Bugün oysa ki çok mutlu başlamıştım güne... Keyifli bir telefon, ardından kahve kahvaltı ve vapur keyfiyle... Hava güzeldi, ve akşam tango vardı. Ama bir sürü şey oldu.. keyfim toptan kaçtı..
Sonra çok eskiden çok çok iyi dostum olan birinin sürekli haberlerimi çalıp arkamdan attıklarımı topladığını fark ettim. Bir kez daha benim bir işimin üzerinden nemalanmak istediğini öğrendim...
Tüm bunları yaşadığım anda koridorda hiç görmek istemediğim birini gördüm... Uzak kalmak istediğimiz kişilerin hiç beklemediğimiz anlarda gözümüzün önüne çıktığı zaman dimdik durmamız gerektiğini öğrendim (aslında hiç de dik duracak halimiz yokken bile)...
Böyle gidiyor işte gün... Bitsin artık üzüntüler...
30.4.09
......
Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim,
Acıya duvar gibi durmayı ögrendim,
Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi,
Köksüz, bağsız durmayı öğrendim..
Vazgectiysen hep sağnak yağışlarımdan,
Vazgectiysen bitmek bilmez kışlarımdan,
Korkma kimseye ödenecek borcum yok,
Yok saymayı ben senden öğrendim........
Acıya duvar gibi durmayı ögrendim,
Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi,
Köksüz, bağsız durmayı öğrendim..
Vazgectiysen hep sağnak yağışlarımdan,
Vazgectiysen bitmek bilmez kışlarımdan,
Korkma kimseye ödenecek borcum yok,
Yok saymayı ben senden öğrendim........
28.4.09
Komşu kızı güzellik yarışmasında...

Sabah internette "güzellik yarışmasına girdi işinden oldu" diye bir haber okuyunca annemin sözlerini hatırladım... git git git 2 hafta önceye... ne demişti annem; "aaa duydun mu bizim komşunun kızı da finale kalmış güzellik yarışmasında...kampa mı ne almışlar"
hangi komşunun? "karşı komşunun yaaaa"... yok işten atılan bizim kız değil...
duygu adı... minicik kızdı yaa o. hangi arada büyüdü de yarışmaya katıldı? hem o kadar güzel miydi ki? bilmem hiç öyle dikkat etmemişim. neyse girdim internete buldum fotolarını... sevmem ben güzellik yarışmalarını; insanlık ruhuna aykırı bir kere... kim kimden daha güzel? falan filan. tamam demogoji, feminizm yapmayacağım... allah yolunu açık etsin diyeyim bari:) inşallah dereceye girer...
(haberin linki http://www.hurriyet.com.tr/magazin/anasayfa/11525324.asp?gid=222... buradan bizim komşunun kızını da görebilirsiniz...)
Bir rüya gerçekten gerçek oluyor...
Nasıl ama???!!
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın, başı kesilip bir gitar kutusunda bulunan Münevver Karabulut'un ölümü üzerine verdiği bir söyleşide kullandığı cümle:
"Kızlarına sahip çıksalardı"...
Ayşe Arman'ın söyleşisinde geçen diyalog:
“54 gün oldu aileye bilgi verilmiyor. Neden?”
“Ekiplerimi onlara yollamadığımı nereden biliyorsunuz?”
“Çünkü onlarla konuşuyorum.”
“Kızlarını neden takip etmediklerini de söylediler mi size?”
“Nasıl yani?”
“E takip etselermiş kızlarını!..”
“Ama 17 yaşındaki bir kızı sürekli kontrol edemezsiniz ki!”
“Sizin kızınız olsa, kaçta eve gelmesini istersiniz? Gece erkek arkadaşının evinde geç saatlere kadar kalmasına izin verir misiniz?”
"Kızlarına sahip çıksalardı"...
Ayşe Arman'ın söyleşisinde geçen diyalog:
“54 gün oldu aileye bilgi verilmiyor. Neden?”
“Ekiplerimi onlara yollamadığımı nereden biliyorsunuz?”
“Çünkü onlarla konuşuyorum.”
“Kızlarını neden takip etmediklerini de söylediler mi size?”
“Nasıl yani?”
“E takip etselermiş kızlarını!..”
“Ama 17 yaşındaki bir kızı sürekli kontrol edemezsiniz ki!”
“Sizin kızınız olsa, kaçta eve gelmesini istersiniz? Gece erkek arkadaşının evinde geç saatlere kadar kalmasına izin verir misiniz?”
