6.3.10

Otelimin balkonundan Bagdat ve Dicle Nehri




Ya muhammed ya ali!

Sii mahallelerinde Hz. Ali posterleri hakim...

Bilge Bagdat'ta... Korkuyor muyum EVET; ama yine de diyorum ki iyi ki gelmisim


“Aman oraya gitme, insan hiç Bağdat’a gider mi, deli misin sen kız başına, kafana bomba düşsün de gör” gibi tüm cümleleri kulak ardı ederek perşembe sabaha karşı kalkan uçakla Irak’ın başkenti Bağdat’a geldim. Ve geldiğim her dakikaya şükrediyorum ki iyi ki de gelmişim.
Neresinden başlasam da anlatsam. 2003’ten beri Amerika’nın işgali altında Irak. Ancak artık sokaklardaki devriyeyi tamamen Irak polisine devretmiş ABD ordusu. Bu yüzden ortalıklarda hiç dolaşmıyorlar. Kendilerini sadece bi havaalanında sürü halinde bir de basın toplantılarında kulaklarında cihazlarıyla ajan/güvenlik/istihbaratçı modellerinde görebilirsiniz. Ya da ağzında sakız kimin varsa bilin ki o Amerikalıdır.
Boşverelim Amerikalıları. Gelelim Bağdat’a... içinden ne güzel bir Dicle akar ki görmelisiniz. Eskiden kıyıdan kıyıya tekne gezintileri, sağında solunda kafeler varmış. Arka arkaya patlayan bombalar, silahlı çatışmalar, mezhep kavgaları mahvetmiş Bağdat’ı. Artık Dicle’ye sadece üzerinden geçen onlarca köprüden yürürken bakabiliyorsunuz.
Bağdat çok eski bir kent. Bir kere her yer sapsarı. Hem binalar sarı hem de çölden gelen kumlar rüzgarla birleşince her şeyi tek bir renk yapıyor. Bir de tepenizden hiç eksik olmayan güneş tabii ki.
Birçok yapı Saddam zamanında yapılmış. İşlemeli oymalı, kakmalı binalar, muhteşem camiler. Büyük büyük meydanlar. Savaş başlayıp da Saddam da gidince herkes kendi arasında paylaşmış. Tabii bir masa etrafında oturarak değil, savaşarak. Dicle’ye bakan güzelim muhteşem binaların 1000 metrekare olduğunu söylüyor Amer (bu arada bunu yazarken otel odasının tepesinden sürekli helikopterler devriye geziyor). Kendisine de Saddamın oglu Uday bir ev hediye etmiş. Ama savaştan sonra hepsini alıp kendi aralarında yöneticiler paylaşmışlar. Saddam’ın partisi Baas üyeleri de artık Ürdün, Suudi Arabistan veya Suriye’de yaşıyorlarmış.

