köye ulaşır. Ağır yaralı ve çok yorgundur. Köylüler onu tedavi ederek hayata döndürür. Mortenson, iyileştiğinde köye bir okul yapma sözü vererek ülkesine ayrılır. Ardından topladığı paralarla "Central Asia Institute"u kurar. Geri Pakistan'a döndüğünde, ajan denilerek önce Taliban, ardından afyan satıcıları tarafından kaçırılır, iki ateş arasında kalır. Müslümanlara yardım ediyor diye Amerikalılar hain ilan eder. Ama o vazgeçmez. Oradaki çocuklar okuyacaktır. "Bomba atabilirsiniz, prezervatif dağıtabilirsiniz, yollar kurup elektrik getirebilirsiniz. Ancak kızları eğitmediğiniz sürece bir toplum asla değişemez"... Enstitüsü bugün 131 ayrı bölgede 54 bin öğrenciye eğitim veriyor. Hikayesini yazdığı kitabı "best-seller" oldu. Aldığı ödüllerin sayısını kendisi bile bilmiyor...
"Eeee o zaman henüz hiçbir adım atmamış olan Obama neden evine götürsün ki madalyayı... yani başka kimse yok muydu onun kadar hak eden?" diye sordum kendime ve bu yıl ödüle diğer aday olanların kimler olduğuna bakındım. nasıl iyi isimler var biliyor musunuz? insan gerçekten dünyada gerçekten yaşamlarını, emeklerini, vakitlerini başkalarının hayatlarına adayanlar olduğunu görünce "neden yaşıyorum ki" diye sormadan edemiyor kendine.
Size arayıp da bulduklarımı yazmak istiyorum...
1- Sima Samar... 52 yaşında. Afgan. Ülkesinde tıp okumayı hak eden ilk kadın olmuş. Tüm hayatını çocuklar, yardıma muhtaç insanlara adamış. İlk hastanesini 1987 yılında açmış. O günden bugüne de 10 klinik, 4 hastane ve 17 bin kişiye hizmet veren okulun kurdelesini kesmiş. Bugüne kadar onlarca ödül almış. Tüm bunlar onu din adına katliamlar yapan ve insanların cehaleti üzerine büyüyen Taliban'ın hedefi haline getirmiş. Ölüm tehditleri altında yaşıyor. Onun için Afganistan'ın "Salman Rüşdi'si" deniyor. Yine de BBC'ye verdiği bir söyleşide şöyle demiş: "Ben hep tehlikedeydim. Umurumda değil..."
2- Piedad Cordoba... 54 yaşında. Kolombiyalı. Avukat. Ülkesindeki takma adı "Barışın kadını"... Yıllarca Farc ile hükümet arasındaki çatışmaları durdurmak için arabuluculuk yaptı. 16 rehinenin serbest bırakılmasını sağladı. Bir rehine onun için "beni özgürülüğe uçuran tek melek" dedi. 1999'da kendisi de kaçırıldı ama kısa bir süre sonra özgürlüğüne kavuştu. Hükümet ve gerilla örgütü arasındaki çatışmaların barış ve diyalog yoluyla halledilebileceğine inanıyor. Sözlerini birilerinin duyması gerekiyor: "Bu savaşı kelimelerle bitirmeliyiz. Eğer benim bir tarafa yakın olduğumu düşünen varsa, varsın düşünsün."
3- Denis Mukwege... 53 yaşında. Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nden. Doktor. Hamilelikleri kötü gidince bir eşeğin arkasında kanlar içinde kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalan kadınları görünce jinekolog olmaya karar vermiş. Hayatını ise, her yıl 27 bin kadının tecavüze uğradığı, yüzde 70'inin de saldırıya uğradığı ülkesindeki kadınları rehabilite etmeye adamış. Kendi deyimiyle onları "ölümden kurtarıyor": "Kimi zaman günde 10 kadın geliyor. Kimileri defalarca tecavüze uğramış; çocuklarının, kocalarının, akrabalarının önünde. Ardından da işkenceler geliyor. Bu da soykırımın bir diğer şekli..." Bugüne kadar 21 bin kadını tedavi etmiş. Geçen yıl Olof Palme Ödülü'ne aldı. Ayrıca "Yılın Afrikalısı" oldu ve Birleşmiş Milletler insan hakları ödülünü de kucakladı.