Fonda çatışma, görüntüde lale bahçesi...
bi komik daha olay vardı bu sabah televizyonlarda. dün bütün televizyonlar, çatışmayı ayna gibi verip, adamın polisin ve sivillerin yerlerini tespit etmesine ve ateş açmasına yardımcı olması nedeniyle kanallara yayın yasağı geldi... tabii çoktan iş işten geçmişti.
ama bu sabah habertürk, yasak diye çatışmadan hiçbir görüntü vermedi. fonda haber anlatılıyordu, işte şurada çatışıldı, şu kadar kişi öldü diye... görüntüye ise koptum. laleler, çiçek sulayan insanlar, güllerin arasında yürüyen çocuklar. alt bantta; "habertürk yayın yasağına uyuyor" diye de bir not koymuşlar..
ama en komik yeri, tam çatışma sesleri gelince fonda gürültüyle çağlayan bir şelale ekranlara geldi. hani o da sesli ve hareketli, bu da gibisinden. çok komikti yaaa... eğer fırsatınız olursa mutlaka açın bakın haberlere.
ama bu sabah habertürk, yasak diye çatışmadan hiçbir görüntü vermedi. fonda haber anlatılıyordu, işte şurada çatışıldı, şu kadar kişi öldü diye... görüntüye ise koptum. laleler, çiçek sulayan insanlar, güllerin arasında yürüyen çocuklar. alt bantta; "habertürk yayın yasağına uyuyor" diye de bir not koymuşlar..
ama en komik yeri, tam çatışma sesleri gelince fonda gürültüyle çağlayan bir şelale ekranlara geldi. hani o da sesli ve hareketli, bu da gibisinden. çok komikti yaaa... eğer fırsatınız olursa mutlaka açın bakın haberlere.
ecelden kaçılmaz, görüyorsuuuuunnnnn...
Bu sabah 4 buçukta uyandım... Oysa ki daha kalkmama en az 2 saat vardı. hem gece de çok erken yatmamıştım. birkaç blog yazıp etrafı toparladıktan sonra cumburloppp...
neyse kaçtı uyku bir kez... gezindim kitap okudum, biraz uyukladım, biraz daha okudum. kahvaltı ettim... saat 6 buçuk gibi televizyonu açtım. artık dün bütün gün bostancıdaki çatışmayı izlemekten, dinlemekten gına geldiği için akşam haberlerini izlememiştim. sabah da hepsi aynı şeyleri veriyordu...
sabah haberlerinde star kanalında bir diyalog aktarıyorum. yer bostancıda çatışmanın olduğu yer. kulaklarıma inanamadım...
-muhabir: amca ne yapıyorsun burada?
- amca:): izliyorum çatışmayı olm.
-muhabir: hadi ben haber için buradayım. sen niye geldin?
- amca: meraktan.
-muhabir: peki amca vurulmaktan korkmuyor musun film gibi izliyorsun?
- amca: ecelden kaçılmaz. öleceksek her yerde ölebiliriz!!!
koptum yaa televizyon karşısında!!!
neyse kaçtı uyku bir kez... gezindim kitap okudum, biraz uyukladım, biraz daha okudum. kahvaltı ettim... saat 6 buçuk gibi televizyonu açtım. artık dün bütün gün bostancıdaki çatışmayı izlemekten, dinlemekten gına geldiği için akşam haberlerini izlememiştim. sabah da hepsi aynı şeyleri veriyordu...
sabah haberlerinde star kanalında bir diyalog aktarıyorum. yer bostancıda çatışmanın olduğu yer. kulaklarıma inanamadım...
-muhabir: amca ne yapıyorsun burada?
- amca:): izliyorum çatışmayı olm.
-muhabir: hadi ben haber için buradayım. sen niye geldin?
- amca: meraktan.
-muhabir: peki amca vurulmaktan korkmuyor musun film gibi izliyorsun?
- amca: ecelden kaçılmaz. öleceksek her yerde ölebiliriz!!!
koptum yaa televizyon karşısında!!!
