Bugün çok sevdigim bir insanla oturduk... sohbet derin. neden-sonuç ilişkileri üzerine. nedenini bulamadığım, değiştirmeye çalıştığım onlarca konudan biri vardı masada...
konuştum konuştum, anlattım anlattım. "neden böyle" deyip durdum...
durdu; elindeki çaydan bir yudum aldı ve başladı...
"Kurşun kalem hikayesini bilir misin?"
"Hayır bilmiyorum.."
"Dinle öyleyse... şimdi mekanımız uzay... gidenlerse tabii ki türkler değil amerikalılar. amerikalı astronotlar marsta. yolculuğa milyonlarca dolar harcanmış... günlerce çalışıyorlar çalışıyorlar. bulmuşlar suyu, nehri, oksijeni. işleri bitecek dünyaya dönecekler. soğuk bir mars akşamı. böyle dışarda sert rüzgarlar esiyor (uzayda eser mi rüzgar?:))
neyse içlerinden biri, (muhtemelen neil'dır) diğerine döner ve der ki 'abicim şurdan tükenmez kalemi uzatır mısın? suyu nerede bulduğumuzu not etmem gerekiyor'... 'tamam abicim al bakalım.' 'aaa canım kardeşim bu yazmıyor...' neden şu ki uzayda yer çekimi yok. ee tükenmez kalem de akmıyor tabii ki. amerikalılar zeki ama yetmiyor; yetmiyor; yetmiyor.
durum NASA'ya iletiliyor ve başlıyor "akabilecek" bir kalem icat etme çalışmaları... 10 yılda 10 milyon dolar harcanıyor ve bulunuyor sonunda. uzaya yeniden çıkılıyor. sadece kalemi denemek için. ve zafer! evet kalem çalışıyor, Houston havada sevinçten. astronotlar öyle yer çekimi yokken birbirlerine sarılıyorlar. öpüşüyorlar falan..
Tabii o yıllarda Sovyetler-ABD çekişmesi inanılmaz. Savaşlar uzayda dönüyor. Kalemi icat edenler, kullananlar hepsi gazetelerde.. çarşaf çarşaf röportajlar, 32 dişi görünen dişler...
Aylar geçiyor sıra Sovyetlerin uzaya gitmesine geliyor. Rus astronotlar uzaya gidiyor. Görevlerini tamamlayıp dönüyorlar. Onlar da gazetelerde. ama öyle büyük röportajlar, süslü resimler yok. Sadece birkaç astronot, ellerinde bir kağıt.. Diğer ellerinde de kurşun kalem!!!"...
Bu sefer durma sırası bana geldi. Gülümsedim derin derin...
"Bu mudur yani? Kurşun kalem mi olay?"
"Evet kurşun kalem... Yani sana diyeceğim şu ki soruna odaklanmaktansa çözüme odaklan. Her şeyin aslında bir kurşun kalem kadar basit bir çözümü var. Yeter ki nereye odaklanacağını bil yeter..."
15.10.09
12.10.09
Nobel'i belki Obama aldı... Ama onu gerçekten hak edenler başkaları. İşte bu yıl ki Nobel Barış Ödülü'nün diğer adayları...
ö Nedense taktım bu Obama'nın Nobel almasına... tamam zaten kötü bir ödül, hatta bir dönem televizyonların en iyi programcısı Banu Avar'ın notayla yerinden edilmesine bile neden olan bir ödül... ama yine de geçmişte nitelikli başarılara da verilmemiş değil. örneğin, yaser arafat ile yitzak rabin ödülü almış, bir yıl sonra da bunun bedelini canıyla ödemişti...
"Eeee o zaman henüz hiçbir adım atmamış olan Obama neden evine götürsün ki madalyayı... yani başka kimse yok muydu onun kadar hak eden?" diye sordum kendime ve bu yıl ödüle diğer aday olanların kimler olduğuna bakındım. nasıl iyi isimler var biliyor musunuz? insan gerçekten dünyada gerçekten yaşamlarını, emeklerini, vakitlerini başkalarının hayatlarına adayanlar olduğunu görünce "neden yaşıyorum ki" diye sormadan edemiyor kendine.
Size arayıp da bulduklarımı yazmak istiyorum...

