29.8.09

Kabak çekirdeği dolması ve hünnap


Günlerdir yokum... üfff koştur koştur nereye kadar demek istiyorum..

peki sayın "resimler", sana bir haberim var: yine yollardaydım... antalyaya gittim bu kez... yine geziyorum anlayacağın...

yok tatil değil, iş içindi. zaten antalyaya tatile gidilmez ben anladım. çoooookkk sıcakkkk... biz istanbullular pişeriz orda..

canım, bloğumun en yakın takipçilerinden, dostum asker tunççuğum buralarda olsaydı, ona memleketi antalyayı da anlatırdım. 

neyse daha uzun yapcam.. şimdi zeytinyağlı kabak çiçeği dolması yapmaya gidiyorum iftara... bakalım oktay ustanınki kadar güzel olcak mı?

görüşürüzzz...

(Hamiş: bi de hunnap diye bi şey aldım. anlatcam ne olduğunu resimleriyle:))

21.8.09

Sahur etmek için bir yer mi arıyorsunuz?

Benim çok sevdiğim bir insandır hülya... eski işyerinden bir arkadaşım. grafiker tasarımcı. böyle ne kadar yıkılırsa yıkılsın kafayı kırarsa kırsın hayata hep pozitif bakanlar vardır ya. yüzündeki binlerce çizgiye, üzüntüye ve darbeye karşın hep aynı gülümsemeyi takınmak için inadına dayananlardan. işte öyle benim için hülya...
40 yaşından sonra yine kafayı kırdı ve bu kez bir kafe açtı. bostancı'da... gerçekten tutmasını, iyi işler yapmasını çok istiyorum. hatta ramazanda iftardan sahura kadar açık duracak. yeri nerede mi? şimdi minibüs yolundan kadıköyden geliyorsunuz. bostancıda sağda bir kahve dünyası var. böyle bir sürü ışığın olduğu bir dört (ya da 8) yol ağzı. o ışıklardan hemen soldan karşıdaki yola giriyorsunuz. bir galeriyle çiçekçinin arasındaki sokak. hemen solda "keyfi lezzet noktası" adı... biz bilge'deniz deyin, ön sıralarda yerinizi ayırtın... en azından acılı mercimek çorbası süper söyleyeyim.

Geldi iftarlar sahurlar sofralar güllaçlar...

Geçtiğimiz hafta ürdünlü bir arkadaşım aradı. müslüman ülkelerin ramazan aylarına nasıl karar verdiklerini soruyordu. bana, bana...:)) ben nerden bilebilirdim ki. bana göre hep bi 11 gün geriye alıyoruz o kadar. ama aya bakılıyormuş, yıldızlar izleniyormuş. neyse ona bizim diyanetten birilerini buldum yorum için.
sonra oturdum düşünmeye başladım. cidden ramazan geliyor diye. ben öyle çok dindar biri değilim ama inanırım. hele en çok da ramazana. yani onun verdiği heyecana, kendini arındırmana, günahlardan uzak kalmana.
bizim evde babam tutmaz. kalp hastası. zaten o tuttuğu zaman anneme çift yazıyor, çünkü sabrediyor ya gergin bir erkeğe... erkek kardeşimin haleti ruhiyesine bağlıdır. kimi zaman hiç bırakmadan tutar, ama biraz zora girecekse en önce o kaçar. ablam naif ruh... oralı bile olmaz, ay sonunda zekat fitre ne varsa dağıtır durur. biz annemle iyiyiz ama...
ne güzeldir di mi, gece sahura kalkmak. anneler kıyamaz ya, kalkar masayı hazırlar, çayı demler her şey hazır olunca uyandırır. sonra da zorla yatağa gönderir ben sofrayı toplarım diye.
canım annem...
sonra işyerinde çalış çalış dur... akşamı bekle. benim bünye genelde şöyle çalışır. ilk iki gün gayet iyiyimdir. vücut depoladıklarını yakar. üçüncü gün bayılır düşerim. dördüncü gün tutmam. beşinci gün yeniden başlar ve hiç bırakmam. bizim vücudumla aramızda özel bir anlaşma var. yıllardır böyle.
bakalım bu yıl da başladık bugün itibariyle. hatırlıyorum da eskiden iftara yetişemediğim günleri. bir keresinde bir otobüste kalmıştım. ayaktaydım hem de. çapa'da üniversitenin önünden ilerliyor otobüs. böyle yan yana sıra sıra dizilmiş kafeler. aynı anda sessizce bekleyip aynı anda açan insanlar. ordan geçtiğim anı hiç unutmadım. böyle sanki bir kamera vardı da omuzumda öylece insanları filme çekmiştim.