4- Greg Mortenson... 51 yaşında. ABD'li. Dağcı. Tüm hayatı 1992 yılında kızkardeşinin epilepsi nedeniyle ölümüyle değişir. Onu anmak için Pakistan'ın kuzeyindeki Karakurum dağlarına tırmanmaya karar verir. Dağda aksilik olur ve dağcı yaralanır. 75 saat onu kurtarmak için çabalarlar. Dağın zirvesine ulaşamaz Mortenson, aşağı inerken yolunu şaşırır ve yanlışlıkla kamp yerine Korphe denilen küçük bir köye ulaşır. Ağır yaralı ve çok yorgundur. Köylüler onu tedavi ederek hayata döndürür. Mortenson, iyileştiğinde köye bir okul yapma sözü vererek ülkesine ayrılır. Ardından topladığı paralarla "Central Asia Institute"u kurar. Geri Pakistan'a döndüğünde, ajan denilerek önce Taliban, ardından afyan satıcıları tarafından kaçırılır, iki ateş arasında kalır. Müslümanlara yardım ediyor diye Amerikalılar hain ilan eder. Ama o vazgeçmez. Oradaki çocuklar okuyacaktır. "Bomba atabilirsiniz, prezervatif dağıtabilirsiniz, yollar kurup elektrik getirebilirsiniz. Ancak kızları eğitmediğiniz sürece bir toplum asla değişemez"... Enstitüsü bugün 131 ayrı bölgede 54 bin öğrenciye eğitim veriyor. Hikayesini yazdığı kitabı "best-seller" oldu. Aldığı ödüllerin sayısını kendisi bile bilmiyor...
Samba yapın Kübalılar... Blog kutlamaları 3 gün 3 gece...
Yer: Küba
Mekan: Tropicana Müzikali
Tarih: Mayıs ayının en güzel haftasıydı
Neden: Çünkü bir yaşındayım... Alttaki resimden daha eğlenceli olduğu kesin:)
11.10.09
Bir yaşına girdi bu blog... Teşekkürler... Thank you... Grazie... Gracias... Şükran... ve diğerleri...
O kadar çok işim var ki... ama şunu söyleyip gideceğim... yarın geri geleceğim...
Dün 1 yaşına girdi bu blog... 10 Ekim 2008 imiş ilk tarih baktım da...
ee bilge der ki: yazan, okuyan, birbirine söyleyen, benden feyz alan, burası yerine özel e-postalar atan, trabzondan antalya'ya kadar beni sadece okuyarak tanıyan, kısayollarına ekleyen, kıskançlıktan biri görünce ekranı kapatan, bu deli yine ne yazmış diye merak eden, amaaannn banane ne ki diye merak etmeyen herkese ama hepinize teşekkürler... bir de blogumu "bizim kız nerelerde geziniyor" diye kullanan babama ayrı bir selam ederim...
öpüldünüzzzzzzzz
(not resmim çok uyduruk oldu... daha delisini bulcam söz:))
10.10.09
Ermeniler, yaktınız annemin doğumgünü pastasını...!!!
Bugün annemin doğumgünü... sabahtan gidip hediyemi aldım. pastam da hazır... çantamı elime aldım gidiyordum... kii... yazı işlerinden bir ses... Bilgeeeeeeeeee... Ermeni-Türk anlaşmasının imzası gecikmiş..çantamı masaya bıraktım. hediyemi dolaba... pastayı da buzdolabına... oturdum masaya... neden gecikmişler diye düşünmeye başladım... yıkılan sayfalar, bakılan ajanslar... bu mesleği gerçekten isteyenlere bir örnektir.. duyurula!!
9.10.09
Nobel Barış Ödülü neden Obama'ya?
