11.10.09

Bir yaşına girdi bu blog... Teşekkürler... Thank you... Grazie... Gracias... Şükran... ve diğerleri...


O kadar çok işim var ki... ama şunu söyleyip gideceğim... yarın geri geleceğim...
Dün 1 yaşına girdi bu blog... 10 Ekim 2008 imiş ilk tarih baktım da...

ee bilge der ki: yazan, okuyan, birbirine söyleyen, benden feyz alan, burası yerine özel e-postalar atan, trabzondan antalya'ya kadar beni sadece okuyarak tanıyan, kısayollarına ekleyen, kıskançlıktan biri görünce ekranı kapatan, bu deli yine ne yazmış diye merak eden, amaaannn banane ne ki diye merak etmeyen herkese ama hepinize teşekkürler... bir de blogumu "bizim kız nerelerde geziniyor" diye kullanan babama ayrı bir selam ederim...

öpüldünüzzzzzzzz

(not resmim çok uyduruk oldu... daha delisini bulcam söz:))

10.10.09

Ermeniler, yaktınız annemin doğumgünü pastasını...!!!

Bugün annemin doğumgünü... sabahtan gidip hediyemi aldım. pastam da hazır... çantamı elime aldım gidiyordum... kii... yazı işlerinden bir ses... Bilgeeeeeeeeee... Ermeni-Türk anlaşmasının imzası gecikmiş..çantamı masaya bıraktım. hediyemi dolaba... pastayı da buzdolabına... oturdum masaya... neden gecikmişler diye düşünmeye başladım... yıkılan sayfalar, bakılan ajanslar... bu mesleği gerçekten isteyenlere bir örnektir.. duyurula!!

9.10.09

Nobel Barış Ödülü neden Obama'ya?

Öğle saatlerinde yazı işlerinde dolanırken televizyonda "son dakika"yı gördüm... Nobel Barış Ödülü Barack Obama'ya diye... tamam nobel beni daha önce de birçok kez şaşırttı. nasıl oyunlar oynandığı, nobelin nasıl ve kimlere öncelikle verildiğini biliyordum. okumuştum en azından birkaç yerde. ama gerçekten barış ödülünün obamaya verilmesine inanamadım. açıklamada da "uluslararası diplomasi ve halklar arasındaki işbirliğini arttırmasına yönelik olağanüstü çabaları" nedeniyle ödülün verildiği kaydediliyor.
Geçtiğimiz tüm yıl boyunca Obama'nın adım adım seçilme sürecinin çok yakından bir tanığıydım. aday olduğu demokrat parti kongresini, seçimleri, yemin törenini, kahirede yaptığı "müslüman dünyaya çağrı" konuşmasını yerlerinden takip ettim. en başta gerçekten ümitliydim. konuşmalarında değindiği konuların olumlu olduğuna inanıyordum. gerçi dünyada bir barış "havası" esiyor ama bu havanın tamamını Obama'ya bağlamak çok da mümkün değil. Evet, dünyada bir değişiklik var. türkiyenin, ermeni, kürtler konularındaki henüz nereye açıldığı bilinmeyen "açılımlarında" mutlaka "Obamamania"nın etkisi vardır. ancak bakınız ki barışa henüz somut ne katkıda bulunmuştur? bu bilinmez... zaten daha çok yaptıklarına değil, verdiği umutların bir karşılığı olduğu sanılıyor ödülün. bakcaz artık 9 ayda nobel'i kapan obama'nın önümüzdeki yıl ne ödülü alacağına... ya da ödülü geri teslim edip etmeyeceğine...

Romantik çiftler çekirdek çitler...

Edirne'ye düştü yine yolum. bir dostu ziyaret edip döndüm apar topar... zaten üniversitemi de orda okumuştum. çok severim orayı... uzun uzun edirneyi yazacağım. şimdi çok işler var toparlıcam. bu arada da sizi tipik bir edirneli karı kocanın boş vakitlerini geçirme tarzını "derinlemesine" yansıtan bir fotoğrafla başbaşa bırakıyorum... Yer Saraçlar Çarşısı... çekirdek çitleyin, çitleyelim:))

2.10.09

komik...

havalanındayız... kardeşimin arkadaşlarının muhabbetini yakalamakta gerçekten zorluk çekiyorum. birbiri ardına espriler patlıyordu... biri de şuydu.. ben bu kadar geyiğini uzun zamandır görmemiştim...
adının sam olduğunu düşün... email adresini nasıl verirsin?
samethotmailnoktakom... peki samet kim?
kapiş?:)))

Yolun açık olsun kardeşim..

