Yeni yıllar insanı hep bir başka yapar...
31.12.09
Mutlu Yıllar Aileme, Dostlarıma, Sevdiklerime...
Yeni yıllar insanı hep bir başka yapar...
25.12.09
Mevlana'dan bir dem
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Noel'iniz kutlu olsun! Eçmiyadzin Kilisesi
Erivan'la ilgili de yazacağım. Ürdünhakkında da böyle demiştim. Ama kendimi bi toparlayamadım. Ofise giriyorum, eve gidip çamaşır yıkıyorum. Durum budur:)...
Yine de bir video yükledim. Hıristiyanların Noel'ini kutlamak istedim. Videoyu da Ermeni Ortodoks cemaatinin en büyük evi Eçmiyadzin Kilisesi'nde çektim. İlkinde okunan ilahinin ne olduğunu bilen varsa lütfen söylesin. Biz mest olduk da...
19.12.09
Erivan'da Sarı Gelin
17.12.09
Komşu ama bir o kadar da uzak Ermenistan'dayım.
Ürdün'ü yazacağım. Ürdün'ü değil de muhteşem Petra'yı yazacağım. Ama çok yorgunum. Uykum var. Dün İstanbul'a geldim. Valizimin içindekileri 2 derece soğukta giyilebileceklerle değiştirdim. Kalın montumu aldım ve yine havaalanının yolunu tuttum. İki gündür 10 saat uyuyabildim. Yeter mi dersiniz? Gözlerimi bir açabilirsem, bir de kahve içersem açılacağım biliyorum.
13.12.09
İki görüntü..
Bir Arap ülkesinde kadın olmak (ya da olamamak)
Ürdün geldiğim ikinci Arap ülkesi. daha önce mısıra gitmiştim. Kahire'ye gittiğimde hava sıcaktı ve çok daha kalabalıktı ve çok daha hareketliydi ve görülecek çok daha fazla yeri vardı. Ürdün'ün başkenti Amman ise minnacık. Görülecek ve yapılacak çok fazla bir şey yok. Zaten sokaklarda öyleee başına buyruk, kurban olduğum İstanbul gibi gezemiyorsun. Evet kimi zaman Sultanahmet de burası kadar fecaat olabiliyor, biliyorum. İşte o onlarda bizim kentlere gelen turist kızcağızları düşünüp hallerini anlayabiliyorum.
12.12.09
Ürdün'ün yolları taştan...
Bilge yine yollarda... Bu kez bir haber için Ürdün'e gidiyorum. Bir yıldır uğraştığım biriyle... Umarım güzel olur siz de beğenirsiniz. Şu anda havaalanındayım. Herkes bir yerlere gitmek için uçaklarını bekliyor. Kimi uyuyor kimi müzik dinliyo, kimi de bilgisayarnıdan ailesiyle konuşuyor. Yollar.... uzaklıklar... yakınlıklar...
DTP kapatıldı; peki ya Serap'ın suçu neydi?
11.12.09
So good that they named it twice: Bora Bora...
Orada yaşamak, yaşlanmak, yaşanılmak istiyorum!!! Ne olur tanrım bir dokun hayatımın bir köşesine ve beni oraya ışınla. Bu şehir insanının doğaya özlemi değildir. "ve beyaz adam denizi keşfetti" hiç değildir. Beni gerçekten tanısanız derdiniz ki; evet bilge sen gerçekten gidebilirsin oraya!!! O zaman 2010'un hedefi nedir? Bir Karadeniz turu, ardından da tüm rotalar bora boraya çıkarrrrrrrrrr!!!
Zapatista: Para todos todo, para nosotros nada
Günün haberini sabah okudum ve gözlerime inanamadım. Başbakanımız Meksika'ya gitti ya... Orada konuşmuş ve demiş ki, "Zapatista terör örgütüne karşı Meksika hükümetinin verdiği mücadeleyi destekliyorum"... Meksika hükümetiyle "teröre" karşı nasıl savaşılması gerektiğini görüşmüş. PKK ile Marcos önderliğindeki halk hareketi EZLN'yi aynı kefeye koymak elmayla armutu karıştırmak gibi bir şey. Öncelikle EZLN'yi ABD dahil dünyanın neredeyse hiçbir ülkesi terör örgütü olarak kabul etmiyor.