1- Sima Samar... 52 yaşında. Afgan. Ülkesinde tıp okumayı hak eden ilk kadın olmuş. Tüm hayatını çocuklar, yardıma muhtaç insanlara adamış. İlk hastanesini 1987 yılında açmış. O günden bugüne de 10 klinik, 4 hastane ve 17 bin kişiye hizmet veren okulun kurdelesini kesmiş. Bugüne kadar onlarca ödül almış. Tüm bunlar onu din adına katliamlar yapan ve insanların cehaleti üzerine büyüyen Taliban'ın hedefi haline getirmiş. Ölüm tehditleri altında yaşıyor. Onun için Afganistan'ın "Salman Rüşdi'si" deniyor. Yine de BBC'ye verdiği bir söyleşide şöyle demiş: "Ben hep tehlikedeydim. Umurumda değil..."
2- Piedad Cordoba... 54 yaşınd
a. Kolombiyalı. Avukat. Ülkesindeki takma adı "Barışın kadını"... Yıllarca Farc ile hükümet arasındaki çatışmaları durdurmak için arabuluculuk yaptı. 16 rehinenin serbest bırakılmasını sağladı. Bir rehine onun için "beni özgürülüğe uçuran tek melek" dedi. 1999'da kendisi de kaçırıldı ama kısa bir süre sonra özgürlüğüne kavuştu. Hükümet ve gerilla örgütü arasındaki çatışmaların barış ve diyalog yoluyla halledilebileceğine inanıyor. Sözlerini birilerinin duyması gerekiyor: "Bu savaşı kelimelerle bitirmeliyiz. Eğer benim bir tarafa yakın olduğumu düşünen varsa, varsın düşünsün."
3- Denis Mukwege... 53 yaşında. Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nden. Doktor. Hamilelikleri kötü gidince bir eşeğin arkasında kanlar içinde kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalan kadınları görünce jinekolog olmaya karar vermiş. Hayatını ise, her yıl 27 bin kadının tecavüze uğradığı, yüzde 70'inin de saldırıya uğradığı ülkesindeki kadınları rehabilite etmeye adamış. Kendi deyimiyle onları "ölümden kurtarıyor": "Kimi zaman günde 10 kadın geliyor. Kimileri defalarca tecavüze uğramış; çocuklarının, kocalarının, akrabalarının önünde. Ardından da işkenceler geliyor. Bu da soykırımın bir diğer şekli..." Bugüne kadar 21 bin kadını tedavi etmiş. Geçen yıl Olof Palme Ödülü'ne aldı. Ayrıca "Yılın Afrikalısı" oldu ve Birleşmiş Milletler insan hakları ödülünü de kucakladı.
4- Greg Mortenson... 51 yaşında. ABD'li. Dağcı. Tüm hayatı 1992 yılında kızkardeşinin epilepsi nedeniyle ölümüyle değişir. Onu anmak için Pakistan'ın kuzeyindeki Karakurum dağlarına tırmanmaya karar verir. Dağda aksilik olur ve dağcı yaralanır. 75 saat onu kurtarmak için çabalarlar. Dağın zirvesine ulaşamaz Mortenson, aşağı inerken yolunu şaşırır ve yanlışlıkla kamp yerine Korphe denilen küçük bir köye ulaşır. Ağır yaralı ve çok yorgundur. Köylüler onu tedavi ederek hayata döndürür. Mortenson, iyileştiğinde köye bir okul yapma sözü vererek ülkesine ayrılır. Ardından topladığı paralarla "Central Asia Institute"u kurar. Geri Pakistan'a döndüğünde, ajan denilerek önce Taliban, ardından afyan satıcıları tarafından kaçırılır, iki ateş arasında kalır. Müslümanlara yardım ediyor diye Amerikalılar hain ilan eder. Ama o vazgeçmez. Oradaki çocuklar okuyacaktır. "Bomba atabilirsiniz, prezervatif dağıtabilirsiniz, yollar kurup elektrik getirebilirsiniz. Ancak kızları eğitmediğiniz sürece bir toplum asla değişemez"... Enstitüsü bugün 131 ayrı bölgede 54 bin öğrenciye eğitim veriyor. Hikayesini yazdığı kitabı "best-seller" oldu. Aldığı ödüllerin sayısını kendisi bile bilmiyor...
