Yeni yıllar insanı hep bir başka yapar...
31.12.09
Mutlu Yıllar Aileme, Dostlarıma, Sevdiklerime...
Yeni yıllar insanı hep bir başka yapar...
25.12.09
Mevlana'dan bir dem
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Noel'iniz kutlu olsun! Eçmiyadzin Kilisesi
Erivan'la ilgili de yazacağım. Ürdünhakkında da böyle demiştim. Ama kendimi bi toparlayamadım. Ofise giriyorum, eve gidip çamaşır yıkıyorum. Durum budur:)...
Yine de bir video yükledim. Hıristiyanların Noel'ini kutlamak istedim. Videoyu da Ermeni Ortodoks cemaatinin en büyük evi Eçmiyadzin Kilisesi'nde çektim. İlkinde okunan ilahinin ne olduğunu bilen varsa lütfen söylesin. Biz mest olduk da...
19.12.09
Erivan'da Sarı Gelin
17.12.09
Komşu ama bir o kadar da uzak Ermenistan'dayım.
Ürdün'ü yazacağım. Ürdün'ü değil de muhteşem Petra'yı yazacağım. Ama çok yorgunum. Uykum var. Dün İstanbul'a geldim. Valizimin içindekileri 2 derece soğukta giyilebileceklerle değiştirdim. Kalın montumu aldım ve yine havaalanının yolunu tuttum. İki gündür 10 saat uyuyabildim. Yeter mi dersiniz? Gözlerimi bir açabilirsem, bir de kahve içersem açılacağım biliyorum.
13.12.09
İki görüntü..
Bir Arap ülkesinde kadın olmak (ya da olamamak)
Ürdün geldiğim ikinci Arap ülkesi. daha önce mısıra gitmiştim. Kahire'ye gittiğimde hava sıcaktı ve çok daha kalabalıktı ve çok daha hareketliydi ve görülecek çok daha fazla yeri vardı. Ürdün'ün başkenti Amman ise minnacık. Görülecek ve yapılacak çok fazla bir şey yok. Zaten sokaklarda öyleee başına buyruk, kurban olduğum İstanbul gibi gezemiyorsun. Evet kimi zaman Sultanahmet de burası kadar fecaat olabiliyor, biliyorum. İşte o onlarda bizim kentlere gelen turist kızcağızları düşünüp hallerini anlayabiliyorum.
12.12.09
Ürdün'ün yolları taştan...
Bilge yine yollarda... Bu kez bir haber için Ürdün'e gidiyorum. Bir yıldır uğraştığım biriyle... Umarım güzel olur siz de beğenirsiniz. Şu anda havaalanındayım. Herkes bir yerlere gitmek için uçaklarını bekliyor. Kimi uyuyor kimi müzik dinliyo, kimi de bilgisayarnıdan ailesiyle konuşuyor. Yollar.... uzaklıklar... yakınlıklar...
DTP kapatıldı; peki ya Serap'ın suçu neydi?
11.12.09
So good that they named it twice: Bora Bora...
Orada yaşamak, yaşlanmak, yaşanılmak istiyorum!!! Ne olur tanrım bir dokun hayatımın bir köşesine ve beni oraya ışınla. Bu şehir insanının doğaya özlemi değildir. "ve beyaz adam denizi keşfetti" hiç değildir. Beni gerçekten tanısanız derdiniz ki; evet bilge sen gerçekten gidebilirsin oraya!!! O zaman 2010'un hedefi nedir? Bir Karadeniz turu, ardından da tüm rotalar bora boraya çıkarrrrrrrrrr!!!
Zapatista: Para todos todo, para nosotros nada
Günün haberini sabah okudum ve gözlerime inanamadım. Başbakanımız Meksika'ya gitti ya... Orada konuşmuş ve demiş ki, "Zapatista terör örgütüne karşı Meksika hükümetinin verdiği mücadeleyi destekliyorum"... Meksika hükümetiyle "teröre" karşı nasıl savaşılması gerektiğini görüşmüş. PKK ile Marcos önderliğindeki halk hareketi EZLN'yi aynı kefeye koymak elmayla armutu karıştırmak gibi bir şey. Öncelikle EZLN'yi ABD dahil dünyanın neredeyse hiçbir ülkesi terör örgütü olarak kabul etmiyor.