Bağdat’ta mahalleler tamamen ayrılmış, Şii ve Sünni diye. Zaten hangi mahalledeyim diye merak etmenize hiç gerek yok; Hz. Ali resmi size Şii bölgesinde olduğunuz hemen hatırlatıveriyor. Sünni mahallelerine ise genelde “Kaide” deniyor; El Kaide’yi anımsatarak.
Ben nasıl mıyım? Yanımızda kapı gibi bir mihmandar var desem yanlış olmaz. Amer’a her kapı açılıyor. Camları kurşun geçirmez bir araçla gece gündüz Bağdat sokaklarındayız. Ve şunu söyleyeyim ki sokaklardaki tek yabancı ben ve foto muhabiri Kutup abiydi. Geri kalan herkes Iraklı. Zaten ajanslar da tuttukları Iraklı gazetecileri haber yapmak için sokaklara salıyor. Kendileri otel odalarında oturuyorlar. Tüm işi yapan, kelle koltukta yaşayan Iraklılar, kaymağını ise Fransız Amerikalı gazeteciler yiyor.
Neyse biz yine de temkini elden bırakmadan gezdik bol bol sokaklarda. En işlek caddesi buranın Kerrada. Aynı zamanda en zengin bölgesi. Bizim rehberin arkadaşı evini tam 300 bin dolara almış. 400 metrekareymiş. Dedim içimden acaba Irak’a gelip de çalışsam mı diye.
Tabii yoksul yerleri de yok değil. Özellikle Reşit denilen bölge içler acısı halde.
Ben buraya niye mi geldim? Pazar günü parlamento seçimleri var ve 19 milyon Iraklı sandık başına gidip hem başbakan hem de meclisi seçecek. O yeni meclis de Talabani’nin yerine yeni cumhurbaşkanını atayacak. Aslında bu seçimler Türkiye için de çok önemli. Çünkü gelen başbakan ABD ve diğer işgal gücü askerlerinin de çekilmesini yöneten isim olacak. Bu askerlerin Türkiye üzerinden çekilmesi görüşülürken yeni isim bizim için de büyük önem taşıyor. Ayrıca Kürt partilerin yüzde kaç oy alacağı da önemli. Ama bu kadar önemli bir seçimi sadece Türk gazeteci olarak benim izlemem de benim için çok önemli. Tabii ki ajanslar var ama gazete tek biziz.

Bana korkuyor musun diye sorarsanız yanıtım evet olur. Hayatımda hiçbir ülkede buradaki kadar tedirgin ve gergin olmadım. Ne bileyim her an her dakika bir patlama olabilir. Bir de siz unutsanız da güvenlik noktalarında askerler size hatırlatıyor zaten ortamın ne kadar gergin olduğunu. Sonuçta bizim kaldığımız otel daha iki ay öncesinde büyük bir patlama yaşamış. Hem de lobinin tam ortasında. 16 kişi ölmüş. Böyle olunca insanın lobide oturası bile gelmiyor. Ama en çok geceleri korkuyorum. Pasaportumu ve cüzdamını yastığın altına koyup kapımı da kitliyorum. Belki abartıyorum ve buraya gelmeden önce bana söylenenler yüzünden korkuyorum. Bilmiyorum ki. Ama sonuçta burada birçok yabancı gazeteci kaçırıldı ve ben onlardan biri olmak istemiyorum.

Neyse dönelim Bağdat’a... Şunu söyleyeyim ki burada Saddam Hüseyin sanki hiç yaşamamış gibi. Evet bir diktatördü ve eli de çok kanlıydı. Ama yine de insan en az 35 yıl ülkeyi tek başına yönetmiş bir adamdan bir iz kalsın istiyor. Aradan sadece 7 yıl geçti ve Saddam’ın bırakın bir eserini, resmini görmek adı bile anılmıyor. Koca bir tarih bu kadar mı çabuk kaybolur ki? Hatta bir Şii mahallesinden geçerken yüksek sesle Saddam’la ilgili bir şey söylediğimde Amer beni susturup “O adamın adını burda anma. Valla bağırabilirler sana” diyerek beni uyardı.

Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Seçimler belki kukla hükümetlerle gidiyor, ABD ve dünyanın işine gelenler o koltuğa oturuyor. Ancak bu sadece Irak’ta öyle değil ki; tüm az gelişmiş ülkelerde aynı. Yine de bu halk sandık başına gitmekten pek mutlu ve umutlu. Saddam’ın o ölüm tarzını hak etmediğini söyleyen bir sürü Bağdatlıyla tanıştım. Keşke hapiste veya sürgünde olsaydı da asılmasaydı diyorlar. Ve ABD güdümünde bir ülke haline gelmenin üzüntüsü ve korkusu hepsinde var. Bakalım yarın ne olacak? Şimdilik bilgeden bu kadar.
(foto: Basbakan adaylarindan Iyad Allavi'nin basin toplantisi sonrasi tanklarin yaninda fotograf cektirdim. Türk oldugumu herkes acayip sicak davraniyor)

5.3.10

Bagdattayim!!!