"Eeee o zaman henüz hiçbir adım atmamış olan Obama neden evine götürsün ki madalyayı... yani başka kimse yok muydu onun kadar hak eden?" diye sordum kendime ve bu yıl ödüle diğer aday olanların kimler olduğuna bakındım. nasıl iyi isimler var biliyor musunuz? insan gerçekten dünyada gerçekten yaşamlarını, emeklerini, vakitlerini başkalarının hayatlarına adayanlar olduğunu görünce "neden yaşıyorum ki" diye sormadan edemiyor kendine.
Size arayıp da bulduklarımı yazmak istiyorum...

1- Sima Samar... 52 yaşında. Afgan. Ülkesinde tıp okumayı hak eden ilk kadın olmuş. Tüm hayatını çocuklar, yardıma muhtaç insanlara adamış. İlk hastanesini 1987 yılında açmış. O günden bugüne de 10 klinik, 4 hastane ve 17 bin kişiye hizmet veren okulun kurdelesini kesmiş. Bugüne kadar onlarca ödül almış. Tüm bunlar onu din adına katliamlar yapan ve insanların cehaleti üzerine büyüyen Taliban'ın hedefi haline getirmiş. Ölüm tehditleri altında yaşıyor. Onun için Afganistan'ın "Salman Rüşdi'si" deniyor. Yine de BBC'ye verdiği bir söyleşide şöyle demiş: "Ben hep tehlikedeydim. Umurumda değil..."
2- Piedad Cordoba... 54 yaşınd



Samba yapın Kübalılar... Blog kutlamaları 3 gün 3 gece...


Yer: Küba
Mekan: Tropicana Müzikali
Tarih: Mayıs ayının en güzel haftasıydı
Neden: Çünkü bir yaşındayım... Alttaki resimden daha eğlenceli olduğu kesin:)
11.10.09
Bir yaşına girdi bu blog... Teşekkürler... Thank you... Grazie... Gracias... Şükran... ve diğerleri...

O kadar çok işim var ki... ama şunu söyleyip gideceğim... yarın geri geleceğim...
Dün 1 yaşına girdi bu blog... 10 Ekim 2008 imiş ilk tarih baktım da...
ee bilge der ki: yazan, okuyan, birbirine söyleyen, benden feyz alan, burası yerine özel e-postalar atan, trabzondan antalya'ya kadar beni sadece okuyarak tanıyan, kısayollarına ekleyen, kıskançlıktan biri görünce ekranı kapatan, bu deli yine ne yazmış diye merak eden, amaaannn banane ne ki diye merak etmeyen herkese ama hepinize teşekkürler... bir de blogumu "bizim kız nerelerde geziniyor" diye kullanan babama ayrı bir selam ederim...
öpüldünüzzzzzzzz
(not resmim çok uyduruk oldu... daha delisini bulcam söz:))
10.10.09
Ermeniler, yaktınız annemin doğumgünü pastasını...!!!
Bugün annemin doğumgünü... sabahtan gidip hediyemi aldım. pastam da hazır... çantamı elime aldım gidiyordum... kii... yazı işlerinden bir ses... Bilgeeeeeeeeee... Ermeni-Türk anlaşmasının imzası gecikmiş..çantamı masaya bıraktım. hediyemi dolaba... pastayı da buzdolabına... oturdum masaya... neden gecikmişler diye düşünmeye başladım... yıkılan sayfalar, bakılan ajanslar... bu mesleği gerçekten isteyenlere bir örnektir.. duyurula!!
9.10.09
Nobel Barış Ödülü neden Obama'ya?
Geçtiğimiz tüm yıl boyunca Obama'nın adım adım seçilme sürecinin çok yakından bir tanığıydım. aday olduğu demokrat parti kongresini, seçimleri, yemin törenini, kahirede yaptığı "müslüman dünyaya çağrı" konuşmasını yerlerinden takip ettim. en başta gerçekten ümitliydim. konuşmalarında değindiği konuların olumlu olduğuna inanıyordum. gerçi dünyada bir barış "havası" esiyor ama bu havanın tamamını Obama'ya bağlamak çok da mümkün değil. Evet, dünyada bir değişiklik var. türkiyenin, ermeni, kürtler konularındaki henüz nereye açıldığı bilinmeyen "açılımlarında" mutlaka "Obamamania"nın etkisi vardır. ancak bakınız ki barışa henüz somut ne katkıda bulunmuştur? bu bilinmez... zaten daha çok yaptıklarına değil, verdiği umutların bir karşılığı olduğu sanılıyor ödülün. bakcaz artık 9 ayda nobel'i kapan obama'nın önümüzdeki yıl ne ödülü alacağına... ya da ödülü geri teslim edip etmeyeceğine...