Bugün kardeşimi uğurladım... Lyon'a / ya da bizim havayollarının deyimiyle "Liyon"a.
Yanında çete gibi birbirinden komik / birbirinden iri arkadaşlarıyla... kardeşim 4 yıl fransızca okudu ama bir satır bile fransızcasını duymadım. hep öğrenemediğini iddia etti. ee orada ne yapacak bilmiyorum.
Baktım Lyon içinden nehir geçen çok güzel köprüleri olan bir kentmiş... neyse bize de bir kapı çıktı işte. bi oraya gitmemiştim orasını da görmek artık farz... varsa bilen oraları yazsın da kardeşime gönderirim... çocukcağız bir başına kalmasın...
neyse biz onu çok özleyeceğiz... umarım keyfin yerinde olur ve lyon'da çok iyi vakit geçirirsin canımın içi...

1.10.09

Yeni anketimiz piyasaya çıkmıştır... Haber ola!

Malum nefret ettiğim kış geldi ya... Böyle dona dona oturuyoruz geceleri. Ama benim nefret etmem sizin de sevmemeniz anlamına gelmiyor... Ne tutkunusunuz? Buz gibi kış / sarı eylül / sıcak yaz / kelebek ilkbahar... sağa yeni anket koydum... buyrun oylayın...

Obama'nın binbir yüzü / ama hepsi bir yüzü..:))

Seçileli bu kasım ayında/ki önümüzdeki aydır/ bir yıl olacak... Büyük umutlarla geldi, herkes gelişine belki de gereğinden fazla anlam yükledi; vs.vs.vs.. Obama'nın gelişinden beri her şeyi göz önünde. Ailesi, yediği yemekler, hangi kelimeyi kaç kere kullandığı, hangi lokmayı yutmadan önce kaç kere çiğnediği, nasıl yürüdüğü, "nasıl güldüğü" vs. vs. vs...
Bir de dünyanın dört bir tarafından yaşayıp da Obama'yla kafayı bozan bir kesim var.. Yukarıda arka arkaya sıraladığım noktaları teker teker inceleyenler var. Ben değilim asla, ama onları Eric Spiegelman da bunlardan biri işte. Kim tanımıyorum ama bir video yapmış çok komik. Obama'nın yüzlerce buluşmada verdiği gülüşlerin /ki buna sırıtma da denebilir/ fotoğraflarını toplamış. fotoşoplamış... ve arka arkaya sıralamış. ortaya da bu görüntü çıkmış. Sanki gerçekten bir kelle koymuşsun da yanındaki konukları değiştirmişsin gibi bir hava var... Buyrun seyri aleme...


Barack Obama's amazingly consistent smile from Eric Spiegelman on Vimeo.

30.9.09

Ne arıyorsan içindedir:)

Bu sabah servise yürürken bir apartmanın duvarında rastladım bu resimlere... nasıllar ama... insanı güne güzel hazırlıyor... paylaşayım dedim...

29.9.09

Benim koltuğum mu değerli astronotunki mi?


bazen buradan uzak kalıyorum. insan ciğerini açmak/açmamak/açmakta çekimser kalmak/sonuna kadar paylaşmak arasında gidip geliyor...
insan bazen zincirlerini kırmalı değil mi? mesela tatile gitmek... sahilde ayaklarını uzatmak, arkadan çocukların kumda oynama sesleri gelse. baktım da şöyle bi yazdıklarıma, umutlarıma, hep bir gitmek var. oysa ki ben hayatımın bu evresinde "gitmeyi"/hayatı değiştirmeyi/köklerini bırakmayı/en azından bir dönemliğine bırakmayı; bırakmış, bırakmaktan vazgeçmiş biriyim...
bazen bir yere köklerim bassın istiyorum, sonra masamda sola dönüp dünya haritasına bakıyorum.. yüzlerce ülke. bilmiyorum. gidebilirim de kalabilirim / nedenlerine bağlı!!!