Köylüler arasında tamamen liberalleşmeye, kapitalizme karşı başlatılan bir hareket Zapatistalar. Adını 1910'larda Meksika devrimi için yola çıkan komutan Emiliano Zapata'dan alır. ELZN'nin çıktığı yer Chiapas adlı bir köydür. Liderleri sürekli piposuyla görüntülenen ve yüzünü asla açmayan Marcos'tur. İlk ortaya çıktıkları olaysa herhangi bir bombalama falan değil, kapitalizmin simgelerinden güney amerika ülkelerini abd'ye bağlayan ekonomi birliği NAFTA'nın imzalanmasıydı. Zenginle fakir arasındaki uçurumun giderek büyüdüğünü söyleyerek devrim yapmak istediler. Bunu başaramadılar. Topraklarını, sularının, ağaçlarının sadece kendi halklarının malı olduğunu söylediler yıllarca. Amaçları verimli tarlalarının Meksika hükümeti tarafından alınmaması ve doğal kaynaklara kendilerinin sahip olmalarıdır. Ardından silahlandılar ve Chiapas yakınlarında birçok köyü ele geçirdiler. Meksika ordusu kanlı bir baskınla durdurdu onları. Giderek küreselleşme karşıtı birçok örgüt, müzik grubu ve sivil toplum kuruluşunun desteğini almaya başladılar. Örneğin dünyaca ünlü Rage Against The Machine ""People of the Sun", Zapata's Blood" şarkılarını onlara adadı. Türkiye'ye de gelen Manu Chao Zapatistalar adına mücadele veren bir müzik grubudur.
Silahlı mücadelenin asla bir çözüm olmadığını, tek istediklerinin kendi özerk bölgelerinde kapitalizmden uzak komün bir hayat olduğunu defalarca söylediler. Bugüne kadar ezilen Filistinliler dahil birçok halkın yanında oldular. Hiçbir zaman sivilleri öldürmek için şehir ortasında bomba patlatmadılar ve onursuzca sivil öldürmediler. Meksika hükümetinin kanlı operasyonlarına ise bugüne kadar hiçbir medeni ülke destek vermedi.
Yani diyeceğim o ki PKK ile ELZN birbirinden dağlar kadar farklıdır. Marcos da Öcalan değildir. Adını yanyana anmak da Marcos'a hakarettir. Bilge bu kadar der...
Topikte yazan ise ELZN'nin sloganıdır: Para todos todo, para nosotros nada; yani, "Herkes için herşey hepimiz için hiçbir şey.
Nedir bu muhabirlerin hali!!! Biri bizi duysun artık...
"Köşe yazarı cenneti, muhabir cehennemi"
Türkiye’de gazetelerde köşe yazarı egemenliği var. Bize has bir olgudur bu. Bütün ülkelerde bütün gazetelerde köşe yazarı var. Ama hiçbir ülkenin hiçbir gazetesinde bizdeki kadar çok köşe yazarı yoktur. Ama sorun köşe yazarlarının sayısında değil başka bir yerdedir.
Ortalama bir gazetede köşe yazarlarının aldığı toplam maaş muhabirlerin aldığı toplam maaşın en az üç dört misli fazladır.
Ortalama bir gazetede muhabir sayısı köşe yazarı sayısının en az üç dört misli olduğuna göre muhabirlerin ne kadar az para aldığını tahmin edebilirsiniz.
Bir köşe yazarının bir günde kazandığı parayı bir ayda kazanan muhabirler var.
Oysa bir gazetenin ne kadar kaliteli olduğunu tayin eden, köşe yazarlarının değil, muhabirlerin kalibresidir.
Bizde gazeteler yorumda kalın, haberde incedir.
Batı’da en yüksek maaşı en ünlü muhabirler alır. Bizde ünlü muhabir diye bir yaratık yoktur. Olsa, parasızlıktan bitap düşecek veya Kızılderililiği bırakıp şef, yani köşe yazarı olacaktı.
Haberi mutfağa muhabir taşıdı
Ne yazık ki gazetelerin köşe yazarlarına ödemekten muhabirlere verecek parası kalmıyor. Bu nedenle en iyi üniversitelerden mezun olan gençleri medyaya çekmek, uzman gazeteci yetiştirmek, kaliteli muhabirlere hak ettiklerini vermek mümkün olmuyor.
Köşe yazarı/muhabir dengesizliği yüzünden gazetelerimiz generalleri şişman ve meşhur, astsubayları ve erleri sıska ve mecalsiz orduya benziyor. Böyle bir orduyla savaş kazanılmaz.
Köşe yazarları genellikle kendilerini bir gazetenin en önemli unsuru sanırlar ama bir gazetenin en önemli unsuru yorum değil haberdir, haberi getiren ise muhabirdir. En önemli haberleri yıllarca mutfağa muhabirler taşıdı.
Köşe yazarı gazetenin tirajında değil prestijinde etkilidir. Bir köşe yazarı bir gazeteyi bırakıp bir başka gazeteye gittiğinde ne bıraktığı gazetenin tirajı kalıcı bir biçimde düşmekte, ne gittiği gazetenin tirajı kalıcı bir şekilde artmakta. (Gücünün zirvesindeki Çetin Altan bu kuralın belki tek istisnasıdır.)
