26.6.09
İronik bir rastlantı: Elvis ve Michael...
O rock&roll kralıydı... Michael da pop... aynı gün ikisinin de bu sayfada yer alması ne ilginç geldi bana... bilmem öyle geldi işte::))
Ne güzeldik o zamanlar... Michael gibi "Moonwalker" dansı yapanlarla çığlık çığlığa söylerdik: I'm BAD, who's BAD???
işe geldiğim gibi gazetelerde gördüm... ne kötü değil mi? yani hala inanamıyorum. efsaneler ölmez gibi bir his... yok öyle salak çocuklar gibi değilim. "aaa nasıl ölür" demiyorum. ama sanki inanamıyorum. gazetelerin birinci sayfalarına baktım, ne gereksiz insanlar var, niye o öldü ki sanki. yani bu sayfadaki herkes ölebilir, ama michael jackson ölemez...
sonra aklıma geçen aylarda kasetlerimi gözden geçirdiğim geldi. artık hepsi tozlanmış, çalmıyorum ki... ama hala "Bad" ile "dangerous" kasetleri duruyordu. ne güzeller. o zaman ne çok dinlerdik, arkalı önlü, dinle dinle dinle dur...
sonra ablamla oturur televizyonda o zamanlar VH1 diye bir kanal vardı. böyle sürekli videolar verirlerdi. orada "Black and White"ı izlediğimizi hatırlıyorum. ohaaa falan olmuştuk::))) "Are you nuts" kelimesini öğrenmiştik o klip sayesinde::)) hani çeviriyor ya sonuna doğru hoparlörü ve patlıyor her yer....
bir de erdem vardı benim lise arkadaşım. deli michael hastasıydı. konseri istanbulda ertelenince bir hafta kendine gelememişti. beyaz çoraplar giyip paçalarını kıvırıp "moonwalker" dansını yapardı arkaya arkaya kayıp...
yaa sanki michael ölünce bizim gençliğin de bir parçası gitti gibi geldi bana... yaa öyle deli bir hayranı değildim ama çok etkilendim gidişinden. yani gidişi böyle olmamalıydı. adam, dünyaya gelen tüm diğer gerçek sanatçılar gibi sıradışıydı!!! hepsi bu... ama biz çok meraklıyız ya herkesin bir tornadan çıkmasına, o yüzden de pisliği atıp durdular... eğer dört çocuklu, sıradan bir yaşantısı olan bir adam olsaydı bu kadar ünlü olur muydu acaba? niye 5 kardeş arasında en ünlü o oldu??? çünkü farklıydı!!!
yok işte başka... hepsi ölüyor, geriye de basmakalıp artiz kırıntıları, öylesine söylenen şarkılar kalıyor.
neyse edebiyatı bırakıyorum::)) ve size en sevdiğim klibini gönderiyorum... iyi seyirler...
23.6.09
Akrebin düşünceleri geri döndü!!! Midesi ağrıyarak::))
birkaç günlüğüne başka bir kente çıktığımda fark ettim. insan özlüyormuş buranın curcunasını, karmaşasını, köprünün mor rengine bürünmesini...
geri döndüm ama nedense kendimi bir yerlere uyum sağlamak zorundaymışım gibi hissediyorum. değişiklikler insanı yoruyor. ve ben anladım ki değişikliklere öyle de çok açık bir insan değilmişim. yani hayatımı bir anda değiştirmem, statükolarımın sarsılacağını düşünmem beni endişelendiriyor. ne oldu da bunları yazıyorsun diye soracaksınız öyle işte...
mesela ben merak ediyorum insan hayatında çok önemli kararları nasıl alıyor? mesela siz nasıl alıyorsunuz... gerçekten büyük kararlar???... benimkisi aylarca süren sancılar, akrep burcu olmamdan gelen derinlemesine tükenmeler, düşünmeler düşünmeler ve acı çekmelerle geçiyor... hayatımla ilgili aldığım büyük kararların hiçbirinden bugüne kadar pişman olmadım gerçekten! ama yenilerini alırken hep yoruluyorum, çok yoruluyorum... akrep etrafındakilerden korktuğu zaman kendini soyutlar ve iğnesiyle kendini öldürür ya.. ben de öyleyim. bir ateş yakıp tek başına içinde oturuyorum...
ben gerçekten büyük kararlar alabilen insanların içinden geçtikleri sancıları bilmek istiyorum!!! ve dünyada tek olmadığımı düşünerek mutlu olmak::))
geldi geriye bilge işte...::)) ben özlemişim burayı yaaa...