Pazar gunu yapilacak Irak secinlerini izlmeke icin savas altindaki bagdata geldim.. daha sonra fotograf yukleyecegim... ama iyiyim ve merak edenler icin henuz yanimda bomba patlamadi... ama kader:))

24.2.10

Alkazar Kapanıyormuş!!! çok üzüldüm...



Beyoğlu'ndan aşağı doğru inerken soldaki muhteşem binalardan biridir kendileri. saçma sapan giyim kuşam dükkanlarından çok daha güzel, çok daha zarif, çok daha Beyoğlu'dur kendisi... Kiminiz hiç dikkat bile etmemişsinizdir belki. Kapısında iki tane zarif kadın heykelciği vardır. Sağlı sollu. elleri yanlarından sarkan kadınlara bakarak ve hayran kalarak içeriye giren sinemaseverleri karşılarlar.
Bir gün o kadar üzgündüm ki... bundan iki yıl önceydi sanırım. öyle boş boş yukarı doğru eve yürürken sağıma döndüm. "4 ay 3 hafta 2 gün" adlı filmi afişini gördüm. Durdum, içeri girdim ve bilet aldım. izlediğim en güzel filmlerden biriydi. Sonra semih kaplanoğlu'nun "süt" filmini izledim orda. hani geçen günlerde altın ayıyı alan yönetmen. muhteşem filmlerdi. kendi halinde ama muhteşem. içerisi o kadar boştu ki her iki filmde de... ne yazık...
işte tüm bunların sonucunda kapanıyor alkazar sineması. ben kapanmasını istemiyorum. gerçekten çok üzüldüm. demiş ki Adalet Dinamit sinema yönetimi adına: “Alkazar Sineması'nı bütünüyle yenileyip 28 Şubat 1994 tarihinde “Germinal” filminin gösterimi ile açılışını yaparak, yeni bir film programı anlayışı ile sinemaseverlerin hizmetine sunan biz Alkazar Sineması'nın yönetimi, buruk bir hüznü tüm benliğimizle hissettiğimiz şu günlerde bu oyunu yeniden anımsadık. Büyük alışveriş merkezlerindeki son derece yüksek yatırımlarla yapılan, teknolojik olanaklarla donatılmış olan ve popüler, ticari filmleri izleyiciye sunan 8-10 perdeli sinema salonlarına karşı, adeta kahraman bakkallar gibi küçük, iddiasız sanat sineması olmayı sürdürecek gücümüz ne yazık ki kalmadı.”

çok üzüldüm. gerçekten üzüldüm.

19.2.10

İstanbul uzaydan "tweet"lendi


Hani şu twitter var ya. siz bilebilirsiniz ama benim annem ve babam hala bilmiyor ne olduğunu. twitter, böyle gün içerisinde ne yapıyorsan internete yazdığın bir site. yani ben yemek yedim, ayağa kalktım, tuvalete gittim, çıktım, bi daha girdim, sonra yine çıktım, ayyy ayakkabımı giymeyi unuttum, sokağa çıplak çıktım" gibi cümlelerle süslü. ama biz biri bizi gözetliyor delisi bir dünya olduğumuz için inanılmaz tutan bir site oldu sevgili blog okuyucularım.

neyse olayımız İstanbul'la ilgili. Uzaydaki astronot güzelim kentimizin fotoğrafını çekmiş ve kendi "twitter" adresinde yayınlamış. bize de ancak bakmak düşer. demişler ya alem uzaya gidiyor biz nereye?:) bırakın gitmeyi adam bi de tweet'lemiş...
daha fazlası için:
http://www.medyatava.com/haber.asp?id=62471