Romantik çiftler çekirdek çitler...
2.10.09
komik...
havalanındayız... kardeşimin arkadaşlarının muhabbetini yakalamakta gerçekten zorluk çekiyorum. birbiri ardına espriler patlıyordu... biri de şuydu.. ben bu kadar geyiğini uzun zamandır görmemiştim...
adının sam olduğunu düşün... email adresini nasıl verirsin?
samethotmailnoktakom... peki samet kim?
kapiş?:)))
adının sam olduğunu düşün... email adresini nasıl verirsin?
samethotmailnoktakom... peki samet kim?
kapiş?:)))
Yolun açık olsun kardeşim..
Bugün kardeşimi uğurladım... Lyon'a / ya da bizim havayollarının deyimiyle "Liyon"a.
Yanında çete gibi birbirinden komik / birbirinden iri arkadaşlarıyla... kardeşim 4 yıl fransızca okudu ama bir satır bile fransızcasını duymadım. hep öğrenemediğini iddia etti. ee orada ne yapacak bilmiyorum.
Baktım Lyon içinden nehir geçen çok güzel köprüleri olan bir kentmiş... neyse bize de bir kapı çıktı işte. bi oraya gitmemiştim orasını da görmek artık farz... varsa bilen oraları yazsın da kardeşime gönderirim... çocukcağız bir başına kalmasın...
neyse biz onu çok özleyeceğiz... umarım keyfin yerinde olur ve lyon'da çok iyi vakit geçirirsin canımın içi...

Yanında çete gibi birbirinden komik / birbirinden iri arkadaşlarıyla... kardeşim 4 yıl fransızca okudu ama bir satır bile fransızcasını duymadım. hep öğrenemediğini iddia etti. ee orada ne yapacak bilmiyorum.
Baktım Lyon içinden nehir geçen çok güzel köprüleri olan bir kentmiş... neyse bize de bir kapı çıktı işte. bi oraya gitmemiştim orasını da görmek artık farz... varsa bilen oraları yazsın da kardeşime gönderirim... çocukcağız bir başına kalmasın...
neyse biz onu çok özleyeceğiz... umarım keyfin yerinde olur ve lyon'da çok iyi vakit geçirirsin canımın içi...
1.10.09
Yeni anketimiz piyasaya çıkmıştır... Haber ola!
Malum nefret ettiğim kış geldi ya... Böyle dona dona oturuyoruz geceleri. Ama benim nefret etmem sizin de sevmemeniz anlamına gelmiyor... Ne tutkunusunuz? Buz gibi kış / sarı eylül / sıcak yaz / kelebek ilkbahar... sağa yeni anket koydum... buyrun oylayın...
Obama'nın binbir yüzü / ama hepsi bir yüzü..:))
Seçileli bu kasım ayında/ki önümüzdeki aydır/ bir yıl olacak... Büyük umutlarla geldi, herkes gelişine belki de gereğinden fazla anlam yükledi; vs.vs.vs.. Obama'nın gelişinden beri her şeyi göz önünde. Ailesi, yediği yemekler, hangi kelimeyi kaç kere kullandığı, hangi lokmayı yutmadan önce kaç kere çiğnediği, nasıl yürüdüğü, "nasıl güldüğü" vs. vs. vs...
Bir de dünyanın dört bir tarafından yaşayıp da Obama'yla kafayı bozan bir kesim var.. Yukarıda arka arkaya sıraladığım noktaları teker teker inceleyenler var. Ben değilim asla, ama onları Eric Spiegelman da bunlardan biri işte. Kim tanımıyorum ama bir video yapmış çok komik. Obama'nın yüzlerce buluşmada verdiği gülüşlerin /ki buna sırıtma da denebilir/ fotoğraflarını toplamış. fotoşoplamış... ve arka arkaya sıralamış. ortaya da bu görüntü çıkmış. Sanki gerçekten bir kelle koymuşsun da yanındaki konukları değiştirmişsin gibi bir hava var... Buyrun seyri aleme...
