24.2.10

Alkazar Kapanıyormuş!!! çok üzüldüm...



Beyoğlu'ndan aşağı doğru inerken soldaki muhteşem binalardan biridir kendileri. saçma sapan giyim kuşam dükkanlarından çok daha güzel, çok daha zarif, çok daha Beyoğlu'dur kendisi... Kiminiz hiç dikkat bile etmemişsinizdir belki. Kapısında iki tane zarif kadın heykelciği vardır. Sağlı sollu. elleri yanlarından sarkan kadınlara bakarak ve hayran kalarak içeriye giren sinemaseverleri karşılarlar.
Bir gün o kadar üzgündüm ki... bundan iki yıl önceydi sanırım. öyle boş boş yukarı doğru eve yürürken sağıma döndüm. "4 ay 3 hafta 2 gün" adlı filmi afişini gördüm. Durdum, içeri girdim ve bilet aldım. izlediğim en güzel filmlerden biriydi. Sonra semih kaplanoğlu'nun "süt" filmini izledim orda. hani geçen günlerde altın ayıyı alan yönetmen. muhteşem filmlerdi. kendi halinde ama muhteşem. içerisi o kadar boştu ki her iki filmde de... ne yazık...
işte tüm bunların sonucunda kapanıyor alkazar sineması. ben kapanmasını istemiyorum. gerçekten çok üzüldüm. demiş ki Adalet Dinamit sinema yönetimi adına: “Alkazar Sineması'nı bütünüyle yenileyip 28 Şubat 1994 tarihinde “Germinal” filminin gösterimi ile açılışını yaparak, yeni bir film programı anlayışı ile sinemaseverlerin hizmetine sunan biz Alkazar Sineması'nın yönetimi, buruk bir hüznü tüm benliğimizle hissettiğimiz şu günlerde bu oyunu yeniden anımsadık. Büyük alışveriş merkezlerindeki son derece yüksek yatırımlarla yapılan, teknolojik olanaklarla donatılmış olan ve popüler, ticari filmleri izleyiciye sunan 8-10 perdeli sinema salonlarına karşı, adeta kahraman bakkallar gibi küçük, iddiasız sanat sineması olmayı sürdürecek gücümüz ne yazık ki kalmadı.”

çok üzüldüm. gerçekten üzüldüm.

19.2.10

İstanbul uzaydan "tweet"lendi


Hani şu twitter var ya. siz bilebilirsiniz ama benim annem ve babam hala bilmiyor ne olduğunu. twitter, böyle gün içerisinde ne yapıyorsan internete yazdığın bir site. yani ben yemek yedim, ayağa kalktım, tuvalete gittim, çıktım, bi daha girdim, sonra yine çıktım, ayyy ayakkabımı giymeyi unuttum, sokağa çıplak çıktım" gibi cümlelerle süslü. ama biz biri bizi gözetliyor delisi bir dünya olduğumuz için inanılmaz tutan bir site oldu sevgili blog okuyucularım.

neyse olayımız İstanbul'la ilgili. Uzaydaki astronot güzelim kentimizin fotoğrafını çekmiş ve kendi "twitter" adresinde yayınlamış. bize de ancak bakmak düşer. demişler ya alem uzaya gidiyor biz nereye?:) bırakın gitmeyi adam bi de tweet'lemiş...
daha fazlası için:
http://www.medyatava.com/haber.asp?id=62471

17.2.10

Fox News sizin için haber yapmış... Buyrun okuyun:)

http://www.foxnews.com/story/0,2933,585984,00.html

Aşk ve Ceza

dizi furyasını çok sevdiğim söylenemez. bir sürü var. hepsini takip edemiyor ki insan. mesela aşk-ı memnu'ya dayanamıyorum. ağır ağır ilerleyen replikler, süslü kadınlar adamlar. yaprak dökümü çok acıklı. hanımın çiftliğinde özgü namal beni baydı. geçenlerde ezel'i izlemeye çalıştım... ayyy çok karışık. valla yoruldum bi bölüm takip ederken, her hafta devamlı izleyenler nasıl hatırlıyorlar. bi de mafyadan sıkıldım ben artık filmlerde. neyse yine de güzel çekimleri falan ama bana göre değil.