17.2.10

Fox News sizin için haber yapmış... Buyrun okuyun:)

http://www.foxnews.com/story/0,2933,585984,00.html

Aşk ve Ceza

dizi furyasını çok sevdiğim söylenemez. bir sürü var. hepsini takip edemiyor ki insan. mesela aşk-ı memnu'ya dayanamıyorum. ağır ağır ilerleyen replikler, süslü kadınlar adamlar. yaprak dökümü çok acıklı. hanımın çiftliğinde özgü namal beni baydı. geçenlerde ezel'i izlemeye çalıştım... ayyy çok karışık. valla yoruldum bi bölüm takip ederken, her hafta devamlı izleyenler nasıl hatırlıyorlar. bi de mafyadan sıkıldım ben artık filmlerde. neyse yine de güzel çekimleri falan ama bana göre değil.

benim için dizi aslında beni eve bağlayan bi şey. yani o saatte evde olmalıyım, yemek yapıp izlemeliyim oluyor ya insan; o duygusunu seviyorum. asmalı konakı hiç kaçırmazdım mesela. sonra çemberimde gül oya ile her bölümde sinir krizi geçirene kadar ağlardık. ne diziydi be! sonra hırsız-polis geldi. bi ara unutulmaz'ı seyrediyordum ama aman tanrım. iyice zıvanadan çıktılar. annemle cumartesi akşamları akaysa durağı'nı izliyoruz. çok komik yaaa...
kafa dağıtmak istiyorum dizilerle anlayacağınız. işyerinin dertlerini, hırslarını, kötülüklerini kapının dışına bırakıp başka bir dünyaya girmek. ve sonunda yeni takıntı dizimi buldum. Aşk ve Ceza... ben bu nurgül yeşilçay'a hastayım. konusu falan da ilginç... sevdim ben o diziyi. biraz asmalı konak'a benziyor. böyle reklamcı modern kadın ile vanlı bir aşiret erkeği. orada çocuğun ablası mesela seymen'in evdeki ablasına benziyor. anne aynı anne... ne bileyim ben çok benzettim. bakalım inşallah bizi hayal kırıklığına uğratmazlar...
artık salı akşamları doluyum. soranlara söyleyeyim:)

14.2.10

Saçım Ziynet Sali gibi olsun lütfen!!!


Kadınlar tuhaf yaratıklar bence... yani sürekli bir değişim bir yenilenme, yeni giysiler, yeni elbiseler, yeni ayakkabılar, yeni yeni yeni. sanki tüm tüketim dünyası kadınlar için çalışıyor değil mi? özellikle erkeklerin ne kadar şikayetçi olduğunu biliyorum. yaşasın kredi kartları ve ezberlenen şifreler:)... geçenlerde "sex and the city"yi izliyordum ve samantha (seyredenler namını bilir) süper bir cümle etti: dünya erkeklerin vermesi kadınların da alması üzerine kuruludur. ne tarafa çekilirse artık...
neyse konuya dönelim, yoksa yolunu şaşırmak üzere...
ben öyle asla bir tüketim canavar olmadım. son 3 yılda takıntı yaptığı ayakkabılar, çizmeler, sandaletler, terlikler ve ayağa giyilebilen diğer eşyalar dışında hiçbir lüksüm de yok... zaten onlar kredi kartımı yeterince dolduruyor. ama artık hayatımda bir değişiklik yapmalıydım. ve neredeyse 4 yıldır yapmadığım bir şeyi yaptım: kuaföre gittim.
saçlarım benim için kutsaldır. her kadınınki gibi... yani öyle değişiklik yapmak için mutlaka bir neden, önemli bir rol modeli ve kendi saçlarından gerçekten memnun olmamak/bir arızası olması gerekir. ne yapsam ne yapsam derken televizyonda bir şarkıcı gördüm. adını bilmiyorum. hemen kuaföre gittim. dedim aç kanal d'yi... işte bu kadınınki gibi istiyorum. "Aa bu zeynep sali. tanımıyo musun?"... "yooo.. boşver sen tanımamı boya işte, kısalt bi şeyler yap. hee bir de çabuk yap her an vazgeçebilirim.."
işte bu sözlerimi sarf ettiğimde saatler öğleden sonra 2'yi gösteriyordu. "Borcum ne kadardı" sorusunu sorduğumda ise saat kaçtı biliyo musunuz? 6... akşam... Evet dakikalar geçtikçe neden en son 4 yıl önce gittiğimi kesime/boyaya vs.'ye o zaman anladım. süre şöyle geçti; teker teker paketleme, aralarını sarıya döndüren balyaj denilen şey. ardından yıkadı. sonra hepsini yeniden boyadı. bekle bekle bekle bekle... sonra kesti kuruttu sardı vs vs vs vs vs... okumadığım kadın dergisi kalmadı. hello, şamdan, tutti frutti, in style, cosmo... kadınlar erkekler ilişkiler en iyi lokantalar... içim bayıldı yemin ederim...
sonunda çıktım. artık saçlarım kızıl kahve.. kimilerine göre fındık kabuğu... yani bilmiyorum ben. dedim o kadın gibi olsun oldu. hem de çok güzel oldu. kuaförüm teee mimarsinan'da. acayip becerikli ve tabii ki süper sabırlı cool bir adam. ellerine sağlık burakcığım... maşa ve de düzleştirici de aldım. artık sabahın köründe kalkıp saçlarımı sarıyorum, düzeltiyorum, tokalar takıyorum. bi saç insanı bu kadar mı mutlu eder? Bilmem ediyormuş işte...