27.4.09
Gökten vapura bir kitap düşmüş, bilge de kapmışşşşş
Geçen vapurdayım. Hani şu yeni hizmete girenler. Ne kadar güzeller. Tertemiz, geniş, kat kat çık bitmiyor. Yukarısı ayrı bir keyif, arkası ayrı, içi ayrı. Mis gibi büfesi, tertemiz her yer. Bir de kapısı var biliyor musunuz inerken... öyle eskisi gibi halatın arkasında bekle, yanaşırken atla yok. bitti o günler. uzay üssü gibi kaygan kapılar var. önce vapur yanaşıyor, ardından demirden iskeleyi yerleştiriyorlar. sonra otomatik kapı açılıyor, insanlar iniyor. allahım dedim bu ne medeniyet. neyse herhalde artık atlarken iki arada kalıp kimse ölmeyecek...
neyse gündemim bu değil benim şimdi. neyse vapurdayım. koltuğun üzerinde bir kitap. istanbul büyükşehir belediyesinin baskısı. kimbilir nedir diye elime aldım. adı "yabancı gazetecilerin gözüyle istanbul"... adından da anlaşıldığı gibi dünyanın dört bir tarafından görev yapmak üzere buraya gönderilen ya da kendi istekleriyle gelen gazeteciler, istanbul'u nasıl gördüklerini anlatmışlar.
kitabın girişinde de topbaş bir not yazmış. lütfen bu kitabı okuduktan sonra bir toplu taşıma aracına bırakınız ki başka istanbullular da okusun. gerçekten bitirdikten sonra bırakacağım. sonlarına yaklaştım.
içeriğini sorarsanız, öyle güzel anlatmış ki gazeteciler İstanbul'u... Aralarında Amerika, Suriye, Katar, İngiltere, Japonya'dan gazetecilerin hikayeleri var...
Mesela Referans gazetesinden David Judson şöyle anlatıyor Türkiye'ye ait bir detayı: "Bu seyahatte Türkçe dilbilgisiyle ilgili ilk ciddi dersimizi de almış olduk. Edilgen fiil çatısının en çok ve en kibar şekilde kullanımını anlatmak için önümüzde "sigara içilmemesi rica olunur" yazısını taşıyordu. Daha sonra sigara ve diğer şeylerin engellenmesinin daha basit bir şekilde ifade edilebileceğini öğrenmiştim: Yasak!!!"... :))
istanbul'a dair ise ne güzel sözler kullanmış: ... beni geri getiren bu tavırdır. İstanbul bir kadına benziyor ve onu tarif etmeye; övmeye çalışanlara kahkahayla gülüyor. fakat bu kibar ve akıllıcı kahkaha insanı dönüp bakmaya kışkırtıyor. Ve ben defalarca, defalarca baktım ona..."
Bir diğeri de Tacikistan'dan Muratali Umarov... 6 günlük bir İstanbul gezi planı yapmış Umarov muhteşem bir liste ama. arka arkaya sıraladıktan sonra gezilecek yerleri şöyle bitiriyor: gerçeği söylemek gerekirse bu şehirde yaşadığım 10 sene içinde tarihi mekanların tamamını gezebilmiş değilim. ama sanırım bir tarih bilimci ya da tarih uzmanı istanbul'u incelemek için bütün hayatını harcasa bile ömrü vefa etmeyeceğine göre ben de mazur görülebilirim..."
Ben hala okuyorum kitabı. bitirdikten sonra da yine bir vapur koltuğuna bırakacağım... üzerine bir de tarih atarak. artık kimin kısmetine düşerse..
Bir diğeri de Tacikistan'dan Muratali Umarov... 6 günlük bir İstanbul gezi planı yapmış Umarov muhteşem bir liste ama. arka arkaya sıraladıktan sonra gezilecek yerleri şöyle bitiriyor: gerçeği söylemek gerekirse bu şehirde yaşadığım 10 sene içinde tarihi mekanların tamamını gezebilmiş değilim. ama sanırım bir tarih bilimci ya da tarih uzmanı istanbul'u incelemek için bütün hayatını harcasa bile ömrü vefa etmeyeceğine göre ben de mazur görülebilirim..."
Ben hala okuyorum kitabı. bitirdikten sonra da yine bir vapur koltuğuna bırakacağım... üzerine bir de tarih atarak. artık kimin kısmetine düşerse..
(fotoğraf bu pazar günü hatırası... hava ne güzeldi değil mi; kış geri geldi yaaa)
Big sülale is watching!!! Hoşgeldin Amcacığım...