benim için dizi aslında beni eve bağlayan bi şey. yani o saatte evde olmalıyım, yemek yapıp izlemeliyim oluyor ya insan; o duygusunu seviyorum. asmalı konakı hiç kaçırmazdım mesela. sonra çemberimde gül oya ile her bölümde sinir krizi geçirene kadar ağlardık. ne diziydi be! sonra hırsız-polis geldi. bi ara unutulmaz'ı seyrediyordum ama aman tanrım. iyice zıvanadan çıktılar. annemle cumartesi akşamları akaysa durağı'nı izliyoruz. çok komik yaaa...
kafa dağıtmak istiyorum dizilerle anlayacağınız. işyerinin dertlerini, hırslarını, kötülüklerini kapının dışına bırakıp başka bir dünyaya girmek. ve sonunda yeni takıntı dizimi buldum. Aşk ve Ceza... ben bu nurgül yeşilçay'a hastayım. konusu falan da ilginç... sevdim ben o diziyi. biraz asmalı konak'a benziyor. böyle reklamcı modern kadın ile vanlı bir aşiret erkeği. orada çocuğun ablası mesela seymen'in evdeki ablasına benziyor. anne aynı anne... ne bileyim ben çok benzettim. bakalım inşallah bizi hayal kırıklığına uğratmazlar...
artık salı akşamları doluyum. soranlara söyleyeyim:)

14.2.10

Saçım Ziynet Sali gibi olsun lütfen!!!


Kadınlar tuhaf yaratıklar bence... yani sürekli bir değişim bir yenilenme, yeni giysiler, yeni elbiseler, yeni ayakkabılar, yeni yeni yeni. sanki tüm tüketim dünyası kadınlar için çalışıyor değil mi? özellikle erkeklerin ne kadar şikayetçi olduğunu biliyorum. yaşasın kredi kartları ve ezberlenen şifreler:)... geçenlerde "sex and the city"yi izliyordum ve samantha (seyredenler namını bilir) süper bir cümle etti: dünya erkeklerin vermesi kadınların da alması üzerine kuruludur. ne tarafa çekilirse artık...
neyse konuya dönelim, yoksa yolunu şaşırmak üzere...
ben öyle asla bir tüketim canavar olmadım. son 3 yılda takıntı yaptığı ayakkabılar, çizmeler, sandaletler, terlikler ve ayağa giyilebilen diğer eşyalar dışında hiçbir lüksüm de yok... zaten onlar kredi kartımı yeterince dolduruyor. ama artık hayatımda bir değişiklik yapmalıydım. ve neredeyse 4 yıldır yapmadığım bir şeyi yaptım: kuaföre gittim.
saçlarım benim için kutsaldır. her kadınınki gibi... yani öyle değişiklik yapmak için mutlaka bir neden, önemli bir rol modeli ve kendi saçlarından gerçekten memnun olmamak/bir arızası olması gerekir. ne yapsam ne yapsam derken televizyonda bir şarkıcı gördüm. adını bilmiyorum. hemen kuaföre gittim. dedim aç kanal d'yi... işte bu kadınınki gibi istiyorum. "Aa bu zeynep sali. tanımıyo musun?"... "yooo.. boşver sen tanımamı boya işte, kısalt bi şeyler yap. hee bir de çabuk yap her an vazgeçebilirim.."
işte bu sözlerimi sarf ettiğimde saatler öğleden sonra 2'yi gösteriyordu. "Borcum ne kadardı" sorusunu sorduğumda ise saat kaçtı biliyo musunuz? 6... akşam... Evet dakikalar geçtikçe neden en son 4 yıl önce gittiğimi kesime/boyaya vs.'ye o zaman anladım. süre şöyle geçti; teker teker paketleme, aralarını sarıya döndüren balyaj denilen şey. ardından yıkadı. sonra hepsini yeniden boyadı. bekle bekle bekle bekle... sonra kesti kuruttu sardı vs vs vs vs vs... okumadığım kadın dergisi kalmadı. hello, şamdan, tutti frutti, in style, cosmo... kadınlar erkekler ilişkiler en iyi lokantalar... içim bayıldı yemin ederim...
sonunda çıktım. artık saçlarım kızıl kahve.. kimilerine göre fındık kabuğu... yani bilmiyorum ben. dedim o kadın gibi olsun oldu. hem de çok güzel oldu. kuaförüm teee mimarsinan'da. acayip becerikli ve tabii ki süper sabırlı cool bir adam. ellerine sağlık burakcığım... maşa ve de düzleştirici de aldım. artık sabahın köründe kalkıp saçlarımı sarıyorum, düzeltiyorum, tokalar takıyorum. bi saç insanı bu kadar mı mutlu eder? Bilmem ediyormuş işte...

