Gözünüz gönlünüz açılsın bakalım...
26.11.09
19.11.09
Manhattan'da bir Kara Sevdalı
17.11.09
Babama armağandır!
Babam aradı bugün...
İşyerinde acayip bunalmışım. Her şey üstüme geliyor günlerdir. Nefes alamadığınızı hissedersiniz ya bazen, hangi kapıyı çalsanız hangi yoldan yürüseniz olmaz bir türlü. istedikleriniz. hele bir de benim gibi "sabır" denilen meziyet sizin karakterinize nüfuz etmemişse. ancak kıvrım kıvrım kıvranmak düşer bahtınıza.
İşte ben de öyle bir saat (saatler) yaşarken bir baktım telefonumda "baban" yazıp sönüyor. "Kızım"... "efendim babacığım"... "iyi misin".. "evet neden?"... "eee o gün gördüm soluktun. bir de hiç blog yazmıyosun. niye koptun hayattan?"... "...." (buradaki üç nokta derin bir sessizlik anlamına gelmektedir).
ne diyecektim ki. evet koptum. hatta birilerinin kafasını koparsam belki rahatlayıp benim kopartıldığım noktadan yeniden bağlanabileceğim. bunu bilemem tabii. kimsenin kafasını koparacak kadar psikopata bağlamadım (Henüz!). bir de o kadar nefret etmedim kimseden (Henüz - iki oldu). Neyse oturdum ve iki saat harcayarak yazdım yazdım yazdım. babama itaftır bu geceki döküntülerim. küçük iskender hariç. o sadece bana aittir!
hepinizi özlemişim. siz de beni özlediniz mi?
İstanbul... İzmir... New York...
Hangi şehirde yaşamak istersiniz, diye bir sormuştum aylar önce... 17 kent arasında başlıktaki üç kent başabaş gidiyor. Anket hala sürüyor ama bana gerçekten ilginç geliyor sonuçlar. Yani ne bileyim bu anketi okuyanlar Türk. Yani google'da çevirip de okuyan birkaç yabancı arkadaşım da var ama toplasan bir elin parmakları anca ederler..
geri kalanlar da bu topraklarda doğup büyümüş. O kadar şikayet ediyoruz, nefret ediyoruz da size başka bir kentte yaşama hayali sundum en azından. hayal... yine mi kalkar ki insan istanbul ve izmiri işaretler... önünüze muhteşem havana'yı sundum, sydney'i, rio de janeiro'yu... kübalı brezilyalı kızlar... erkekler... yok anacım yok, siz adam olmazsınız. hayalinizde bile istanbul ve türkiye var ben daha ne diyeyim!
(Fotoların hepsini ben çektim. ilki izmirin muhteşem çeşmesi... sabah gazetesine girmeden bir hafta önce çeşmeye tatile gitmiştim. aylardan şubattı. yazın iğne atsan düşmez sahillerde in cin ben ve iki köpek top oynuyorduk. cennetin öteki adıydı anlayacağınız...
ikincisi bir iş arkadaşımın birkaç ay önce terk ettiği cihangirdeki evinin muhteşem manzarası. ne yazık ki evden sadece bir akşam sebeplenebildik. zaten iki saat sonraki muhabbet "eee muhteşem manzara da bak bak nereye kadar'a" dönüştü. insanoğlu işte memnuniyetsiz...
üçüncüsüne de detaya gerek yok. new york işte ve ünlü "I love New York" tişörtlerini satan bir dükkan.. almayanı dövüyorlar... Ben mi? sizce almış olabilir miyim?"
Yaa sigarayı bırakın da donmayalım
Kafeler lütfen dışarıya elektrikli ısıtıcılar koyun!!! Biz sigara içmeyenler olarak, çoğunlukta olan ve sigara içen arkadaşlarımızla dedikodu yapmak için öğle yemeklerinde dışarı oturuyoruz... Ve sonuç olarak donuyoruz... Bu ne çile yaa!!! Ne sigaralarından kurtulabildik ne de soğuk havadan. Artık bırakın da şu sigarayı kurtulalım!! Pişt kime diyorum duysanıza!
İndirin bilet fiyatlarını... Protesto ediyorum!