böyle işte. yine başladık... bakıyorum da iftara 5 saat kaldı. 5 bile değil, 4,30. güzel bir sahur ettik, bakalım ilk iftarı nerde açcaz?

14.8.09

Ata sporuna hayran kalmamak mümkün mü?

Yer: İstiklal Caddesi, Fransız Kültür Merkezi
Konu: Kırkpınar Güreşleri Fotoğraf Sergisi
Yorum: Valla bilge'nin bu pozlar karşısında nutku tutuldu. yorum yapası da kalmadı... size bırakıyor!!!


1000'i devirdik! Darısı 10 binlere!

Bu blogu açtığımda kimse ne yaptığımı anlamamıştı. hala da anlamıyorlar ya neyse... ama herkes bi şekilde girip okuyo onu biliyorum. kim niye mi okuyor şöyle diyeyim... istanbul dışındaki arkadaşlarım neler yaptığımı öğrenmek için, iş arkadaşlarımın bir bölümü (sadece şizofren olanları) hiç ilgilenmiyormuş gibi yapıp gizli gizli merak için, babam sürekli görüşemediğimiz için neler yaptığımı haklı bir duyguyla izlemek için... kimileri de birçoğunuz gibi yüzünü bile görmediğiniz belki sanal belki de gerçek "bilge"yi tanımak için...
benim sakladığım bi şey yok. yani tabii ki var öyle her şeyi buraya yazmam mümkün değil ama en azından yaşadıklarımı paylaşmak güzel bir şey...
ve en güzeli ne biliyor musunuz? artık tıklanma sayım bini geçti!!! yaşasınnnnnn... her gün en azından 40 kişi girip okuyor. yaa hepiniz bir yorum yazsanız yemin ederim süper bir aile oluruz. ama olsun... olsun... emin olun ben ne kadar sanalsam kimilerinize karşı siz de benim için öylesiniz... sanal ama bir o kadar da gerçek! hadi bakalım 10 bine vurunca iyi bir eğlence yapalım. herkes tanışsın!!!
tıklayarak kalın mutlu kalın...

