31.12.09

Mutlu Yıllar Aileme, Dostlarıma, Sevdiklerime...


Yeni yıllar insanı hep bir başka yapar...

Mutlu / üzgün; 
Sorgulayıcı / tatminkar; 
Neşeli / hüzünlü;
Anılarla dolu / anıları unutmaya zorlayarak;
Birilerinden kaçarak / birilerine sığınarak;
Koşarak / dinlenerek;
Uyuyarak / ayılarak;
Severek / tiksinerek; 
Öperek / iterek;
Günaha girerek / tövbe ederek;
Ağlayarak / kahkahalar atarak;
... vs. vs. vs...

Hepinize mutlu, neşeli, eski giysileri, kötü anıları, çirkin saçları kesip attığınız; yenilenerek, sarılarak, öpüşerek, severek girdiğiniz bir yeni yıl, 2010 dilerim!!! dileklerinizin hepsi kabul olur inşallahhhh... 
2009'u 292 yazıyla sonlandırırken bloğuma giren, okuyan, yorum yazan, beni bir kez bile görmeden buraya bağlanan, anketlerime oy tıklayan herkesi kocaman öper kucaklarım... 
Senin dileğin ne diye sorarsanız, merak ederseniz söyleyeyim: 10/10/10 tarihinin annemin doğumgünü olması dışında benim için de çok önemli bir tarih olmasını diliyorum!!! dua edelim hep beraber...

Hepinizi, güzelliği, dostluğu, ailemi, aşkı, sevgiyi, gülümsemeyi seviyorum... 

İYİ YILLARRRRRRRR!!!

(Not: Yukarıdaki fotografı, yılbaşını kutladığım evde çektim. Küçük ama bizim için dünyalar değerindedir!:)

25.12.09

Mevlana'dan bir dem


Yolculuklar, yola çıkamamalar, cebimde biriktirdiklerim, geride yitirdiklerim... Yaz yaz bitmiyor değil mi? Bilgisayarımı açtım ve Selen'imin bana gönderdiği "Mevlana'dan" başlıklı yazıyı gördüm... Ona bir yanıt attım, sonra maili başkalarına da gönderdim. Yetmedi, bir de buraya yazıyorum... Ne kadar güzel yazmış yaratılan. Okusun o zaman kullar.... Buyurun!

--------------

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek 
Gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, 
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
MEVLANA

Noel'iniz kutlu olsun! Eçmiyadzin Kilisesi






Erivan'la ilgili de yazacağım. Ürdünhakkında da böyle demiştim. Ama kendimi bi toparlayamadım. Ofise giriyorum, eve gidip çamaşır yıkıyorum. Durum budur:)...
Yine de bir video yükledim. Hıristiyanların Noel'ini kutlamak istedim. Videoyu da Ermeni Ortodoks cemaatinin en büyük evi Eçmiyadzin Kilisesi'nde çektim. İlkinde okunan ilahinin ne olduğunu bilen varsa lütfen söylesin. Biz mest olduk da...

19.12.09

Erivan'da Sarı Gelin

Mendillerinizi hazırlayın. Ben hayatımda böyle bir anı çok az yaşadım. Şarkı bittiğinde masadaki 5 kişi de ağlıyordu.... Söze daha ne gerek ki...


Erivan'da muhteşem bir caz şöleni

Akla hayale gelir mi? Hrant ile İbo aynı tezgahta!


Erivan semt pazarından ortaya karışık...




17.12.09

Komşu ama bir o kadar da uzak Ermenistan'dayım.