9.2.10

Ey heybetli Ararat!



Her iki Ararat görüntüsünü de Erivan'ın en yüksek tepesinden çektim. Biraz karanlıklar ama ulu Ağrı ne güzel duruyor değil mi?

Eçmiyadzin Kilisesi'nin bahçesinde bir Haçkar ve Ermeni süsleme sanatları



Borş Çorbası

İşte bu ilaç niyetine içilecek çok zengin çorbanın tarifi..
Malzemeler:
  • 2 orta boy pancar, soyulup rendelenmiş
  • Yarım kilo (orta boy) ince doğranmış lahana
  • 2 diş sarımsak
  • 1 demet maydonoz, ince doğranmış
  • 1 orta boy patates
  • 1 büyük havuç, temizlenip rendelenmiş
  • 2 orta boy kuru soğan
  • 2 adet defne yaprağı
  • 2 orta boy domates
  • 1'er tatlı kaşığı biber ve domates salçası
  • 1lt et suyu

Tarifi :

  1. Etsuyunu önceden çıkarttığınızı farzediyoruz (biz her hafta Mert için kemik alıp, soğan-havuç-patates-sarımsak-maydonoz ile haşlıyoruz).
  2. Küp küp doğranmış patatesleri etsuyuna ekleyin ve kaynatmaya başlayın
  3. Patatesler biraz haşlanınca, ince kıyılmış lahanayı, defne yaprağını, maydonozun yarısını ekleyin
  4. Kısık ateşte hepsini kaynatın
  5. Başka bir geniş tencerede, ince doğranmış soğanı hafif pembeleşinceye kadar zeytinyağında çevirin, sonra domates ve biber salçalarını ekleyin, yine 1 dakika çevirin
  6. Üzerine rendelenmiş yada küçücük doğranmış domatesleri ekleyin,
  7. Domatesler de kaynayınca rendelenmiş pancar ve havuçları ekleyin, 5 dakika çevirin
  8. Diğer tarafta kaynayan lahanalı karışım pişmişse, bu pancarlı karışımı ekleyin, 2 dak kadar kaynatın
  9. Altını kapattıktan sonra ezilmiş sarımsakla, kalan yarım demet maydonozu ekleyin
  10. Servisten önce defne yaprağını çıkarın (http://ceylanayik.blogspot.com adresinden alınmıştır.)

Vernisaj Pazarı



Soykırım müzesinden iki kare


İkincisindeki camların içinde, Türkiye'de "soykırım" olmuş kentlerden alınan topraklar yer alıyor.

8.2.10

Ermenistan, Ağrı Dağı ve daha nicesi. Geç kalmış bir yazıdır bu!


Ermenistan'dan geleli neredeyse bir ay olacak. Hatta bir ayı da geçti galiba. Araya bir sürü toplantı, haber, tatil, keyif, dostluk, eğlence falan girince kalıverdi işte... ama yazmak istiyorum yine de. hani gitmek isteyen olur, ermenistan'ı bilmek  isteyen olur... yazalım biraz değil mi?

ermenistan sadece sarı gelin, soykırım, kavga, öfke, nefret olamaz. yani olmamalı değil mi? geçmişte kocca bir ömrü birlikte geçirmiş iki ülkenin halkları birbirinden neden böyle nefret eder oldu... niye? 

Ermenistan, dünyaya kapalı bir ülke. en önemli ama en önemli kapısı olan türkiye'den geçemiyorlar. ya kuzeyden ya da güneyden dolaşıp da avrupaya çıkabiliyorlar. türkiye sınır kapısını, ermenistanın azerbaycan toprakları içindeki yukarı karabag'ı işgal etmesi üzerien 1993'te kapattı. bir daha da açmadı. evet kaçak ticaret var, türk malları her yerde. ama olmamış. yani hala Ermenistan yoksul. 