9.2.10

Ey heybetli Ararat!



Her iki Ararat görüntüsünü de Erivan'ın en yüksek tepesinden çektim. Biraz karanlıklar ama ulu Ağrı ne güzel duruyor değil mi?

Eçmiyadzin Kilisesi'nin bahçesinde bir Haçkar ve Ermeni süsleme sanatları



Borş Çorbası

İşte bu ilaç niyetine içilecek çok zengin çorbanın tarifi..
Malzemeler:
  • 2 orta boy pancar, soyulup rendelenmiş
  • Yarım kilo (orta boy) ince doğranmış lahana
  • 2 diş sarımsak
  • 1 demet maydonoz, ince doğranmış
  • 1 orta boy patates
  • 1 büyük havuç, temizlenip rendelenmiş
  • 2 orta boy kuru soğan
  • 2 adet defne yaprağı
  • 2 orta boy domates
  • 1'er tatlı kaşığı biber ve domates salçası
  • 1lt et suyu

Tarifi :

  1. Etsuyunu önceden çıkarttığınızı farzediyoruz (biz her hafta Mert için kemik alıp, soğan-havuç-patates-sarımsak-maydonoz ile haşlıyoruz).
  2. Küp küp doğranmış patatesleri etsuyuna ekleyin ve kaynatmaya başlayın
  3. Patatesler biraz haşlanınca, ince kıyılmış lahanayı, defne yaprağını, maydonozun yarısını ekleyin
  4. Kısık ateşte hepsini kaynatın
  5. Başka bir geniş tencerede, ince doğranmış soğanı hafif pembeleşinceye kadar zeytinyağında çevirin, sonra domates ve biber salçalarını ekleyin, yine 1 dakika çevirin
  6. Üzerine rendelenmiş yada küçücük doğranmış domatesleri ekleyin,
  7. Domatesler de kaynayınca rendelenmiş pancar ve havuçları ekleyin, 5 dakika çevirin
  8. Diğer tarafta kaynayan lahanalı karışım pişmişse, bu pancarlı karışımı ekleyin, 2 dak kadar kaynatın
  9. Altını kapattıktan sonra ezilmiş sarımsakla, kalan yarım demet maydonozu ekleyin
  10. Servisten önce defne yaprağını çıkarın (http://ceylanayik.blogspot.com adresinden alınmıştır.)

Vernisaj Pazarı



Soykırım müzesinden iki kare


İkincisindeki camların içinde, Türkiye'de "soykırım" olmuş kentlerden alınan topraklar yer alıyor.