Ürdün'ü yazacağım. Ürdün'ü değil de muhteşem Petra'yı yazacağım. Ama çok yorgunum. Uykum var. Dün İstanbul'a geldim. Valizimin içindekileri 2 derece soğukta giyilebileceklerle değiştirdim. Kalın montumu aldım ve yine havaalanının yolunu tuttum. İki gündür 10 saat uyuyabildim. Yeter mi dersiniz? Gözlerimi bir açabilirsem, bir de kahve içersem açılacağım biliyorum. 
Nerede miyim bu kez? En uzak komşumuzdayım: Ermenistan'da... Buraya ilk kez geliyorum. Bir grup dış politikayla ilgili yazan Türk gazeteci ile Ermeni gazeteciler birkaç gün Ermeni sorunuyla ilgili konuşacağız, tartışacağız, çözümün anahtarı nerelerdedir onları arayacağız. Bu arada siyasilerle görüşüp onların da fikrini alacağız. Budur yani arkadaşlar. Şimdi keşfedeceğimiz kentin adı Erivan... Öğrenecek çok şey var. Gerçekten yıllarca bizden zorla uzak tutulan, aramıza kin tohumları atılan toplumu tanımak istiyorum. Birileri yıllarca bir arada kalmış insanları ayırırken aslında nasıl bir hata yaptıklarının farkına varmıyorlar. Bakalım bir gün varabilecek miyiz? Göreceğiz. Şimdilik hoşçakalın.  

13.12.09

İki görüntü..



Tarihi Roma Anfitiyatrosunda ibadet eden bir Ürdünlü..
Ve öğle yemeğim... Muhteşem tadına doyulmaz humus... Çatal bıcak yoktu ellerimle yedim valla. Nohutları almak en zoruydu!

Bir Arap ülkesinde kadın olmak (ya da olamamak)


Ürdün geldiğim ikinci Arap ülkesi. daha önce mısıra gitmiştim. Kahire'ye gittiğimde hava sıcaktı ve çok daha kalabalıktı ve çok daha hareketliydi ve görülecek çok daha fazla yeri vardı. Ürdün'ün başkenti Amman ise minnacık. Görülecek ve yapılacak çok fazla bir şey yok. Zaten sokaklarda öyleee başına buyruk, kurban olduğum İstanbul gibi gezemiyorsun. Evet kimi zaman Sultanahmet de burası kadar fecaat olabiliyor, biliyorum. İşte o onlarda bizim kentlere gelen turist kızcağızları düşünüp hallerini anlayabiliyorum. 
1- Nasıl giyerseniz giyin, ne kadar uzun elbiseler, mantolar geçirirseniz geçirin üstünüze asla onlardan olamıyorsunuz. Alnınızda yazılan "Bizden değil" sözleri dikkatleri üstünüze çekmeye yeter.
2- Zaten elinizde fotoğraf makinesiyle "Evet evet değilim" diye bağırıyorsunuz.
3- Hello, where are you from? İşte kilit cümle. Başlanıyor saymaya, Espanyol, İtalian vs vs. Tipinizin esmer olması dışında onlarla hiçbir bağınızın olmadığı onlarca memleketten olmadığınızı ima etmeye çalışıyorsunuz. En sonunda çabalar nafile ve ağzınızdan o geri dönüşü olmayan kelime çıkıyor: Turkey.
4- Aaaa Turkey... Merhaba, hasan şaş yavaş yavaş...!! O kadar etkileniyorsunuz ki kelimeler nafile kalıyor. Bir sonraki soruya geliyor sıra. Whats your name?
5- Bu işi yıllar önce çözdüm. Her dilde bir karşılığı olabilecek ismi keşfettim sonunda: Ayşe. Ayşa, Aişa gibi açılımlarıyla tüm sorunları çözebiliyorum. Böylece bilge'nin 12 halini söyleyemeyen kitlelerle karşılaşmıyorum, tavsiye ederim-hem de şiddetle...
6- Neyse ki herkesten kaçtınız ve sessiz bir sığınak buldunuz kendinize. Mesela bir park. Böyle şehrin göbeğinde Arap kadınlarının kocalarıyla, çocuklarıyla, eltileriyle, analarıyla (tek bulmak gerçekten zor) yakınlarına oturuyorsunuz. Burada güvendeyim diyorsunuz. Kader ise size gülüyor. Bir anda etrafınızda ikili gezinen esmerler bitiveriyor.
7- Kalkıp "modern" dünyanın bir ürünü olacağınız düşündüğünüz bir Starbucks buluyorsunuz. Starbucks ya mutlaka içeride Amerika'da gördüğünüz muameleyi göreceğinizi sanıyorsunuz. Olmuyor, bu kez iki kahveyle ortaya çıkıveriyorlar...
8- Olmuyor olmuyor olmuyor. Kimseyle konuşmadan gözlükleri takıp kalkıyorsunuz. En iyisi dükkan dükkan gezinmek, iyi bir lokantanın bir köşesine sinmek, ya da gittiğiniz ülkeden bir arkadaşınız varsa onunla güven içinde birlikte takılmak. Ya da yanınıza mutlaka bir eş/arkadaş/yoldaş bulun... Hele ki kadınsanız... Sultanahmette gezinen yabancılara allah gerçekten sabır versin!!!