Artık 21'inci yüzyılda neden sınırlar kapalı kalır anlaşılmıyor gerçekten? Avrupa'nın son kapalı kapısı işte... 
Ermenistan'ın en büyük gelir kaynağı kim mi peki? Diaspora... Yani ermenistan toprakları dışında yaşayan zengin ermeniler. her yıl abd başta olmak üzere birçok ülkede yardımlar toplanıyor ve ermenistan'a gönderiliyor.

Ermenistan her yönüyle dışarı kapalı bir ülke. Orada bulunduğum sırada sürekli yağan yağmur, kapalı hava, soğuk bir kış... bana belki de güzel görünebilecek ermenistan'ı daha da sıkıcı hale getirdi.

Ermenistan'da kendimi ilginç hissetmedim dersem yalan olur. yani türk olmanın verdiği ezik hal. onları bu topraklardan sürmenin verdiği o boğazında gerçekten düğümlenen bir yumak. bunu hayatımda ilk kez hissettim. daha önce kahireye, ürdüne gittim mesela. eski osmanlı topraklarına. ama onlar bir şekilde sıyırmış. yani kendi ayakları üzerinde durmayı başarmışlar. ama ermeniler öyle değil. yapayalnızlar. ve belki de bu nedenle birbirlerine inanılmaz bağlılar (burada bir parantez açmak istiyorum. haiti'ye giden bir dostum bana o halkın inanılmaz mağrur ve gururlu olduğunu, çünkü yıllardır sömürgelere karşın kendi ayakları üzerinde durmayı başarmaya çalıştıklarını söylemişti. bir anda aklıma geliverdi işte)...

Neyse, orada bunu hissettim işte. ne bileyim bu sözle anlatılmaz ki. Bizi oraya Kültür Üniversitesi'nin Küresel Araştırma Merkezi davet etti. Ben ve dış haberler/diplomasi yazan birkaç diğer gazeteciyle birlikte. neredeyse her gece konyaklarla süren sohbetlerin sonu mutlaka bir şekilde o "malum" konuya geliyordu: soykırıma...

Biz çözemezdik; yani o kadar derindi ki her şey. ama kimi zaman da ne kadar basittir çözümü değil mi? Soykırıma inanmak veya inanmamak değil aslında mesele. 1 milyon ölmüş, 500 bin ya da 10 bin. Önemli olan tek bir şey var bence. Geçmişle yüzleşebilmek.

Ermenistan'da 5 gün kaldım. Evet belki bu bir ülkeyi tanımaya yetmez, onlarla yaşamalı, onlarla gezmeli içmeli sonra onların gözlüğünden bakmaya çalışmalısınız. Neyi gördüm biliyor musunuz Erivan'da. Herkes ama herkesin mutlaka türkiye'yle bir şekilde bir bağlantısı var. bu kan bağı anlamında. ya amcası, ya dedesi, ya annanesi bir yerlerden göç etmiş. Erivan'da "maraş" ve "malatya" diye semtler var biliyor muydunuz? oralardan göç edenler kurmuşlar. adını da maraş ile malatya koymuşlar.

Oradayken bir soykırım müzesine de gittim. hani şu kıyametler koparan müze. büyük bir hayalkırıklığına uğradım. çünkü ben gerçekten büyük, şaşaalı, içinde benim fikrimi kökünden değiştirecek kanıtların olacağı bir yer hayal etmiştim. oysa ki öyle olmadı. birkaç avrupalının yazdığı kitap, resimler var o kadar... evet öldürmüşüz, acımasızca hem de... ama bu müze mi bizi tarihimizle yüzleştirip yaptıklarımızı görmemizi sağlayacak. bilmiyorum! (ben fransa'da bir toplama kampına gitmiştim. hatta onunla ilgili yazdım da bu blogda. orada gerçekten sistemli katliama tanık olmuştum. insanlığımdan utanmıştım. ağlamıştım ölenler için.)  