12.8.09

Göteborg'da bir rüyayı gerçekleştirdim: Minik dev adam Bono'ydu karşımdaki

Onlarla ne zaman tanıştığımı inanın hiç hatırlamıyorum. hani hangi şarkısı ne zaman beni alıp da benden götürdü diye şöyle bir düşünüyorum da bulamıyorum... sanırım ingilterede okuduğum dönemdi. her tarafta onlar çalıyordu. her tarafta. sonra toplama bir albümlerini aldım. üzerinde asker kaskı takan bir çocuk vardı. cdyi taktım ve vuruldum... şunu diyordu: love is a temple, love is a higher law... you ask me to enter... but then you make me crawl... i cant be holding on to what you got... when all you got is hurt... one love, one blood, one life!!!
Ben hayatımda her "bir" olmak istedim. hayır en tepede olmak değil, birileriyle "bir" olmak. birlikte olmak, aynısını düşünebilmek, aynı havayı soluyabilmek, aynı gözden dünyaya bakabilmek, "bir"leşmek.. dostlarınla sevdiklerinle ayrılık olmadan "bir" olabilmek... gelin canlar bir olalım gibi bir şey işte...
sonra bir baktım irlandalı bir grup demişti "bir"... ben vuruldum o şarkıya... evet hatırlıyorum da sonuna kadar açıp sesini dostum pınar'la minik yazlığımızın olduğu güzelceyi inletirdik... sonra yıllar geçti ben büyüdüm, u2 da öyle... albümler büyüdü, şarkılar büyüdü... yüzlerce yeni ezgi vardı artık... ama ben hala "one" da kaldım. öyle kaldım...
ve yıllar sonra bir ağustos gününde kalktım gittim ve hayalimi gerçek yaptım. var mıdır sizin de hani "yaa ölmeden şunları bi dinleyeyim" dediğiniz hayal bir grubunuz? benim işte o u2 idi. yok büyütmüyorum, öyle işte ne yapayım.
madem türkiyeye gelmiyor ben de kalktım önce stockholm'e ardından da trenle göteborg'a gittim. kentte her lokanta, her kafe hatta sokaklara yerleştirilen hoparlörlerde U2 çalıyordu. oteller tıka basa doluydu, minik göteborg taşmıştı resmen. bizden bir gün önce de bir konser vermişti ve herkes muhteşem diyordu. kurulan dev platformun oluşturulması 2 gün sürüyormuş. Ullevi Stadyumu'na yürürken yeşil kollarını gördüm platformun. uzay üssü gibiydi.
stada girdiğimizde sanki insanlar şenliğe gelmiş gibiydi. 60 bin kişi vardı. öyle kotla spor ayakkabıyla değil, saten elbiseler topuklu ayakkabılarla şıkşık kadınlar dolanıyordu ortalıkta... bir de herkesin elinde bira. amma alkolik yaa bu isveçliler...
saat 10a doğru çıkıverdi önce adam clayton, ardından diğer iki üye... ve minik dev adam Bono... gözünde her zamanki klasik şeffaf güneş gözlükleri. her taraf inledi resmen. yeni albümden şarkıları eskiler izledi... "still havent found what i am looking for", "city of blinding lights", "vertigo", "beautiful day"...
bir ekran yapmışlar inanılmaz. onlarca plazma ekranı birbirine tutturmuşlar. sahneyi ve seyircileri barkovizyonla yansıtıyorlar ekranlara... ne kadar uzakta olursan ol dev bir televizyondan izliyorsun konseri. sonra o plazmalar birbirinden ayrılıp ters koni gibi aşağı doğru iniyor. rengarenk ışıklar yukarıdan aşağı akıyor... allahım onları izlemekten şarkıları dinleyemedim resmen...
sunday bloody sunday'i söylerken ekranda iran'daki eylemlerin resimleri yansıtıldı. her yer yemyeşildi. sonra 20 yıldır ev hapsindeki myanmar lideri aung san suu kyi'yi andılar ekranda.

gittiler sonra bir ara... bisle geri geldiler. "with or without you" yankılandı stadda. o bittikten sonra da bono, tüm ışıkları kapattırdı ve herkesten bir ışık yakmasını istiyordu. sanki gecenin karanlığında parlayan yıldızlardı onbinler... ve ardından o yıllardır beklediğim şarkı geldi kısık bir bono sesiyle: is it getting better, or do you feel the same?... fonda çalan oydu, "bir" olduk hep beraber, tek yürek tek ses... kimle bilmiyordum sadece dünyanın bir yerlerinde henüz adını koyamadıklarımla...

o anda rüyalarımdan birini daha gerçekleştirdiğimi düşündüm... bir çentik daha attım hayatta. liste hala çok uzun ama olsun... olsun... sevdiğim şarkılarla dopdolu bir gece geçirdim... darısı herkesin başınadır dostlarım...

7.8.09

Serdıl...

yeni bir hayata merhaba diyelim hep beraber... diyelim mi?

bugün biriyle tanıştım... adı "serdıl"... kürtçeymiş... anlamı da "yüreğinin ucuymuş.." hem de teee ucu... ne güzel değil mi? insanın adının yüreğinin ucu olması...

ben de "serdıl"ımla diyorum ki merhaba...

6.8.09

Şems'in 40 Kuralı

17- Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan'ı tanır...

fikrimden geceler yatabilmiyrem...

Stockholm'ü, göteborg'u, güzel isveç'i, muhteşem u2 konserini anlatacağım... söz... çektiğim videoları da aktaracağım. yine söz... ama önce bir soru...

hiç istemeden bir insanı hayatınızdan çıkarmak zorunda kaldınız mı? gerçekten kaldınız mı merak ettim bir an...