Metrobüse gelen zammı protesto ediyorum!!! Yani şimdi 2 milyon yaparak kalabalığı azaltacaklarını mı düşünüyorlar? Biz yine balık istifi olacağız işte... Ben bu kentte şöyle keyifli keyifli yolculuk edemeyecek miyim hiç? Beşiktaş'tan İstanbul'un her tarafına vapur konmasını istiyorum. Neyse bedeli öderiz benim kışın bile iç çamaşırı giymemekle övünen sevgili Belediye Başkan'ım...
"Bütün tabiat ayaktayken bize oturmak yakışmaz" demiş K. İskender
"Şiir yazmak duygularını döküp duygusal olmak değildir... Şiir yazmak kendini Tanrı gibi hissetmektir. Sonra Tanrı olmadığını farkedip acı çekmektir..."
diyor şahsına münhasır adam Küçük İskender... biliyor musunuz kendisi her pazartesi gecesi, beyoğlundaki meis kafede şiir günleri düzenliyor. tam 17 yıldır...
ben üniversitedeyken ve düşünün tüyap kitap fuarı hala tepebaşındayken gitmiştim bir keresinde. büyük iskender ve nevzat çelik'in şiir okuması vardı. nevzat çelik'i çok az kişi tanır; bilmeyenler için söyleyeyim ki, kendisi ahmet kaya'nın efsane şarkısı "saçlarına yıldız düşmüş koparma anne" dizelerini de içeren "şafak türküsü" şiirini kaleme alan şairdir.
velhasıl ben o günden sadece bir elinde sigarası diğer elinde de bir şiir kitabıyla küçük iskenderi hatırlıyorum. öyle aşık olmuştum adama; dedim bu ipince adamdan bu sivrisinek gibi duran adamdan bu ses mi çıkar tanrım. bir insan böyle güzel şiir mi okurdu yaa...
işte bu anılarla dün akşam gittim meis kafeye. buz gibi bir havada sıcak bir ıhlamurla başladım beklemeye... herkesle teker teker tokalaştı iskender. öyle kendini Tanrı sananlardan değildi. ooo hoşgeldiniz diyordu herkese... sonra başladı. şiir bu işte. insanı alıyor başka bir dünyanın içine sokup üzerine de kapıyı kapatıveriyor bir anda... dakikalar geçtikçe utandım ki yıllardır bir kez bile zaman ayırıp da gitmemiştim. olsun.. iki saat boyunca hem küçük iskenderin hem de diğer amatör şairlerin şiirlerini dinledim. şiire gerçekten gönül veren bir dolu insandık işte... kütüphanemde hala şiir kitaplarının diğerlerinden daha fazla olmasıyla övünmüşümdür. lisedeyken yazardım ama şair olmak başka bir yetenek. dün gece bir kez daha anladım ki ermiş insanlar şairler. tek bir dizeyle koca bir romanda anlatılmak isteneni nasıl da veriyorlar.
ama nasıl ki şiir yazmak bir sanatsa onu okumak başlı başına başka bir sanat. sahnede elleriyle, gözleriyle, gülümsemesi ve kimi zaman ağzından tükürükler atarak okuduğu şiirlerle büyüdü gözümde kendisi... ve ben murathan'dan sonra bir başka eşcinsel şaire daha aşık olmuştum... ne yapalım bütün iyi şairler gay ise... bize de uzaktan uzaktan hayran olmak kalıyor işte...
dillerine emeğine sağlık koca şair İskender...
HAMİŞ: Küçük İskender'in son kitabı çıktı. ben de aldım... adı "Galileo'nun Pergeli"... şiddetle tavsiye ederim. Alın şiir kazansın... Ve kitaptan bir alıntı: Bütün tabiat ayaktayken oturak bize yakışmaz...
3.11.09
Savaş Abi'nin akerdeonundan
Cep telefonumu ters tuttuğum için de herkes yan duruyor:)) ama olsun, sonuç olarak galata köprü altında muhteşem bir müzik ziyafeti yaşattı bana ve hepimize kendileri. eve giderken yolumdan çevirip "gel bi daha bu geceyi bulamazsın" diyen muhteşem insan Savaş Ay... Ellerine gözüne yüreğine sağlık...