12.12.09

Ürdün'ün yolları taştan...


Bilge yine yollarda... Bu kez bir haber  için Ürdün'e gidiyorum. Bir yıldır uğraştığım biriyle... Umarım güzel olur siz de beğenirsiniz. Şu anda havaalanındayım. Herkes bir yerlere gitmek için uçaklarını bekliyor. Kimi uyuyor kimi müzik dinliyo, kimi de bilgisayarnıdan ailesiyle konuşuyor. Yollar.... uzaklıklar... yakınlıklar... 
Bilge seviyor yolculukları. Hem haberlerini hem yeni yerler tanımayı hem de yolculuklardan bambaşka dönmeyi seviyor. Her yolculuktan farklı döndüm... Bu kez de cebimde güzel bir haber, hoş Amman anıları ve de Bilge'nin "e" haliyle dönmeyi düşünüyorum Artık gitmem lazim... Kaçırcam yoksa ucağı...

Görüşürüzzzzzzz

DTP kapatıldı; peki ya Serap'ın suçu neydi?

"Yemin ederim şu ülkeden çekip gitmediğim güne lanet okuyorum".
"Yine beceremedik değil mi? Biz bunu asla başaramayacağız."

Yazı işleri odasına bomba gibi düştü DTP'nin kapatılma haberi. Tam sayfaların basılma saatiydi aslında. Herkes düğmeye basmak üzereydik; aaaa kapatıldı!!! diye bir çığlık geldi içeriden.

Bizim yazı işleri odası kocamandır. Seçimleri, önemli olayları, gündemi meşgul edenlerini hep beraber toplanıp izleriz. Onlarca bilgisayar, ortada kocaman bir masa ve yaklaşık 15 televizyon vardır. Bugün 7'ye doğru hepsinde aynı görüntü vardı... Önce bir sessizlik ardından da yorumlar; iyisiyle kötüsüyle. 
Bugüne kadar 28 siyasi parti kapatılmış Türkiye tarihinde. Birçoğu dini birçoğu da bölücülük nedeniyle. İyi mi oldu kötü mü? PKK'yı asla kınamayan, ölenler için şehit diyen, PKK'nın kurulduğu yere gidip ağaç diken belediye başkanları, milletvekilleri, üyeleri olan bir parti işte. Kurallara uymadılar o kadar. Ellerine kadar verilmiş büyük bir şansın üzerinden yürüyüp geçtiler. Olansa içeride af bekleyen, dağda oğlunu bekleyen, askerden canının dönüşünü bekleyen yüzlere, binlere oldu. Bir yandan açılım deniyordu; ama askerler ölüyordu diğer yandan da. Ya serap'ın ne günahı vardı bembeyaz yüzüyle gitti bu dünyadan. 
herkes bir komplonun ardına sığınıyor. peki bu da bir zaman sonra gerçeklerden kaçmak anlamına gelmiyor mu? her şeyi soyut bir güce bağlamak. ama gerçekler öyle olmuyor. hala birileri ölüyor, her tarafı "açmalarına", illere dersim demelere, köylerin adlarını geri vermelere, onlarca maddelik özgürlük safsatasına karşın 11 santimetre için ne kanlar dökülüyor. Kim bu oyunu en yüksekten oynuyorsa iyi oynuyor değil mi? Bize ise ancak ekran karşısına geçip izlemek kalıyor. Biz o kuralları yazanlardan olamadıkça ancak payımıza izlemek düşer. 
Olmuyor arkadaşlar olmuyor. Bu kan durmuyor işte. Ben lisedeydim başladı yaş geldi 30'lara yine de durmuyor. Kim bundan mutlu oluyor onu gerçekten görmek isterdim. Ve ona şunu sorardım: gerçekten serap'ın suçu neydi?