Bir de dünyanın dört bir tarafından yaşayıp da Obama'yla kafayı bozan bir kesim var.. Yukarıda arka arkaya sıraladığım noktaları teker teker inceleyenler var. Ben değilim asla, ama onları Eric Spiegelman da bunlardan biri işte. Kim tanımıyorum ama bir video yapmış çok komik. Obama'nın yüzlerce buluşmada verdiği gülüşlerin /ki buna sırıtma da denebilir/ fotoğraflarını toplamış. fotoşoplamış... ve arka arkaya sıralamış. ortaya da bu görüntü çıkmış. Sanki gerçekten bir kelle koymuşsun da yanındaki konukları değiştirmişsin gibi bir hava var... Buyrun seyri aleme...
Barack Obama's amazingly consistent smile from Eric Spiegelman on Vimeo.
30.9.09
Ne arıyorsan içindedir:)
29.9.09
Benim koltuğum mu değerli astronotunki mi?
bazen buradan uzak kalıyorum. insan ciğerini açmak/açmamak/açmakta çekimser kalmak/sonuna kadar paylaşmak arasında gidip geliyor...
insan bazen zincirlerini kırmalı değil mi? mesela tatile gitmek... sahilde ayaklarını uzatmak, arkadan çocukların kumda oynama sesleri gelse. baktım da şöyle bi yazdıklarıma, umutlarıma, hep bir gitmek var. oysa ki ben hayatımın bu evresinde "gitmeyi"/hayatı değiştirmeyi/köklerini bırakmayı/en azından bir dönemliğine bırakmayı; bırakmış, bırakmaktan vazgeçmiş biriyim...
bazen bir yere köklerim bassın istiyorum, sonra masamda sola dönüp dünya haritasına bakıyorum.. yüzlerce ülke. bilmiyorum. gidebilirim de kalabilirim / nedenlerine bağlı!!!
düşünsenize şu işimize ne çok vakit harcıyoruz. hiç sevmediğimiz, bizim seçmediğimiz insanlarla dipdipe çalışıyoruz. iş umrumda değil diyenlere inanmayın, hepsinin umurundadır. bu krizde / ki bu krizi de sonuna kadar kullandıklarını düşünüyorum/ kim kalmak ister ki işsiz... onu gülümse, buna sırıt, sonra herkesin arkasından konuşanların, el ense öpüştüklerini görmek. sonra sana gülenlerin arkandan konuştuklarını duymak...
böyle bir ortam işte işyeri. sonra ay başında maaşını al bir günde bitsin/en fazla 15ine kadar dayansın... eeee??? so what??? mesela uzaylılar yukarıdan bakıp bize gülüyorlar mıdır? düşünsenize uzaydan bakarken ne kadar küçüğünüz... hele türkler. kalabalıklar ama küçükler... yani en azından rus/hint/amerikan olsaydık uzaya çıkıp büyük olduğumuzu gösterebilirdik. o da yok...olduğumuz topraklarda sayıyoruz... sonra işyerinde biri gelip senin önüne geçmeye çalışıyor... aloooo, alem uzaya çıktı sen benim koltuğumu istiyosun... sıkıysa git de mars'ta su bulan hintli astronotun koltuğunu al bakalım. ancak dikip dikebileceğin göz benim koltuğuma uzanabilir.. ama tabii dikebilirler fiziki olarak / çünkü koltuğum koccaaa gazetenin /müdürler hariç/ en güzel masası. en köşedeyim.. tam sote, ekranımı kimse görmüyor... ee bu koltuğa oturmak için ben 8 yılımı verdim, sen de ver sen de al di mi... (sıkıcı/soğuk/anlamsız salı gününden vurdum işte... bakalım gün ne getirecek?)
Foto: bizim binadan muhteşem gün batımı... ceple çektiğim için çok iyi değil ama yine de sevdim ben renkleri...sonbaharın tek güzel yanı bu mudur? günbatımı...)
Şems'in 40 kuralı
Kural 19: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.
21.9.09
Viva Cuba, Viva Revolucion!!!