Öğle saatlerinde yazı işlerinde dolanırken televizyonda "son dakika"yı gördüm... Nobel Barış Ödülü Barack Obama'ya diye... tamam nobel beni daha önce de birçok kez şaşırttı. nasıl oyunlar oynandığı, nobelin nasıl ve kimlere öncelikle verildiğini biliyordum. okumuştum en azından birkaç yerde. ama gerçekten barış ödülünün obamaya verilmesine inanamadım. açıklamada da "uluslararası diplomasi ve halklar arasındaki işbirliğini arttırmasına yönelik olağanüstü çabaları" nedeniyle ödülün verildiği kaydediliyor.
Geçtiğimiz tüm yıl boyunca Obama'nın adım adım seçilme sürecinin çok yakından bir tanığıydım. aday olduğu demokrat parti kongresini, seçimleri, yemin törenini, kahirede yaptığı "müslüman dünyaya çağrı" konuşmasını yerlerinden takip ettim. en başta gerçekten ümitliydim. konuşmalarında değindiği konuların olumlu olduğuna inanıyordum. gerçi dünyada bir barış "havası" esiyor ama bu havanın tamamını Obama'ya bağlamak çok da mümkün değil. Evet, dünyada bir değişiklik var. türkiyenin, ermeni, kürtler konularındaki henüz nereye açıldığı bilinmeyen "açılımlarında" mutlaka "Obamamania"nın etkisi vardır. ancak bakınız ki barışa henüz somut ne katkıda bulunmuştur? bu bilinmez... zaten daha çok yaptıklarına değil, verdiği umutların bir karşılığı olduğu sanılıyor ödülün. bakcaz artık 9 ayda nobel'i kapan obama'nın önümüzdeki yıl ne ödülü alacağına... ya da ödülü geri teslim edip etmeyeceğine...
Geçtiğimiz tüm yıl boyunca Obama'nın adım adım seçilme sürecinin çok yakından bir tanığıydım. aday olduğu demokrat parti kongresini, seçimleri, yemin törenini, kahirede yaptığı "müslüman dünyaya çağrı" konuşmasını yerlerinden takip ettim. en başta gerçekten ümitliydim. konuşmalarında değindiği konuların olumlu olduğuna inanıyordum. gerçi dünyada bir barış "havası" esiyor ama bu havanın tamamını Obama'ya bağlamak çok da mümkün değil. Evet, dünyada bir değişiklik var. türkiyenin, ermeni, kürtler konularındaki henüz nereye açıldığı bilinmeyen "açılımlarında" mutlaka "Obamamania"nın etkisi vardır. ancak bakınız ki barışa henüz somut ne katkıda bulunmuştur? bu bilinmez... zaten daha çok yaptıklarına değil, verdiği umutların bir karşılığı olduğu sanılıyor ödülün. bakcaz artık 9 ayda nobel'i kapan obama'nın önümüzdeki yıl ne ödülü alacağına... ya da ödülü geri teslim edip etmeyeceğine...
Romantik çiftler çekirdek çitler...
Edirne'ye düştü yine yolum. bir dostu ziyaret edip döndüm apar topar... zaten üniversitemi de orda okumuştum. çok severim orayı... uzun uzun edirneyi yazacağım. şimdi çok işler var toparlıcam. bu arada da sizi tipik bir edirneli karı kocanın boş vakitlerini geçirme tarzını "derinlemesine" yansıtan bir fotoğrafla başbaşa bırakıyorum... Yer Saraçlar Çarşısı... çekirdek çitleyin, çitleyelim:))
2.10.09
komik...
havalanındayız... kardeşimin arkadaşlarının muhabbetini yakalamakta gerçekten zorluk çekiyorum. birbiri ardına espriler patlıyordu... biri de şuydu.. ben bu kadar geyiğini uzun zamandır görmemiştim...
adının sam olduğunu düşün... email adresini nasıl verirsin?
samethotmailnoktakom... peki samet kim?
kapiş?:)))
adının sam olduğunu düşün... email adresini nasıl verirsin?
samethotmailnoktakom... peki samet kim?
kapiş?:)))
Yolun açık olsun kardeşim..
Bugün kardeşimi uğurladım... Lyon'a / ya da bizim havayollarının deyimiyle "Liyon"a.