2.11.09
Damiano, çiğdem, erhan, tolga, ve niceleri... 3 pasta ve bir doğumgünü = Mutlu Bilge
İnsan gerçekten büyüyor. Şimdi ben küçük bilgeye bakıyorum. sonra yetişkine, sonra daha da büyüğüne. hepsi birbirinden o kadar farklı ki. kimi daha akıllı kimi daha az :)... kimi daha komik kimi daha hüzünlü. kimi ilişkilerinde ezilen kiminde ezen. ama hepsi özünde tabii ki ben. ama bazen bakıyorum da nasıl yapmışsın bunu bilge, nasıl bu kadar salak olabiliyorsun diyorum. insan büyüdükçe neyi anlıyor bence biliyor musunuz? kendinden değerli daha hiçbir şey olmadığını. yani biri seni kırınca veya tam tersine sevindirince en çok kendinin üzüldüğünü veya sevindiğini anlıyorsun. bir de insan büyüdükçe gerçekten büyüyor. hayatta yenilen kazıklar veya verilen ödüller sonunda hayatta bir tavrın bir duruşun oluyor. kimseye yalvarmadan ya da arkasından koşmadan kendin olabilmeye çalışıyorsun. evet kirli dünya ama sen temiz kalabiliyorsan gerçekten büyüyorsun. yoksa... küçülüyorsun...
bir de iyi olacaksın bence dünyada. yani güleryüzlü, insanları mutlu eden bir duruşun olacak. gülümseyen...
ben seviyorum gülümsemeyi. gerçekten otobüse binince sabahları günaydın demeyi seviyorum şoföre... sonra aptalca bir gökkuşağı mutlu edebiliyor beni...
ama sanırım aslında hiç önemsemeden geçmeye çalıştığım, öncesindeki bir hafta boyunca kendimi, yaşantımı, kimliğimi, amaçlarımı, başardıklarımı, başaramadıklarımı bir kasenin içine koyup enine boyuna sorguladığım doğumgünlerimi nedense derinine yaşayamadam geçemiyorum. insan neden yaşar? doğurmak için mi? aile kurmak için mi? işinde başarılı olmak için mi? ailesine iyi bir evlat olmak için mi? birey olmak için mi? bu soruları 30lu yaşlarıma geçtikten sonra artık daha çok sorar oldum ben... bir yanıt buldum mu? evet... tabii ki ... kendimi "doğu ile batı arasına sıkışmış bir kadın" olarak tanımlamaya karar verdim. aynı istanbul gibi işte, iki kıta arasına sıkışmış bir kentim ben de. ee ne demişler topraklarından uzaklaşmamalı kişi... ben de özüme döndüm işte istanbul'a!!!
gelelim doğumgünüme. buraya not yazan herkesi seviyorum. ama gerçekten seviyorum. sonra efendime söyleyeyim; beni gecenin saat üçünde taa romadan unutmadan arayıp gitarla "tanti auguri bilgeeeeee tanti auguri bilgeeee diye bağıran andrea ve damiano'ya, izmirlerin asker ocağından "aylardır bugünü bekliyordum; ohh be unutmadım" diye bu bloğun da en yakın takipiçisi "adsız"a, yine izmirden benim ruhumun diğer yarısı "yaşını sakın söyleme de hep genç sansınlar, unutma ki biz şarap gibi kadınlarız" diyen çiğ-de-mi-me, beni şarap ve pastayla şımartan, ardından da fener maçı izletmeye çalışan tolgacığıma, tamamen kaçak olarak katıldığım haber merkezi yemeğinde bana garsonları tavlayarak sürpriz pasta getiren, üzerine de üşenmeden not yazdırmayı unutmayan erhana, işyerinde pasta kesen kızlara (üç pasta oldu), bana akerdeonuyla şarkılar söyleyen Savaş abiye (savaş aydır kendisi) ve aylardır aradığım kitabı alan canıma teşekkür etmeyi bir borç, bin lütuf sayarım... düşündüm de ben iyi biriyim galiba... böyle dostlarım olduktan sonra... darısı geri kalan herkesin başına!!!
1.11.09
Bugün benm doğum günüm!
İnsanin kendine ait dünyaya kaydettiği sadece iki günü vardir... biri doğum diğeri de ölüm günü... Ölümümü bilemem, kimse bilemez. Ama annemin beni dünyaya getirdiği günü biliyorum. İşte o gün de bugün... 1 Kasim... Büyüdük işte bir yıl daha... Düşe kalka seve sevile aglaya güle...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)