Genel yayın yönetmenlerinin hemen hemen her gün köşe yazısı yazdığı tek ülke de biziz. Başka ülkelerde böyle bir âdet yoktur çünkü oralarda genel yayın yönetmenlerinin köşe yazısı yazmaya vakti yoktur.
Medyamızın çağı yakalamak için yeniden yapılanması, Batı’nın en iyi gazetecilik standartlarını benimsemesi gerekir. Ama bunun gerçekleşme şansı azdır çünkü Türkiye’deki medya en az reformist, hatta en tutucu sektördür.
Yıllardır gazete patronları değişiyor. Gazetecilik aynı kalıyor."
7.12.09
2010 için kehanetler!!!
Birkaç hafta sonra yılbaşı geliyor. Planlar yap, dışarı çıkmadan ama... hele taksime hiç yaklaşma. evde toplaş, ye iç zıpla. herkes öyle yapacak büyük ihtimal...
2010'un en güzel yanları; dünya kupası maçları var mesela haziranda; sonra 10.10.10 olacak tarihler bu yıl; anneme doğumgünün tarihi bir ana gelecek dedim, pek bi sevindi. sonra istanbul 2010 avrupa başkenti oldu, ne anlama geldiğini ben hiç ve hala anlayamadım. başka vardır önemli bi şeyler kesinlikle... benim de var planlarım ama söylemem uğuru kaçar:))
sabah radyoda gelirken tabii ki nihat sırdar'ı dinliyorum alem fm'de. 2010'a ilişkin kehanetleri istedi dinleyenlerden. çok komikler geldi. biri "ergenekoncuların dünyaya meteor atma planlarını ortaya çıkaran hükümet 86'ıncı dalgasını vurdu"... "29 ekim cumhuriyet bayramını kutlayanlar gözaltına alındı"...
ben de bulunuyorum kehanetlerde: emre kongar sabah'ın başına gelecek, mehmet barlas da cumhuriyet'in; ben dış haberler'den ayrılmayı asla başaramayacağım (yıllar süren sürece tanık edenler bilir), ama tango yapmak istiyorum çok güzelll (aşağıdaki kadın gibi mesela:)... sonraaaa
kardeşim su gibi fransızca konuşacak, ablam ilk sergisini açacak, babam 16'ıncı arabasını filosuna katacak, bu kez hızını alamayıp bir de karavan alacak (inşallahhhhh), annem muradına erecek (buna daha büyük inşallaaahhhh), masa arkadaşım özgür tüm türk erkekleri gibi güzelliklerine doyamadığı ırk nedeniyle en sonunda çareyi doğu avrupaya iltica etmekte bulacak; alman başbakanı merkel botoks yaptırarak dünyanın en güzel kadınları arasına girecek, erdoğan abd ziyaretlerinden birinde obama'nın başına çuval geçirip öcünü alacak, angeline jolie türkiyeden bir çocuk evlat edinecek vs vs..
buyrun sizden de bekliyorum kehanetler ya da dilekler, umutlar vs vs vs...!!!
4.12.09
Kadınlar yüne benzer...
Liderler ve arkalarındaki haleler... Hangisi en güzel?
Amerikada yayımlanan new yorker dergisi, eylal ayında düzenlenen birleşmiş milletler genel kurulunun girişinde duvara bir perde, önüne küçük bir sandalye kurmuş. amaç gelen devlet başkanlarını ve başbakanların fotoğraflarını çekmek. iki günlük çalışma sonucunda ortaya onlarca liderin fotoğrafı çekilmiş. bizimkinin de arkasında bir hale varmış gibi duruyor. allah üzerindeki nuru eksik etmesin... hepsini görmek isteyenler için link: http://www.newyorker.com/online/multimedia/2009/12/07/091207_audioslideshow_platon
Evet unutuyorum ama seviyorum ve gidebilirim haber veriyorum...
Yağmurlu bir İstanbul sabahından hepinize merhabalar dileyerek başlıyorum sözlerime... Umarım ıslanmamışsınızdır benim gibi yağmurlu bir havayı giysileri ve ayakkabılarıyla direniş göstererek yeneceğini sanan, sonra her yerine kadar ıslanan, sonra arabanın arkasında neden taşındığı belli olmayan yıllar öncesinden kalma bir şemsiyeye sarılan insanlardan mısınız siz de? Sevmiyorum yağmuru! bu kadar, romantik bir insan da olamadım ki hiç zaten. ben gülerim iki mum, bir şarap gördüğümde. öyle şömine başında geçen film sahnelerine de gülerim. üzerlerine yattıkları ayı postunun, o hale gelmeden önce ne hayalleri olabileceği aklıma gelir ve üzerinde hoş vakitler geçirilerek o ayıya yapılan ihaneti düşünürüm.