neyse, yine de acı geçmiş acıdır. geçmişle, ortak bir hayat paylaştığımız insanlar kendi topraklarına dönebilmelidir. bu topraklar herkesin işte. bize mihmandarlık yapan dostumuz şöyle dedi bol konyaklı, duygulu bir gecenin sonunda: şu lobiden çıkın ve bana sokaktan birini çevirin. konuştuğunuz kişiler arasında göçte bir yakınını kaybetmemiş bir kişi bulursanız ben bu mesleği bırakırım, hepinizden de özür dilerim. ama yok! yok! yok! niye bunu görmüyorsunuz?

görüyorum dostum ve yazıyorum işte herkese... diyorum ki, bir kere yemeklerimiz aynı. içli köfte, kebap, haşlama hepsi var. onlar da sovyet döneminden kalma lahanadan bir de "borş" çorbası var ki tadına doyum olmaz!

müziğimiz de aynı desem abartmış olmam. onlarınki tabii ki biraz daha kafkas müziklerine benziyor. (mutlaka sayad nova, komitas bulun ve dinleyin. komitas'ın hikayesi o kadar güzel ve acıklı ki.. sonra onu da yazarım)

Ermenice Ermenistan "Hayastan" olarak söyleniyor. Hay; ermeni demek. astan da vatan. başkent erivan ise ermenice'de "yerevan". van onlarda kent anlamına geliyor. insan bizim van'ın da isminin ermeniceden gelmiş olabileceğini düşünmeden edemiyor (en azından ben edemedim).

erivan'ın en güzel ve en ünlü çarşısının adı "vernisaj". mutlaka gidin. birbirinden güzel yağlı boya tablolar, takılar, matruşkalar, broşlar... saatlerce gezebilirsiniz. ama orada sadece güzellikler yok tabii ki. minicik bir ampulu, bir banyo fıskıyesini, eski bir lambayı satmaya çalışan o kadar çok insan var ki. kendinizi bir hurdacının içinde bulursanız şaşırmayın.

Sonra Eçmiyadzin Kilisesi ve oradaki Haçkar denilen taşın üzerine süsleme sanatı eserlerini de görün. bize mihmandarlık yapan dostumuz, bunların en güzellerinin Ani harabelerinde olduğunu, türklerin bunların ne olduğunu anlamadan öylesine taş olarak kullandıklarını ve parçaladıklarını söyledi. ne acı değil mi? oysa ki isadan öncesine dayanan birer sanat eseri hepsi adeta.

Ama Ermenistan'ı gerçekten ermenistan yapan ne biliyor musunuz? Ararat! Yani diğer bizim için Ağrı Dağı. ama onlar için anlamını biz anlayamayız. bizim için sadece bir dağ ağrı. yazın dağcıların tırmandığı, öylesine bir yükselti işte.. ama ermeniler için can demek, vatan demek, hayat demek. Ararat deyince akan sular duruyor ermeniler için. 

Ben de bir arkadaşın arabasıyla oranın en büyük tepesine çıkıp Ağrı Dağı'nı seyredaldım. İçimden dedim ki "Ağrı Dağı'nı ilk kez gördüm. o da ermenistan tarafındanmış." Öyle güzel öyle heybetli ki gerçekten. bizde nasıl boğaz gören evler çok pahalıysa ermenistan'da da Ağrı'yı görmek için balkonunuzdan kesenin ağzını açmanız gerekiyor. 

Ermenistan ne yazmakla biter ne de anlatmakla. gitmek istiyorsanız haftada iki kez uçaklar kalkıyor. sanırım atlas jet'le ortak. vizeyi kapıda alabiliyorsunuz. para birimi dram. en güzel otel, best western. hem bakanlıklara hem de ana alışveriş caddesine yakın. en iyi konyak Ararat markanın Nairi olanı. Muhteşem gerçekten! daha anlatacak çok şey var... ama artık geç oldu. benim uyumam gerek. keşke düşmanlıkların, ölümlerin, kapalı kapıların, faşistlerin, acımasız katillerin olmadığı bir dünyaya uyanabilsem. bir umut, belki uyanırım... 

(not: yukarıda gördüğünüz tüm fotoğrafları ben çektim. hem de büyük bir zevkle. dahası da var, ama dedim ya ... geç oldu.. rüya görmek lazım:))