(şu iran haberlerinden kurtulduktan sonra daha güzel şeyler yazacağım!!!)
14.6.09
İstanbul ve küçük bir mola..
Birkaç gündür yazmıyorum... yok kimseyi unutmadım... ama biraz mola veresim geldi. tamam zaten çok sıkı yazmıyorum son zamanlarda ama yaz geldi ya... kendimi işten sonra dışarı atıveriyorum...
9.6.09
Hayatın suyunun üzerinde...
Bir de Kahire’nin olmazsa olması Nil gezisidir. Yelkenli teknelerle bir, iki ya da daha fazla saat nehrin üzerinde geziyorsunuz. Gün boyunca koşturdum canım çıktı, artık uyumak istiyorum, demeyin, üşenmeyin... insan öyle rahatlıyor ki suyun üzerinde rüzgarla gezinirken. Bir de motor yok... sadece rüzgarın yelkenelere vurduğunda çıkardığı hafif sesler var... bir de kahire’nin ışıltısı... En ünlüsü Kaptan Dok Dok diye 87 yaşındaki Hacı Ahmed el Dugui’nin iskelesi (resmi yukarıdadır). İçerisi sürekli tıklım tıklım turist üstüne turist akıyor. 50 mısır pound’u, yaklaşık 30 liraya bir saatliğine gezebiliyorsunuz. Çok tatlı zaten kaptan amca... babası da yelkenli gezileri yaptırırmış. Cuma namazı sırasında resimlerini çekmeye gittiğimde, “amca namaza gitmiyor musun?” diye sordum: yok turistler geliyor. Bize cami falan yok” dedi...
Kahire’de yaşayan bir fotoğrafçı arkadaşımla bindik yelkenliye. Tam nehrin ortasındayken bir baktım iki bira çıkardı sırt çantasından. Buzzzz gibi. Dedim nasıl yani? Burada serbest mi. Tabii ki...
Sonraki günlerde gittiğimiz lokantaların birçoğunda da alkol serbestti. Tabii öyle çok yaygın değil ve sokaklarda içmek yasak. Bir de El Ezher Parkı var koccaaammannn. Orada da yok alkol. Ama genelde istediğin zaman bulabilmen çok kolay. Hem Mısır’ın kendi ürettiği bira bile var ne diyeyim yani...
(Bu blogdaki bütün resimler bana ait ama fotoğrafçı arkadaşımın fotoğraflarına bakmak isterseniz internet sitesi www.shawnbaldwin.com)
24 saat uyumayan, Nil'in rüzgarlarının serinlettiği kent...
Daha önce Şarm el Şeyh’e gitmiştim, bir konferans için. Orası gerçekten çok pisti. Hatırlıyorum da 4 yıldızlı bir otelde kalıyordum. Her sabah kahvaltıda domateslerin üzerinden ya da çayın içinden kıl topluyordum. İggghhhh...
ama Kahire bana hiç de dedikleri gibi gelmedi. Yani Kleopatra’ya, piramitlere, firavunlara ev sahipliği yapmış binlerce yıllık tarihi olan bir kenti birkaç kötü kelimeyle damgalamak yanlış bir şey olsa gerek... tamam arapları sevmeyebilir türk insanı, ama koca bir ülkeye de “pis” demek ne kadar doğru bilmiyorum. Bir de sanırım Obama gelecek diye her bir tarafını temizlemişler kentin...
Kahire, “gürültülü ve gece yaşayan bir kent” gibi geldi bana... kornalar hiç ama hiç durmuyor. Geceleri arabaların, Nil üzerinde gezinen teknelerin içinden gelen müziklerin sesi sabaha kadar yankılanıyor.