Yanında çete gibi birbirinden komik / birbirinden iri arkadaşlarıyla... kardeşim 4 yıl fransızca okudu ama bir satır bile fransızcasını duymadım. hep öğrenemediğini iddia etti. ee orada ne yapacak bilmiyorum.
Baktım Lyon içinden nehir geçen çok güzel köprüleri olan bir kentmiş... neyse bize de bir kapı çıktı işte. bi oraya gitmemiştim orasını da görmek artık farz... varsa bilen oraları yazsın da kardeşime gönderirim... çocukcağız bir başına kalmasın...
neyse biz onu çok özleyeceğiz... umarım keyfin yerinde olur ve lyon'da çok iyi vakit geçirirsin canımın içi...
Yanında çete gibi birbirinden komik / birbirinden iri arkadaşlarıyla... kardeşim 4 yıl fransızca okudu ama bir satır bile fransızcasını duymadım. hep öğrenemediğini iddia etti. ee orada ne yapacak bilmiyorum.
Baktım Lyon içinden nehir geçen çok güzel köprüleri olan bir kentmiş... neyse bize de bir kapı çıktı işte. bi oraya gitmemiştim orasını da görmek artık farz... varsa bilen oraları yazsın da kardeşime gönderirim... çocukcağız bir başına kalmasın...
neyse biz onu çok özleyeceğiz... umarım keyfin yerinde olur ve lyon'da çok iyi vakit geçirirsin canımın içi...
1.10.09
Yeni anketimiz piyasaya çıkmıştır... Haber ola!
Malum nefret ettiğim kış geldi ya... Böyle dona dona oturuyoruz geceleri. Ama benim nefret etmem sizin de sevmemeniz anlamına gelmiyor... Ne tutkunusunuz? Buz gibi kış / sarı eylül / sıcak yaz / kelebek ilkbahar... sağa yeni anket koydum... buyrun oylayın...
Obama'nın binbir yüzü / ama hepsi bir yüzü..:))
Seçileli bu kasım ayında/ki önümüzdeki aydır/ bir yıl olacak... Büyük umutlarla geldi, herkes gelişine belki de gereğinden fazla anlam yükledi; vs.vs.vs.. Obama'nın gelişinden beri her şeyi göz önünde. Ailesi, yediği yemekler, hangi kelimeyi kaç kere kullandığı, hangi lokmayı yutmadan önce kaç kere çiğnediği, nasıl yürüdüğü, "nasıl güldüğü" vs. vs. vs...
Bir de dünyanın dört bir tarafından yaşayıp da Obama'yla kafayı bozan bir kesim var.. Yukarıda arka arkaya sıraladığım noktaları teker teker inceleyenler var. Ben değilim asla, ama onları Eric Spiegelman da bunlardan biri işte. Kim tanımıyorum ama bir video yapmış çok komik. Obama'nın yüzlerce buluşmada verdiği gülüşlerin /ki buna sırıtma da denebilir/ fotoğraflarını toplamış. fotoşoplamış... ve arka arkaya sıralamış. ortaya da bu görüntü çıkmış. Sanki gerçekten bir kelle koymuşsun da yanındaki konukları değiştirmişsin gibi bir hava var... Buyrun seyri aleme...
Bir de dünyanın dört bir tarafından yaşayıp da Obama'yla kafayı bozan bir kesim var.. Yukarıda arka arkaya sıraladığım noktaları teker teker inceleyenler var. Ben değilim asla, ama onları Eric Spiegelman da bunlardan biri işte. Kim tanımıyorum ama bir video yapmış çok komik. Obama'nın yüzlerce buluşmada verdiği gülüşlerin /ki buna sırıtma da denebilir/ fotoğraflarını toplamış. fotoşoplamış... ve arka arkaya sıralamış. ortaya da bu görüntü çıkmış. Sanki gerçekten bir kelle koymuşsun da yanındaki konukları değiştirmişsin gibi bir hava var... Buyrun seyri aleme...
Barack Obama's amazingly consistent smile from Eric Spiegelman on Vimeo.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)