Onlarla ne zaman tanıştığımı inanın hiç hatırlamıyorum. hani hangi şarkısı ne zaman beni alıp da benden götürdü diye şöyle bir düşünüyorum da bulamıyorum... sanırım ingilterede okuduğum dönemdi. her tarafta onlar çalıyordu. her tarafta. sonra toplama bir albümlerini aldım. üzerinde asker kaskı takan bir çocuk vardı. cdyi taktım ve vuruldum... şunu diyordu: love is a temple, love is a higher law... you ask me to enter... but then you make me crawl... i cant be holding on to what you got... when all you got is hurt... one love, one blood, one life!!!
Ben hayatımda her "bir" olmak istedim. hayır en tepede olmak değil, birileriyle "bir" olmak. birlikte olmak, aynısını düşünebilmek, aynı havayı soluyabilmek, aynı gözden dünyaya bakabilmek, "bir"leşmek.. dostlarınla sevdiklerinle ayrılık olmadan "bir" olabilmek... gelin canlar bir olalım gibi bir şey işte...
sonra bir baktım irlandalı bir grup demişti "bir"... ben vuruldum o şarkıya... evet hatırlıyorum da sonuna kadar açıp sesini dostum pınar'la minik yazlığımızın olduğu güzelceyi inletirdik... sonra yıllar geçti ben büyüdüm, u2 da öyle... albümler büyüdü, şarkılar büyüdü... yüzlerce yeni ezgi vardı artık... ama ben hala "one" da kaldım. öyle kaldım...
ve yıllar sonra bir ağustos gününde kalktım gittim ve hayalimi gerçek yaptım. var mıdır sizin de hani "yaa ölmeden şunları bi dinleyeyim" dediğiniz hayal bir grubunuz? benim işte o u2 idi. yok büyütmüyorum, öyle işte ne yapayım.
madem türkiyeye gelmiyor ben de kalktım önce stockholm'e ardından da trenle göteborg'a gittim. kentte her lokanta, her kafe hatta sokaklara yerleştirilen hoparlörlerde U2 çalıyordu. oteller tıka basa doluydu, minik göteborg taşmıştı resmen. bizden bir gün önce de bir konser vermişti ve herkes muhteşem diyordu. kurulan dev platformun oluşturulması 2 gün sürüyormuş. Ullevi Stadyumu'na yürürken yeşil kollarını gördüm platformun. uzay üssü gibiydi.
stada girdiğimizde sanki insanlar şenliğe gelmiş gibiydi. 60 bin kişi vardı. öyle kotla spor ayakkabıyla değil, saten elbiseler topuklu ayakkabılarla şıkşık kadınlar dolanıyordu ortalıkta... bir de herkesin elinde bira. amma alkolik yaa bu isveçliler...
saat 10a doğru çıkıverdi önce adam clayton, ardından diğer iki üye... ve minik dev adam Bono... gözünde her zamanki klasik şeffaf güneş gözlükleri. her taraf inledi resmen. yeni albümden şarkıları eskiler izledi... "still havent found what i am looking for", "city of blinding lights", "vertigo", "beautiful day"...
bir ekran yapmışlar inanılmaz. onlarca plazma ekranı birbirine tutturmuşlar. sahneyi ve seyircileri barkovizyonla yansıtıyorlar ekranlara... ne kadar uzakta olursan ol dev bir televizyondan izliyorsun konseri. sonra o plazmalar birbirinden ayrılıp ters koni gibi aşağı doğru iniyor. rengarenk ışıklar yukarıdan aşağı akıyor... allahım onları izlemekten şarkıları dinleyemedim resmen...
sunday bloody sunday'i söylerken ekranda iran'daki eylemlerin resimleri yansıtıldı. her yer yemyeşildi. sonra 20 yıldır ev hapsindeki myanmar lideri aung san suu kyi'yi andılar ekranda.
gittiler sonra bir ara... bisle geri geldiler. "with or without you" yankılandı stadda. o bittikten sonra da bono, tüm ışıkları kapattırdı ve herkesten bir ışık yakmasını istiyordu. sanki gecenin karanlığında parlayan yıldızlardı onbinler... ve ardından o yıllardır beklediğim şarkı geldi kısık bir bono sesiyle: is it getting better, or do you feel the same?... fonda çalan oydu, "bir" olduk hep beraber, tek yürek tek ses... kimle bilmiyordum sadece dünyanın bir yerlerinde henüz adını koyamadıklarımla...
o anda rüyalarımdan birini daha gerçekleştirdiğimi düşündüm... bir çentik daha attım hayatta. liste hala çok uzun ama olsun... olsun... sevdiğim şarkılarla dopdolu bir gece geçirdim... darısı herkesin başınadır dostlarım...