Durum şudur arkadaşlar... Babam geçen günlerde beni aradı: canım kizim nasılsın diye başlayan, insanın gününün keyifli geçeceğini gösteren bir ses...
annem arar her zaman rutin olarak. ya sabah evden çıkmadan alışverişe ya da alışverişten gelip yemek yapmadan önce. bazen de yatmadan önce yoklar. ne yaptın, ne yedin, havalar ne soğuk gibisinden sıradan ama bir o kadar derin konuşmalar her gün yapılmazsa olmaz. yani benim annemle telefonda iki günden fazla konuşmamazlığım olamaz.. tabii eğer sülale; komşu; aile dedikodusu varsa bu konuşmalar günde birkaç keze de çıkabiliyor (allah masa arkadaşlarıma sabır versin valla)... hele haftasonu izin günlerimde kendisini daha bi anıyorum. önce evden arar açmıyorsam cepten çaldırır.. anneciğim uyuyorum, izinliyim biliyorsun yıllardır böyle niye uyandırıyorsun, sorusu kar etmez... "aaa başına bir şey geldi sandım arıyorum arıyorum açmıyosun"...
böyle işte... ama babalar öyle değildir asla... bi kere daha "cool"lar... onlar gerçekten ama gerçekten bir şey sormak ya da söylemek için ararlar. ya arabanın vergisi gelmiştir, ya bakımı lazımdır ya da bir organizasyon durumu vardır... geçen sabah aradığında sansürün havada kokusunun dolaştığını hissedeceğimi bilemezdim tabii ki...
halam ve amcalarımla rutin akşam yemeği olaylarından birini yapmışlardı. ama bu kez sohbet bana gelmiş... dinleyelim: "kızıımmmm, amcana senin blogdan bahsettim (amcam mühendistir ve kardeşler arasında en üst düzey okumuştur. bilgisayarda bilmem ne en son gelişmiş versiyonundaki programda mühendislik projeleri hazırlar. yani diyeceğim bilgisayardan bizim aileyi toplasan toplamından en az 3 kat daha fazla anlar)... "neyse kızım bahsettim blogdan. sonra girdi internete baktı; hepsinden çıktı aldı. zımbaladı sülalenin geri kalanına da çoğalttı. artık tıkların artacak, herkes öğrendi... bütün sülale seni okuyoruzzzzzz"...
içimden bir his aşağı doğru kaydı; sonra geri çıktı. boğazıma takıldı. "ne kadar sevindim babacığım, canımın ciğeri" derken acaba adresini değiştirsem bloğun geri kalanlara nasıl duyururum diye geçirdim beynimin sağ lobundan...
yani arkadaşlar, beni sevenler, sevmeyenler... diyeceğim şu ki bundan böyle tık sayım sülalem sayesinden kat be kat artacak. reklamın iyisi kötüsü olmaz tabii.. bir anda acaba şunu da yazsam mı bunu yazmasam mı diye düşünürken buldum kendimi. bu otosansür ne kötü bir şeymiş... mesela bir arkadaşım dubaiye gitti ve yenilebilir iç çamaşırlarının resimlerini çekmiş. bir haftadır elimde fotoğraflar koyamıyorum... ayyy gerildim valla. bu blog işi iyi de bilinse bir türlü bilinmese... türlü türlü bir hal aldım valla...
neyse stres yok.. zaten ben amcamı severim. üzerimdeki emeğini unutamam. üniversite sınavlarına girerken yanlarında aylarca kalmıştım. yengemin yemeklerini, amcamın sohbetlerinin tadı hala damağımda... o zaman derim ki amcacığım; hoşgeldin dünyama!! bilgenin dünyasına::))
annem arar her zaman rutin olarak. ya sabah evden çıkmadan alışverişe ya da alışverişten gelip yemek yapmadan önce. bazen de yatmadan önce yoklar. ne yaptın, ne yedin, havalar ne soğuk gibisinden sıradan ama bir o kadar derin konuşmalar her gün yapılmazsa olmaz. yani benim annemle telefonda iki günden fazla konuşmamazlığım olamaz.. tabii eğer sülale; komşu; aile dedikodusu varsa bu konuşmalar günde birkaç keze de çıkabiliyor (allah masa arkadaşlarıma sabır versin valla)... hele haftasonu izin günlerimde kendisini daha bi anıyorum. önce evden arar açmıyorsam cepten çaldırır.. anneciğim uyuyorum, izinliyim biliyorsun yıllardır böyle niye uyandırıyorsun, sorusu kar etmez... "aaa başına bir şey geldi sandım arıyorum arıyorum açmıyosun"...