düşünsenize şu işimize ne çok vakit harcıyoruz. hiç sevmediğimiz, bizim seçmediğimiz insanlarla dipdipe çalışıyoruz. iş umrumda değil diyenlere inanmayın, hepsinin umurundadır. bu krizde / ki bu krizi de sonuna kadar kullandıklarını düşünüyorum/ kim kalmak ister ki işsiz... onu gülümse, buna sırıt, sonra herkesin arkasından konuşanların, el ense öpüştüklerini görmek. sonra sana gülenlerin arkandan konuştuklarını duymak...
böyle bir ortam işte işyeri. sonra ay başında maaşını al bir günde bitsin/en fazla 15ine kadar dayansın... eeee??? so what??? mesela uzaylılar yukarıdan bakıp bize gülüyorlar mıdır? düşünsenize uzaydan bakarken ne kadar küçüğünüz... hele türkler. kalabalıklar ama küçükler... yani en azından rus/hint/amerikan olsaydık uzaya çıkıp büyük olduğumuzu gösterebilirdik. o da yok...olduğumuz topraklarda sayıyoruz... sonra işyerinde biri gelip senin önüne geçmeye çalışıyor... aloooo, alem uzaya çıktı sen benim koltuğumu istiyosun... sıkıysa git de mars'ta su bulan hintli astronotun koltuğunu al bakalım. ancak dikip dikebileceğin göz benim koltuğuma uzanabilir.. ama tabii dikebilirler fiziki olarak / çünkü koltuğum koccaaa gazetenin /müdürler hariç/ en güzel masası. en köşedeyim.. tam sote, ekranımı kimse görmüyor... ee bu koltuğa oturmak için ben 8 yılımı verdim, sen de ver sen de al di mi... (sıkıcı/soğuk/anlamsız salı gününden vurdum işte... bakalım gün ne getirecek?)
Foto: bizim binadan muhteşem gün batımı... ceple çektiğim için çok iyi değil ama yine de sevdim ben renkleri...sonbaharın tek güzel yanı bu mudur? günbatımı...)

Şems'in 40 kuralı

Kural 19: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı, sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

21.9.09

Viva Cuba, Viva Revolucion!!!

Latin Amerika'nın en ünlü şarkıcılarından biri Juanes... Kolombiyalı... kendisi için aynı zamanda bir afet de denilebilir kimi durumlarda.. tabii ilgi alanına esmerler ve güney amerikalılar girenler için...
neyse konumuz Juanes'in tipi değil, bu hafta imza attığı bir konserdi... Konserin yeri Küba'ydı. tabii yer küba olunca benim ilgim de birkaç kat arttı. gönlünün tamamını muhteşem ülkede bırakan biri olarak. Konseri düzenleyen "Sınır tanımayan barış" adlı bir örgüttü. asıl amacı Küba ile ABD arasında bir köprü oluşturmak ve ambargoya dikkat çekmekti. Devrim Meydanı'ndaki konsere 1 milyon kişi katılmış.. ben niye bu soğuk sıkıcı istanbuldayım da dünyada bir milyon şanslı kişi ordaydı... neden?
bu anlamsız soruya asla yanıt veremedim bu zamana kadar... ama bolca arttırdım seçenekleri, neden arjantinde tango yapmıyorum, afrikada fillerin üzerinde gezmiyorum veya kuzey kutbunda bir dağ evinde şömine karşısında somon füme yemiyorum... içim sıkıldı yine..
neyse geri dönüyorum... konser yapıldı. beyazlar içindeki şarkıcılar kübalılar müzikle kendilerinden geçtiler. tabii müzikten, hayattan, güzelliklerden nasibini almakta hep iki kere düşünen, asla kendini hayatın akışına bırakamayacak kadar cahil amerikan halkına da bu konseri protesto etmek kaldı. neden mi? efendim neden Juanes "diktatör" bir ülkede konser veriyormuş... sanane? koca bir milyon kişi mutlu da bi siz mi "kurtaracaksınız" küba'yı? kurban olsunlar küba'daki güzelliklere diyorum, siz gidin hamburgerlerinizle beslenin, küba karşıtı propaganda yapın... daha çok milyonların katıldığı konserler yapılır kübada... darısı benim de o milyonların içinde biri olmamı nasip eder inşallah!!!

(çözünürlüğü çok iyi değil ama dailymotion'dan bulduğum bir konser görüntüsüyle sizi başbaşa bırakıyorum. youtube'a girenlere sesleniyorum: http://www.youtube.com/watch?v=j6p_hoXj3Dw bu linke tıklarsanız birçok videoyu izleyebilirsiniz...