Köylüler arasında tamamen liberalleşmeye, kapitalizme karşı başlatılan bir hareket Zapatistalar. Adını 1910'larda Meksika devrimi için yola çıkan komutan Emiliano Zapata'dan alır. ELZN'nin çıktığı yer Chiapas adlı bir köydür. Liderleri sürekli piposuyla görüntülenen ve yüzünü asla açmayan Marcos'tur. İlk ortaya çıktıkları olaysa herhangi bir bombalama falan değil, kapitalizmin simgelerinden güney amerika ülkelerini abd'ye bağlayan ekonomi birliği NAFTA'nın imzalanmasıydı. Zenginle fakir arasındaki uçurumun giderek büyüdüğünü söyleyerek devrim yapmak istediler. Bunu başaramadılar. Topraklarını, sularının, ağaçlarının sadece kendi halklarının malı olduğunu söylediler yıllarca. Amaçları verimli tarlalarının Meksika hükümeti tarafından alınmaması ve doğal kaynaklara kendilerinin sahip olmalarıdır. Ardından silahlandılar ve Chiapas yakınlarında birçok köyü ele geçirdiler. Meksika ordusu kanlı bir baskınla durdurdu onları. Giderek küreselleşme karşıtı birçok örgüt, müzik grubu ve sivil toplum kuruluşunun desteğini almaya başladılar. Örneğin dünyaca ünlü Rage Against The Machine ""People of the Sun", Zapata's Blood" şarkılarını onlara adadı. Türkiye'ye de gelen Manu Chao Zapatistalar adına mücadele veren bir müzik grubudur.
Silahlı mücadelenin asla bir çözüm olmadığını, tek istediklerinin kendi özerk bölgelerinde kapitalizmden uzak komün bir hayat olduğunu defalarca söylediler. Bugüne kadar ezilen Filistinliler dahil birçok halkın yanında oldular. Hiçbir zaman sivilleri öldürmek için şehir ortasında bomba patlatmadılar ve onursuzca sivil öldürmediler. Meksika hükümetinin kanlı operasyonlarına ise bugüne kadar hiçbir medeni ülke destek vermedi.
Yani diyeceğim o ki PKK ile ELZN birbirinden dağlar kadar farklıdır. Marcos da Öcalan değildir. Adını yanyana anmak da Marcos'a hakarettir. Bilge bu kadar der...
Topikte yazan ise ELZN'nin sloganıdır: Para todos todo, para nosotros nada; yani, "Herkes için herşey hepimiz için hiçbir şey.
Nedir bu muhabirlerin hali!!! Biri bizi duysun artık...
"Köşe yazarı cenneti, muhabir cehennemi"
Türkiye’de gazetelerde köşe yazarı egemenliği var. Bize has bir olgudur bu. Bütün ülkelerde bütün gazetelerde köşe yazarı var. Ama hiçbir ülkenin hiçbir gazetesinde bizdeki kadar çok köşe yazarı yoktur. Ama sorun köşe yazarlarının sayısında değil başka bir yerdedir.
Ortalama bir gazetede köşe yazarlarının aldığı toplam maaş muhabirlerin aldığı toplam maaşın en az üç dört misli fazladır.
Ortalama bir gazetede muhabir sayısı köşe yazarı sayısının en az üç dört misli olduğuna göre muhabirlerin ne kadar az para aldığını tahmin edebilirsiniz.
Bir köşe yazarının bir günde kazandığı parayı bir ayda kazanan muhabirler var.
Oysa bir gazetenin ne kadar kaliteli olduğunu tayin eden, köşe yazarlarının değil, muhabirlerin kalibresidir.
Bizde gazeteler yorumda kalın, haberde incedir.
Batı’da en yüksek maaşı en ünlü muhabirler alır. Bizde ünlü muhabir diye bir yaratık yoktur. Olsa, parasızlıktan bitap düşecek veya Kızılderililiği bırakıp şef, yani köşe yazarı olacaktı.
Haberi mutfağa muhabir taşıdı
Ne yazık ki gazetelerin köşe yazarlarına ödemekten muhabirlere verecek parası kalmıyor. Bu nedenle en iyi üniversitelerden mezun olan gençleri medyaya çekmek, uzman gazeteci yetiştirmek, kaliteli muhabirlere hak ettiklerini vermek mümkün olmuyor.