Latin Amerika'nın en ünlü şarkıcılarından biri Juanes... Kolombiyalı... kendisi için aynı zamanda bir afet de denilebilir kimi durumlarda.. tabii ilgi alanına esmerler ve güney amerikalılar girenler için...
neyse konumuz Juanes'in tipi değil, bu hafta imza attığı bir konserdi... Konserin yeri Küba'ydı. tabii yer küba olunca benim ilgim de birkaç kat arttı. gönlünün tamamını muhteşem ülkede bırakan biri olarak. Konseri düzenleyen "Sınır tanımayan barış" adlı bir örgüttü. asıl amacı Küba ile ABD arasında bir köprü oluşturmak ve ambargoya dikkat çekmekti. Devrim Meydanı'ndaki konsere 1 milyon kişi katılmış.. ben niye bu soğuk sıkıcı istanbuldayım da dünyada bir milyon şanslı kişi ordaydı... neden?
bu anlamsız soruya asla yanıt veremedim bu zamana kadar... ama bolca arttırdım seçenekleri, neden arjantinde tango yapmıyorum, afrikada fillerin üzerinde gezmiyorum veya kuzey kutbunda bir dağ evinde şömine karşısında somon füme yemiyorum... içim sıkıldı yine..
neyse geri dönüyorum... konser yapıldı. beyazlar içindeki şarkıcılar kübalılar müzikle kendilerinden geçtiler. tabii müzikten, hayattan, güzelliklerden nasibini almakta hep iki kere düşünen, asla kendini hayatın akışına bırakamayacak kadar cahil amerikan halkına da bu konseri protesto etmek kaldı. neden mi? efendim neden Juanes "diktatör" bir ülkede konser veriyormuş... sanane? koca bir milyon kişi mutlu da bi siz mi "kurtaracaksınız" küba'yı? kurban olsunlar küba'daki güzelliklere diyorum, siz gidin hamburgerlerinizle beslenin, küba karşıtı propaganda yapın... daha çok milyonların katıldığı konserler yapılır kübada... darısı benim de o milyonların içinde biri olmamı nasip eder inşallah!!!
(çözünürlüğü çok iyi değil ama dailymotion'dan bulduğum bir konser görüntüsüyle sizi başbaşa bırakıyorum. youtube'a girenlere sesleniyorum: http://www.youtube.com/watch?v=j6p_hoXj3Dw bu linke tıklarsanız birçok videoyu izleyebilirsiniz...
Viva Cuba, Viva Revolucion!!!
neyse konumuz Juanes'in tipi değil, bu hafta imza attığı bir konserdi... Konserin yeri Küba'ydı. tabii yer küba olunca benim ilgim de birkaç kat arttı. gönlünün tamamını muhteşem ülkede bırakan biri olarak. Konseri düzenleyen "Sınır tanımayan barış" adlı bir örgüttü. asıl amacı Küba ile ABD arasında bir köprü oluşturmak ve ambargoya dikkat çekmekti. Devrim Meydanı'ndaki konsere 1 milyon kişi katılmış.. ben niye bu soğuk sıkıcı istanbuldayım da dünyada bir milyon şanslı kişi ordaydı... neden?
bu anlamsız soruya asla yanıt veremedim bu zamana kadar... ama bolca arttırdım seçenekleri, neden arjantinde tango yapmıyorum, afrikada fillerin üzerinde gezmiyorum veya kuzey kutbunda bir dağ evinde şömine karşısında somon füme yemiyorum... içim sıkıldı yine..
neyse geri dönüyorum... konser yapıldı. beyazlar içindeki şarkıcılar kübalılar müzikle kendilerinden geçtiler. tabii müzikten, hayattan, güzelliklerden nasibini almakta hep iki kere düşünen, asla kendini hayatın akışına bırakamayacak kadar cahil amerikan halkına da bu konseri protesto etmek kaldı. neden mi? efendim neden Juanes "diktatör" bir ülkede konser veriyormuş... sanane? koca bir milyon kişi mutlu da bi siz mi "kurtaracaksınız" küba'yı? kurban olsunlar küba'daki güzelliklere diyorum, siz gidin hamburgerlerinizle beslenin, küba karşıtı propaganda yapın... daha çok milyonların katıldığı konserler yapılır kübada... darısı benim de o milyonların içinde biri olmamı nasip eder inşallah!!!
(çözünürlüğü çok iyi değil ama dailymotion'dan bulduğum bir konser görüntüsüyle sizi başbaşa bırakıyorum. youtube'a girenlere sesleniyorum: http://www.youtube.com/watch?v=j6p_hoXj3Dw bu linke tıklarsanız birçok videoyu izleyebilirsiniz...
Viva Cuba, Viva Revolucion!!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)