11.12.09

So good that they named it twice: Bora Bora...



Orada yaşamak, yaşlanmak, yaşanılmak istiyorum!!! Ne olur tanrım bir dokun hayatımın bir köşesine ve beni oraya ışınla. Bu şehir insanının doğaya özlemi değildir. "ve beyaz adam denizi keşfetti" hiç değildir. Beni gerçekten tanısanız derdiniz ki; evet bilge sen gerçekten gidebilirsin oraya!!! O zaman 2010'un hedefi nedir? Bir Karadeniz turu, ardından da tüm rotalar bora boraya çıkarrrrrrrrrr!!!

Zapatista: Para todos todo, para nosotros nada



Günün haberini sabah okudum ve gözlerime inanamadım. Başbakanımız Meksika'ya gitti ya... Orada konuşmuş ve demiş ki, "Zapatista terör örgütüne karşı Meksika hükümetinin verdiği mücadeleyi destekliyorum"... Meksika hükümetiyle "teröre" karşı nasıl savaşılması gerektiğini görüşmüş. PKK ile Marcos önderliğindeki halk hareketi EZLN'yi aynı kefeye koymak elmayla armutu karıştırmak gibi bir şey. Öncelikle EZLN'yi ABD dahil dünyanın neredeyse hiçbir ülkesi terör örgütü olarak kabul etmiyor.
Köylüler arasında tamamen liberalleşmeye, kapitalizme karşı başlatılan bir hareket Zapatistalar. Adını 1910'larda Meksika devrimi için yola çıkan komutan Emiliano Zapata'dan alır. ELZN'nin çıktığı yer Chiapas adlı bir köydür. Liderleri sürekli piposuyla görüntülenen ve yüzünü asla açmayan Marcos'tur. İlk ortaya çıktıkları olaysa herhangi bir bombalama falan değil, kapitalizmin simgelerinden güney amerika ülkelerini abd'ye bağlayan ekonomi birliği NAFTA'nın imzalanmasıydı. Zenginle fakir arasındaki uçurumun giderek büyüdüğünü söyleyerek devrim yapmak istediler. Bunu başaramadılar. Topraklarını, sularının, ağaçlarının sadece kendi halklarının malı olduğunu söylediler yıllarca. Amaçları verimli tarlalarının Meksika hükümeti tarafından alınmaması ve doğal kaynaklara kendilerinin sahip olmalarıdır. Ardından silahlandılar ve Chiapas yakınlarında birçok köyü ele geçirdiler. Meksika ordusu kanlı bir baskınla durdurdu onları. Giderek küreselleşme karşıtı birçok örgüt, müzik grubu ve sivil toplum kuruluşunun desteğini almaya başladılar. Örneğin dünyaca ünlü Rage Against The Machine ""People of the Sun", Zapata's Blood" şarkılarını onlara adadı. Türkiye'ye de gelen Manu Chao Zapatistalar adına mücadele veren bir müzik grubudur.
Silahlı mücadelenin asla bir çözüm olmadığını, tek istediklerinin kendi özerk bölgelerinde kapitalizmden uzak komün bir hayat olduğunu defalarca söylediler. Bugüne kadar ezilen Filistinliler dahil birçok halkın yanında oldular. Hiçbir zaman sivilleri öldürmek için şehir ortasında bomba patlatmadılar ve onursuzca sivil öldürmediler. Meksika hükümetinin kanlı operasyonlarına ise bugüne kadar hiçbir medeni ülke destek vermedi.

Yani diyeceğim o ki PKK ile ELZN birbirinden dağlar kadar farklıdır. Marcos da Öcalan değildir. Adını yanyana anmak da Marcos'a hakarettir. Bilge bu kadar der...


Topikte yazan ise ELZN'nin sloganıdır: Para todos todo, para nosotros nada; yani, "Herkes için herşey hepimiz için hiçbir şey.

Nedir bu muhabirlerin hali!!! Biri bizi duysun artık...

Milliyet'teki Metin Münir'in yazısıdır... Altına imzamı atıyorum... Buyrun halimizi okuyun..