böyle işte... ama babalar öyle değildir asla... bi kere daha "cool"lar... onlar gerçekten ama gerçekten bir şey sormak ya da söylemek için ararlar. ya arabanın vergisi gelmiştir, ya bakımı lazımdır ya da bir organizasyon durumu vardır... geçen sabah aradığında sansürün havada kokusunun dolaştığını hissedeceğimi bilemezdim tabii ki...
halam ve amcalarımla rutin akşam yemeği olaylarından birini yapmışlardı. ama bu kez sohbet bana gelmiş... dinleyelim: "kızıımmmm, amcana senin blogdan bahsettim (amcam mühendistir ve kardeşler arasında en üst düzey okumuştur. bilgisayarda bilmem ne en son gelişmiş versiyonundaki programda mühendislik projeleri hazırlar. yani diyeceğim bilgisayardan bizim aileyi toplasan toplamından en az 3 kat daha fazla anlar)... "neyse kızım bahsettim blogdan. sonra girdi internete baktı; hepsinden çıktı aldı. zımbaladı sülalenin geri kalanına da çoğalttı. artık tıkların artacak, herkes öğrendi... bütün sülale seni okuyoruzzzzzz"...
içimden bir his aşağı doğru kaydı; sonra geri çıktı. boğazıma takıldı. "ne kadar sevindim babacığım, canımın ciğeri" derken acaba adresini değiştirsem bloğun geri kalanlara nasıl duyururum diye geçirdim beynimin sağ lobundan...
yani arkadaşlar, beni sevenler, sevmeyenler... diyeceğim şu ki bundan böyle tık sayım sülalem sayesinden kat be kat artacak. reklamın iyisi kötüsü olmaz tabii.. bir anda acaba şunu da yazsam mı bunu yazmasam mı diye düşünürken buldum kendimi. bu otosansür ne kötü bir şeymiş... mesela bir arkadaşım dubaiye gitti ve yenilebilir iç çamaşırlarının resimlerini çekmiş. bir haftadır elimde fotoğraflar koyamıyorum... ayyy gerildim valla. bu blog işi iyi de bilinse bir türlü bilinmese... türlü türlü bir hal aldım valla...
neyse stres yok.. zaten ben amcamı severim. üzerimdeki emeğini unutamam. üniversite sınavlarına girerken yanlarında aylarca kalmıştım. yengemin yemeklerini, amcamın sohbetlerinin tadı hala damağımda... o zaman derim ki amcacığım; hoşgeldin dünyama!! bilgenin dünyasına::))
26.4.09
Bu kazanda ne kaynıyor???

Tamam ben köyü ve köy hayatını bilmem. yani "ayy köyler ne güzel her şey doğal. sütü sağ masada, yumurtayı da arkadaki tavuktan aldım geldim" diyemem çünkü orada yaşamadım... gerçi annemler mesela bizim yazlıkta yaşayan tavuklardan bol bol yumurta topluyorlar. gerçi orasına da köy denebilir aslında; merkezden çooookkk uzak bir sahil kasabası. hem de istanbul'un göbeğinde aslında... neresi mi bakınnnnn ennnn ennn eski bloglara::))
neyse konumuz bu değil; bir soru aslında. ben köyden çok iyi anlarım diyenlere sorum!!! Sizce bu iki kadın kazanda ne kaynatıyor? Mevsim ekim...
hadi bakalım görelim tahminleri::))
Güzel Anadolu'm

Fotoğraflarım arasında gezinirken buldum bunu... Yani dedik ya dünya ne kadar umutsuz diye, içinizi kararttım sanırım. Alın size bir güzelliğin fotoğrafı; Anadolu'nun fotoğrafı!!!
Bursa'nın Misi köyü burası. Yıl da 2005. Dostum Pınar'la birlikte fotoğrafçılık kursuyla gitmiştik köye.
Gezinirken öyle dar sokaklarında köyün; teyzeyi gördüm... kınalı ellerini, özenle kırılan zeytinleri (zeytin di mi onlar, seleeennnnn sen bilirsin::))...
işte bilge köyden bu kadar anlar::))
neyse siz güzel Anadolu'nun keyfini çıkarın... güzel bereketli ve umutlu Anadolu'nun...
25.4.09
vicious circle..