Ben bu kadar hareketli bir “gece yaşantısı” olan bir kent ömrümde görmedim. Tabii gece yaşantısı bar değil, daha çok sokaklarda kafede falan...
Bizde de gece taksime çıkın herkes dışarladadır, tıklım tıklımdır. Ama tek bir aileye rastlayamazsınız. Gençlerdir eğlenenler...
Kahire ise öyle değil. herkes maaile sokakta. orada yaşayan bir tanıdığımın söylediğine göre, evleri çok çok eski, küçük ve sıcak. Ekonomik durumdan ötürü bir hanede yaşayan nüfus oldukça fazla. Bu nedenle de evde oturmak yerine kendilerini sokaklara vuruyorlar. Gerçekten genelde Nil Nehri üzerindeki kafeteryalar 24 saat açık. Aileler çoluk çocuk, nehir üzerindeki köprülerde, ya da kenarındaki setlerde yayılmış öyle eğleniyorlar.
Orada cumaları tatil olduğu için bizim cumartesileri gecemizin karşılığı perşembe oluyor.
Çiftler gündüzleri özellikle daha kalburüstü yerlerde elele, sarmaş dolaş oturuyor. Ben çok daha muhafazakar, daha kadınların geri planda olduğu bir kent bekliyordum. Evet genel anlamda hemen hemen hepsi türbanlı. Ama gayet rahatlar. Yani öyle eve kapanmaları gibi bir durum yok. Herkes sokaklarda, sevgilisiyle elele geziniyor. Tabii gece değil, gündüz...
Mısırlı bütün erkekler sanki hiç kadın görmemiş gibi böyleeeee bakıyorlar sürekli yanlarından geçtikçe. Ama birkaç gün sonra fark ettim ki onlar her kadına bakıyor, açık olsun olmasın. Yine de giyimde birkaç kriter var. Kesin kural şudur: Et gözükmeyecek. Ama istediğin kadar dar giyinebilirsin. Kızlar genellikle uzun kollu tişörtler ve uzun etek veya pantalon giyiyor. Ama o tişörtler ve pantalonlar o kadar dar ki yani kapalı demeye bin şahit gerek. Bir akşam da yemeğe gittik. İçeriye üzerlerinde küçük şallarla giriyordu kadınlar. Sonra bir açıyorlar, straplezler, askılı muhteşem dekolteli, full makyajlı kadınlar.
Bir de Arap ülkelerinde rahat olacaksın... öyle “kahve, su gecikti, niye bize kimse bakmıyor”a takılmayacaksın. Amcamlar bir rahat bir rahat.. yemekler geç gelir, kalkmak istersin hesap almazlar. Verirsin üstünü getirmezler. Uzanıp bakarsın nerede adam diye, öyle oturmuş mesela sigara tüttürüyor, yanındakiyle şakalaşıyor ya da unutmuş çoktan seni öyle ortalıkta geziniyor. Sinirleri hoplatmanın hiç anlamı yok...
Bence gidin Kahire’ye... Kadınsanız, mutlaka yanınıza kalçayı örten uzun ama ince, tiril tirilinden gömlekler alın. Başınıza bir bandanayı atın çantanıza. Sıcaktan kavrulmamak için.
Piramitler zaten allahın emri. Kentteyse bizim Kapalıçarşı benzeri bir Han Halili var. Neredeyse her şey aynı ama üstü bizim çarşı gibi kapalı değil açık. Sizin türkçe konuştuğunuzu anlayanların arkanızdan “yavaş yavaş hasan şaş” diye seslenmelerine aldanıp da sakın arkanızı dönüp gülümsemeyin. Bu hayatınızın hatası olur. Yapışıyorlar bir şeyler satmak için.
Han içinde ünlü Mısırlı yazar Necip Mahfuz’un kahvesine, Fişavi adlı bir diğer ünlü çay ocağına uğramadan dönmeyin.
Sevdim ben Kahire’yi... Nil’in esintilerini, çocukların kahkahalarını, her bir tarafa yayılan tembel arapları... der ki bilge, gidin görün... piramitlere dokunun, sokaklarda kaybolun. Ama sıcağın geçmesini bekleyin..