"Köşe yazarı cenneti, muhabir cehennemi"

Türkiye’de gazetelerde köşe yazarı egemenliği var. Bize has bir olgudur bu. Bütün ülkelerde bütün gazetelerde köşe yazarı var. Ama hiçbir ülkenin hiçbir gazetesinde bizdeki kadar çok köşe yazarı yoktur. Ama sorun köşe yazarlarının sayısında değil başka bir yerdedir.
Ortalama bir gazetede köşe yazarlarının aldığı toplam maaş muhabirlerin aldığı toplam maaşın en az üç dört misli fazladır.
Ortalama bir gazetede muhabir sayısı köşe yazarı sayısının en az üç dört misli olduğuna göre muhabirlerin ne kadar az para aldığını tahmin edebilirsiniz.
Bir köşe yazarının bir günde kazandığı parayı bir ayda kazanan muhabirler var.
Oysa bir gazetenin ne kadar kaliteli olduğunu tayin eden, köşe yazarlarının değil, muhabirlerin kalibresidir.
Bizde gazeteler yorumda kalın, haberde incedir.
Batı’da en yüksek maaşı en ünlü muhabirler alır. Bizde ünlü muhabir diye bir yaratık yoktur. Olsa, parasızlıktan bitap düşecek veya Kızılderililiği bırakıp şef, yani köşe yazarı olacaktı.

Haberi mutfağa muhabir taşıdı
Ne yazık ki gazetelerin köşe yazarlarına ödemekten muhabirlere verecek parası kalmıyor. Bu nedenle en iyi üniversitelerden mezun olan gençleri medyaya çekmek, uzman gazeteci yetiştirmek, kaliteli muhabirlere hak ettiklerini vermek mümkün olmuyor.
Köşe yazarı/muhabir dengesizliği yüzünden gazetelerimiz generalleri şişman ve meşhur, astsubayları ve erleri sıska ve mecalsiz orduya benziyor. Böyle bir orduyla savaş kazanılmaz.
Köşe yazarları genellikle kendilerini bir gazetenin en önemli unsuru sanırlar ama bir gazetenin en önemli unsuru yorum değil haberdir, haberi getiren ise muhabirdir. En önemli haberleri yıllarca mutfağa muhabirler taşıdı.
Köşe yazarı gazetenin tirajında değil prestijinde etkilidir. Bir köşe yazarı bir gazeteyi bırakıp bir başka gazeteye gittiğinde ne bıraktığı gazetenin tirajı kalıcı bir biçimde düşmekte, ne gittiği gazetenin tirajı kalıcı bir şekilde artmakta. (Gücünün zirvesindeki Çetin Altan bu kuralın belki tek istisnasıdır.)
Genel yayın yönetmenlerinin hemen hemen her gün köşe yazısı yazdığı tek ülke de biziz. Başka ülkelerde böyle bir âdet yoktur çünkü oralarda genel yayın yönetmenlerinin köşe yazısı yazmaya vakti yoktur.
Medyamızın çağı yakalamak için yeniden yapılanması, Batı’nın en iyi gazetecilik standartlarını benimsemesi gerekir. Ama bunun gerçekleşme şansı azdır çünkü Türkiye’deki medya en az reformist, hatta en tutucu sektördür.
Yıllardır gazete patronları değişiyor. Gazetecilik aynı kalıyor."

7.12.09

Kadir de Ugg bot giyiyomuş!!!

2010 için kehanetler!!!