Artık bayıldık değil mi... sabah kalkıyoruz ermeni sorunu akşam yatıyoruz yine ermeni sorunu. bitmeyen bir çile bu bizimkisi. kim kimi öldürmüş, asıl öldürülenler kimler, soykırım mı değil mi, bu soykırımsa birinci dünya savaşında öldürülen türklerin hesabını kim verecek, hani hala gerçekten kemiklerin çıktığı çanakkalede ölenleri saçma sapan anmalar dışında kim hatırlayacak, kim kimden özür dileyecek, obama derse soykırım bütün sorunlar bitecek ermeniler ve türkler kardeş mi olacak, başka bir hrant öldürülmeyecek mi, ya da türkler almanyada yakılmayacak mı, ya da filistinliler gazzede katledilmeyecek mi, ya da müslümanlar amerikadan atılmayacak, afganistanda hıristiyanların boğazları kesilmeyecek mi... insanların dilleri, ırkları, renkleri, dinleri, kökenleri üzerine hesapların yapılmadığı başka bir dünya olsa da, kurulsa da, inşa edilse de, biriktirilse de... biz de mutlu olsak... ama olmayacak, bunlar bilgenin anlamsız hayallerinden biri olup karalamaların ardında silinip gidecek, yine türkler, yine ermeniler, yine müslümanlar, yine hıristiyanlar öldürülecek acımadan acıtmadan... uyanın elli yıl sonra yine aynı yerde sayıyor olacağız. keşke bir umut olsa, bir ışık olsa da tersine inanabilsek... keşke... keşke... keşke...
(başlık: kısırdöngü...)
(başlık: kısırdöngü...)
24.4.09
yoksa dinleyemedin mi?
yok açamadım, bende flash/adobe/ve türevleri yoktur diyorsanız, bir de bu linki buldum:
http://www.reverbnation.com/sandraluna
http://www.reverbnation.com/sandraluna
Gözlerini kapat... hadi kapat... ama okuduktan sonra::))
Geçtiğimiz hafta tango kursunda bir çift bir şarkıda açılış dansı yaptılar. Açılış dansı milonga gecelerinin başlamasından önce yapılan bir dans. isteyen yapıyor; kendi tercihi bir şarkıyla...
Seçtikleri parça, Sandra Luna diye birinin milonga triste'siydi... Arkadaşlar ben böyle bir ses duymadım. ben kepçe google kazan ara ara ara.. binlerce kelime girdim ama bir videosunu bulamadım buraya ekleyecek. ama dinleyebileceğiniz bir link buldum. lütfen girin tıklayın ve dinleyin. ne olur...
çal düğmesine bastıktan sonra gözlerinizi kapatın... hafif rüzgarlı bir gecede bir sahilde oturuyorsunuz. kimse ama kimse yok. zifiri karanlık her yer. kent ışıkları yok, zaten o kadar uzaksınız ki kalabalıktan ışık bile yetişemiyor. uzanıyorsunuz taş iskeleye. sırtınıza hafif taşların çıkıntıları batıyor. başınızın altına koyuyorsunuz hırkanızı. gözleriniz yıldızlarda... fonda çığlık gibi içinizi yakan bir ses... hepimizin az da olsa hayal kurmaya hakkı var değil mi. bu karmakarışık hırsların karıştığı çirkin dünyada kendimize güzellik yapmaya hepimizin hakkı var... hele en çok da senin...
(link: http://sandralunatangovaron.blogspot.com/2005/09/sandra-luna-milonga-triste-sebastin.html)
Seçtikleri parça, Sandra Luna diye birinin milonga triste'siydi... Arkadaşlar ben böyle bir ses duymadım. ben kepçe google kazan ara ara ara.. binlerce kelime girdim ama bir videosunu bulamadım buraya ekleyecek. ama dinleyebileceğiniz bir link buldum. lütfen girin tıklayın ve dinleyin. ne olur...
çal düğmesine bastıktan sonra gözlerinizi kapatın... hafif rüzgarlı bir gecede bir sahilde oturuyorsunuz. kimse ama kimse yok. zifiri karanlık her yer. kent ışıkları yok, zaten o kadar uzaksınız ki kalabalıktan ışık bile yetişemiyor. uzanıyorsunuz taş iskeleye. sırtınıza hafif taşların çıkıntıları batıyor. başınızın altına koyuyorsunuz hırkanızı. gözleriniz yıldızlarda... fonda çığlık gibi içinizi yakan bir ses... hepimizin az da olsa hayal kurmaya hakkı var değil mi. bu karmakarışık hırsların karıştığı çirkin dünyada kendimize güzellik yapmaya hepimizin hakkı var... hele en çok da senin...
(link: http://sandralunatangovaron.blogspot.com/2005/09/sandra-luna-milonga-triste-sebastin.html)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)