ama benim asıl amacım yağmur hakkında değil, blog hakkında yazmaktı. öncelikle şunu söyleyeyim ki 1,5 yıl sonra anladım ki bu blog işini ailem ve dostlarım benden çok ciddiye alıyor. gerçekten. tabii benim kadar alamazsınız hiçbiriniz ama bazen burada bir anda çıkarıveriyorum içimdekileri ben cidden. yani yazı yazanlar bilir, içinden çıkanlar sadece 10 dakikada çıkar. geri dönüp de okunmaz. en azından ben okumam. o yüzden de bazen ne yazdığımı hatırlamam bile.
burası başladığında ben sadece içimdekileri döküp yaşadıklarımı anlatmak, gitmeyenleri oralara götürmek, göremeyeceklere gördüklerimi anlatmak istemiştim. sonra daha da büyüdük. büyüdükçe yazdıklarıma yorumlar arttı, ama bir o kadar da eleştiriler gelmeye başladı. çok light yazıyosun, biraz daha ciddi takıl. siyasi yazılar yaz. sevdiğim çok var. bazen buraya not etmeyi unutabiliyorum. gözlerim hepinizi görüyor; yüreğim hepinizi seviyor. gerçekten...
ama bazen her şeyi yazamıyor ya insan, bir başka blog açmaya karar verdim. oraya her şeyi ama her şeyi yazacağım. hayatım hakkında iyi kötü komik üzüntülü acı tatlı... adresini de kimseye vermeyeceğim... açtığımda haber veririm:)) bulun bakalım beni nette yeni sırlarla:)) yaşasın gizlilik!! gerçekten...
Seksi ipod ve Yıldız Tilbe...
Dünyanın en büyük zevklerinden biri yeni şarkılar yüklemek. sonra onları itunes'da bütün zerafetiyle düzenlemek. file info'ya girip hepsini teker teker albümlerine sanatçılara göre ayırmaya bayılıyorum. sonra büyük bir özenle ipod'uma yüklüyorum. benim artık bir parçam oldu o... (bakınız yukarıdaki emektar müzik aleti). metrobüste, işyerinde kulağımdan düşmüyor. dış dünyadan izole olabilmenin en iyi yöntemi. haber yazarken kulağıma takıp radiohead'i açıp kelimeleri dökmek ne güzel... bir de amerika'dayken arabaya bağlama bilmemnesini aldım. radyoda bi frekans ayarlıyosun. sen de o alette aynı frekansa bağlanıyosun. sonra ipodda çalanları radyo üzerinden dinliyosun. ne güzel bi şey yaaa...
sonra ipod üzerinde işaret parmağıyla teker teker şarkılar üzerinde dönmek. siz de yapıyor musunuz şarkılardan fal bakmayı. hangisinde durursa onu dinleyeceğim diyor musunuz?:)) son bir anda ibrahim tatlıses'ten bir kulunu çok sevdim çıkıyor. aman tanrım. depresif bir günde yüklediğim şarkıları dinlemek de istemiyorum yani her zaman. ahmet kayanın da hepsini indirmişim. belli ki militan bir anımda. ama yani iş yerinde de uyutuyo be canım. bunlar evde dinlenecek, muhtemelen bir sofrada arkadan fon olacak, ardından da ulan adam da ne güzel söylemiş denecek şarkılardan bir demet...
bu arada ipod'uma düzdüğüm methiyelerden sonra bir de bilgi vereyim. geçen sene sanırım ipod dünyanın en seksi 10 aletinden biri seçilmişti... gerçekten. buyrun bakın. hatta listede mac de var:) (http://www.cnet.com/1990-11136_1-6299751-1.html)
ben de iki gündür yuvarlağı döndürüp döndürüp aynı şarkıda duruyorum. detone yıldız tilbe'nin içini dağlayan sesiyle çığırdığı dayan yüreğim şarkısı. şarkıya çok dayanamıyorum ama başındaki şiire hastayım. hele son iki dizesi beni alıyor... sizi onunla ve ipod'lu günlerle başbaşa bırakıyorum:
Hedef olup vursan da
Özenli sözlerin oklarıyla
Süslemedim harfleri
Adını oluşturanların dışında
Dökmedim yüreğimi
Kimsenin gözlerine
Ey aşk beni yağmala
Ateş et arka arkaya aşk
Beni tara
Bitsin hiç bir şey umrumda deil
Dağlarım yaralarımı çabuk geçsin
Öğrenirken hasretinle sevişmeyi
Göz yaşlarım akabilirler özgürce
İçimde öyle güzelsin ki
Onu kirletmeyeceğim seninle