Viva Cuba, Viva Revolucion!!!


Ev açması baklava yoksa bayramın ne anlamı olur ki?

Küçükken nefret ederdim bayramlarda erken kalkmaktan... babam sabah namaza giderdi, geldiğimizde kahvaltı masası mutlaka hazır bulunmalıydı... annem zavallı, emektar kadıncağızım evin. erkenden kalkar bütün masayı hazırlar sonra bizi uyandırırdı... eğer bir yere gitmeyeceksek ben kahvaltıdan sonra yine uyurdum... tabii öncesinde ailece bayramlaşırdık...
yıllar geçtikçe bayramları daha çok sevmeye başladım. hatırlarım da yollar bir işkenceydi eskidende... hani şimdi trafikten şikayet edenlere sözümdür... annanemler anadolu yakasında oturuyorlar. biz ise bahçelievlerdeydik yıllarca... arabaya atlardık. öyle bir trafik olurdu ki dur-kalk-dur-kalk... hatırlarım da ablamla iskambil kağıtlarını alır arka koltukta oynardık. sonra bir de adetimiz vardı yanımıza mutlaka kasetler toplardık.. en sevdiklerimizden. çünkü köprüye yaklaştıkça radyo çekmezdi. radyoyı kapatır kasetleri dinlerdik teker teker... oya-bora vardı hatırlıyorum da...
ayyy ne nefret ederdim o trafikten yoldan... görüyorum ki aradan yıllar geçmiş hiçbir şey değişmemiş...
trafik aynı iğrençlikte devam ediyor. ama o kötüleştikçe benim içimdeki bayram tutkusu büyüdü. artık sabahları erken kalkmaktan, iğrenç trafiğin sonunda annanemin (artık yaşlandığı için bayrağı teyzeme devretti), hep beraber kahvaltı etmekten, en güzel giysilerimi giymekten ve sokakta tanımadıklarıma iyi bayramlar demekten çok mutlu oluyorum. yaşlanıyor muyum ne? olsun... eğer yaşlanmak buysa ben bunu da seviyorum demek ki...
herkese bol bol tatlılı (mümkünse ev açması baklavalı), bol harçlıklı (yeğenlerime ben harçlık veriyorum artık- kesin yaşlandım), bol keyifli bir bayram diliyorum.. biz gazeteciler köle olduğumuz için çalışıyoruz-- çalışmayanlara selam olsun!!!

9.9.09

Bu da benden bir Kürtçe açılım

Bizim gazeteden çok saygı duyduğum biri, aşağıdaki "seni seviyorum"a bir katkıda bulunmak istemiş... "Ez jı te hez dıkım"... ben de isteğini kırmayarak not ediveriyorum...

7.9.09

Seni seviyorum...

Dünyanın en güzel sözüdür... hem söylemesi insanı mutlu eder hem de söylenmesi... bundan daha güzel bir söz var mıdır ki dünyada insanı bambaşka bir boyuta taşısın... yoktur, yoktur, yoktur... yani hepimiz gitcez bi gün, valizimizi toplayıp. ne bileyim, yağmur yağıyor, sonbahar geldi... diyorum ki, öyle saçma içi boş balonlarla değil, böyle eylül ya... içimden geldi. diyesim geldi işte... kırmadan, vurmadan, ağlamadan geçen günleri düşünün, sevdiklerini, özlediklerini, arzuladıklarını düşün.. ne çıkar ki desen birilerine.. ne çıkar? bilge der ki: seç beğen al o zaman...

Afrikaca: Ek is lief vir jou!
Arnavutça: Te dua!
Ermenice: Yes kez si'rumem!
Baskça: Maite zaitut!
Bosnaca: Volim te!
Bulgarca: Obicham te!
Hollandaca: Ik hou van je!
İngilizce: I love you!
Farsça: Tora dost daram!
Fince: Mä rakastan sua!
Fransızca: Je t'aime!
Almanca: Ich liebe dich!
Yunanca: S’agapo
İbranice: Anee ohev otakh
Macarca: Szeretlek!
İzlandaca: Eg elska thig!
İtalyanca: Ti amo!
Latince: Te amo!
Norveççe: Jeg elsker deg!
Portekizce: Eu te amo!
İspanyolca: Te amo!
Gallerce: Welsh Rwy'n dy garu di!