Birkaç hafta sonra yılbaşı geliyor. Planlar yap, dışarı çıkmadan ama... hele taksime hiç yaklaşma. evde toplaş, ye iç zıpla. herkes öyle yapacak büyük ihtimal...
2010'un en güzel yanları; dünya kupası maçları var mesela haziranda; sonra 10.10.10 olacak tarihler bu yıl; anneme doğumgünün tarihi bir ana gelecek dedim, pek bi sevindi. sonra istanbul 2010 avrupa başkenti oldu, ne anlama geldiğini ben hiç ve hala anlayamadım. başka vardır önemli bi şeyler kesinlikle... benim de var planlarım ama söylemem uğuru kaçar:))
sabah radyoda gelirken tabii ki nihat sırdar'ı dinliyorum alem fm'de. 2010'a ilişkin kehanetleri istedi dinleyenlerden. çok komikler geldi. biri "ergenekoncuların dünyaya meteor atma planlarını ortaya çıkaran hükümet 86'ıncı dalgasını vurdu"... "29 ekim cumhuriyet bayramını kutlayanlar gözaltına alındı"...
ben de bulunuyorum kehanetlerde: emre kongar sabah'ın başına gelecek, mehmet barlas da cumhuriyet'in; ben dış haberler'den ayrılmayı asla başaramayacağım (yıllar süren sürece tanık edenler bilir), ama tango yapmak istiyorum çok güzelll (aşağıdaki kadın gibi mesela:)... sonraaaa
kardeşim su gibi fransızca konuşacak, ablam ilk sergisini açacak, babam 16'ıncı arabasını filosuna katacak, bu kez hızını alamayıp bir de karavan alacak (inşallahhhhh), annem muradına erecek (buna daha büyük inşallaaahhhh), masa arkadaşım özgür tüm türk erkekleri gibi güzelliklerine doyamadığı ırk nedeniyle en sonunda çareyi doğu avrupaya iltica etmekte bulacak; alman başbakanı merkel botoks yaptırarak dünyanın en güzel kadınları arasına girecek, erdoğan abd ziyaretlerinden birinde obama'nın başına çuval geçirip öcünü alacak, angeline jolie türkiyeden bir çocuk evlat edinecek vs vs..

buyrun sizden de bekliyorum kehanetler ya da dilekler, umutlar vs vs vs...!!!

4.12.09

Kadınlar yüne benzer...

Ermenistan'la ilgili bir araştırma yapıyordum. gezinirken kadına şiddete karşı başlatılan bir kampanya gördüm. Doğru mu yanlış mı bilmem o topraklarda bir atasözü varmış ve amaç bunu yok etmekmiş.. söz çok iğrenç, paylaşmazsam duramam: Kadınlar yüne benzer, dövdükçe yumuşar!!! ne iğrenç di mi...

Liderler ve arkalarındaki haleler... Hangisi en güzel?


Amerikada yayımlanan new yorker dergisi, eylal ayında düzenlenen birleşmiş milletler genel kurulunun girişinde duvara bir perde, önüne küçük bir sandalye kurmuş. amaç gelen devlet başkanlarını ve başbakanların fotoğraflarını çekmek. iki günlük çalışma sonucunda ortaya onlarca liderin fotoğrafı çekilmiş. bizimkinin de arkasında bir hale varmış gibi duruyor. allah üzerindeki nuru eksik etmesin... hepsini görmek isteyenler için link: http://www.newyorker.com/online/multimedia/2009/12/07/091207_audioslideshow_platon

Evet unutuyorum ama seviyorum ve gidebilirim haber veriyorum...


Yağmurlu bir İstanbul sabahından hepinize merhabalar dileyerek başlıyorum sözlerime... Umarım ıslanmamışsınızdır benim gibi yağmurlu bir havayı giysileri ve ayakkabılarıyla direniş göstererek yeneceğini sanan, sonra her yerine kadar ıslanan, sonra arabanın arkasında neden taşındığı belli olmayan yıllar öncesinden kalma bir şemsiyeye sarılan insanlardan mısınız siz de? Sevmiyorum yağmuru! bu kadar, romantik bir insan da olamadım ki hiç zaten. ben gülerim iki mum, bir şarap gördüğümde. öyle şömine başında geçen film sahnelerine de gülerim. üzerlerine yattıkları ayı postunun, o hale gelmeden önce ne hayalleri olabileceği aklıma gelir ve üzerinde hoş vakitler geçirilerek o ayıya yapılan ihaneti düşünürüm.
ama benim asıl amacım yağmur hakkında değil, blog hakkında yazmaktı. öncelikle şunu söyleyeyim ki 1,5 yıl sonra anladım ki bu blog işini ailem ve dostlarım benden çok ciddiye alıyor. gerçekten. tabii benim kadar alamazsınız hiçbiriniz ama bazen burada bir anda çıkarıveriyorum içimdekileri ben cidden. yani yazı yazanlar bilir, içinden çıkanlar sadece 10 dakikada çıkar. geri dönüp de okunmaz. en azından ben okumam. o yüzden de bazen ne yazdığımı hatırlamam bile.
burası başladığında ben sadece içimdekileri döküp yaşadıklarımı anlatmak, gitmeyenleri oralara götürmek, göremeyeceklere gördüklerimi anlatmak istemiştim. sonra daha da büyüdük. büyüdükçe yazdıklarıma yorumlar arttı, ama bir o kadar da eleştiriler gelmeye başladı. çok light yazıyosun, biraz daha ciddi takıl. siyasi yazılar yaz. sevdiğim çok var. bazen buraya not etmeyi unutabiliyorum. gözlerim hepinizi görüyor; yüreğim hepinizi seviyor. gerçekten...

ama bazen her şeyi yazamıyor ya insan, bir başka blog açmaya karar verdim. oraya her şeyi ama her şeyi yazacağım. hayatım hakkında iyi kötü komik üzüntülü acı tatlı... adresini de kimseye vermeyeceğim... açtığımda haber veririm:)) bulun bakalım beni nette yeni sırlarla:)) yaşasın gizlilik!! gerçekten...

Seksi ipod ve Yıldız Tilbe...


Dünyanın en büyük zevklerinden biri yeni şarkılar yüklemek. sonra onları itunes'da bütün zerafetiyle düzenlemek. file info'ya girip hepsini teker teker albümlerine sanatçılara göre ayırmaya bayılıyorum. sonra büyük bir özenle ipod'uma yüklüyorum. benim artık bir parçam oldu o... (bakınız yukarıdaki emektar müzik aleti). metrobüste, işyerinde kulağımdan düşmüyor. dış dünyadan izole olabilmenin en iyi yöntemi. haber yazarken kulağıma takıp radiohead'i açıp kelimeleri dökmek ne güzel... bir de amerika'dayken arabaya bağlama bilmemnesini aldım. radyoda bi frekans ayarlıyosun. sen de o alette aynı frekansa bağlanıyosun. sonra ipodda çalanları radyo üzerinden dinliyosun. ne güzel bi şey yaaa...
sonra ipod üzerinde işaret parmağıyla teker teker şarkılar üzerinde dönmek. siz de yapıyor musunuz şarkılardan fal bakmayı. hangisinde durursa onu dinleyeceğim diyor musunuz?:)) son bir anda ibrahim tatlıses'ten bir kulunu çok sevdim çıkıyor. aman tanrım. depresif bir günde yüklediğim şarkıları dinlemek de istemiyorum yani her zaman. ahmet kayanın da hepsini indirmişim. belli ki militan bir anımda. ama yani iş yerinde de uyutuyo be canım. bunlar evde dinlenecek, muhtemelen bir sofrada arkadan fon olacak, ardından da ulan adam da ne güzel söylemiş denecek şarkılardan bir demet...
bu arada ipod'uma düzdüğüm methiyelerden sonra bir de bilgi vereyim. geçen sene sanırım ipod dünyanın en seksi 10 aletinden biri seçilmişti... gerçekten. buyrun bakın. hatta listede mac de var:) (http://www.cnet.com/1990-11136_1-6299751-1.html)

ben de iki gündür yuvarlağı döndürüp döndürüp aynı şarkıda duruyorum. detone yıldız tilbe'nin içini dağlayan sesiyle çığırdığı dayan yüreğim şarkısı. şarkıya çok dayanamıyorum ama başındaki şiire hastayım. hele son iki dizesi beni alıyor... sizi onunla ve ipod'lu günlerle başbaşa bırakıyorum:

Hedef olup vursan da
Özenli sözlerin oklarıyla
Süslemedim harfleri
Adını oluşturanların dışında
Dökmedim yüreğimi
Kimsenin gözlerine
Ey aşk beni yağmala
Ateş et arka arkaya aşk
Beni tara
Bitsin hiç bir şey umrumda deil
Dağlarım yaralarımı çabuk geçsin
Öğrenirken hasretinle sevişmeyi
Göz yaşlarım akabilirler özgürce
İçimde öyle güzelsin ki
Onu kirletmeyeceğim seninle