Köşe yazarı/muhabir dengesizliği yüzünden gazetelerimiz generalleri şişman ve meşhur, astsubayları ve erleri sıska ve mecalsiz orduya benziyor. Böyle bir orduyla savaş kazanılmaz.
Köşe yazarları genellikle kendilerini bir gazetenin en önemli unsuru sanırlar ama bir gazetenin en önemli unsuru yorum değil haberdir, haberi getiren ise muhabirdir. En önemli haberleri yıllarca mutfağa muhabirler taşıdı.
Köşe yazarı gazetenin tirajında değil prestijinde etkilidir. Bir köşe yazarı bir gazeteyi bırakıp bir başka gazeteye gittiğinde ne bıraktığı gazetenin tirajı kalıcı bir biçimde düşmekte, ne gittiği gazetenin tirajı kalıcı bir şekilde artmakta. (Gücünün zirvesindeki Çetin Altan bu kuralın belki tek istisnasıdır.)
Genel yayın yönetmenlerinin hemen hemen her gün köşe yazısı yazdığı tek ülke de biziz. Başka ülkelerde böyle bir âdet yoktur çünkü oralarda genel yayın yönetmenlerinin köşe yazısı yazmaya vakti yoktur.
Medyamızın çağı yakalamak için yeniden yapılanması, Batı’nın en iyi gazetecilik standartlarını benimsemesi gerekir. Ama bunun gerçekleşme şansı azdır çünkü Türkiye’deki medya en az reformist, hatta en tutucu sektördür.
Yıllardır gazete patronları değişiyor. Gazetecilik aynı kalıyor."
7.12.09
2010 için kehanetler!!!
Birkaç hafta sonra yılbaşı geliyor. Planlar yap, dışarı çıkmadan ama... hele taksime hiç yaklaşma. evde toplaş, ye iç zıpla. herkes öyle yapacak büyük ihtimal...
2010'un en güzel yanları; dünya kupası maçları var mesela haziranda; sonra 10.10.10 olacak tarihler bu yıl; anneme doğumgünün tarihi bir ana gelecek dedim, pek bi sevindi. sonra istanbul 2010 avrupa başkenti oldu, ne anlama geldiğini ben hiç ve hala anlayamadım. başka vardır önemli bi şeyler kesinlikle... benim de var planlarım ama söylemem uğuru kaçar:))
sabah radyoda gelirken tabii ki nihat sırdar'ı dinliyorum alem fm'de. 2010'a ilişkin kehanetleri istedi dinleyenlerden. çok komikler geldi. biri "ergenekoncuların dünyaya meteor atma planlarını ortaya çıkaran hükümet 86'ıncı dalgasını vurdu"... "29 ekim cumhuriyet bayramını kutlayanlar gözaltına alındı"...
ben de bulunuyorum kehanetlerde: emre kongar sabah'ın başına gelecek, mehmet barlas da cumhuriyet'in; ben dış haberler'den ayrılmayı asla başaramayacağım (yıllar süren sürece tanık edenler bilir), ama tango yapmak istiyorum çok güzelll (aşağıdaki kadın gibi mesela:)... sonraaaa
kardeşim su gibi fransızca konuşacak, ablam ilk sergisini açacak, babam 16'ıncı arabasını filosuna katacak, bu kez hızını alamayıp bir de karavan alacak (inşallahhhhh), annem muradına erecek (buna daha büyük inşallaaahhhh), masa arkadaşım özgür tüm türk erkekleri gibi güzelliklerine doyamadığı ırk nedeniyle en sonunda çareyi doğu avrupaya iltica etmekte bulacak; alman başbakanı merkel botoks yaptırarak dünyanın en güzel kadınları arasına girecek, erdoğan abd ziyaretlerinden birinde obama'nın başına çuval geçirip öcünü alacak, angeline jolie türkiyeden bir çocuk evlat edinecek vs vs..
buyrun sizden de bekliyorum kehanetler ya da dilekler, umutlar vs vs vs...!!!
4.12.09
Kadınlar yüne benzer...
Liderler ve arkalarındaki haleler... Hangisi en güzel?
Amerikada yayımlanan new yorker dergisi, eylal ayında düzenlenen birleşmiş milletler genel kurulunun girişinde duvara bir perde, önüne küçük bir sandalye kurmuş. amaç gelen devlet başkanlarını ve başbakanların fotoğraflarını çekmek. iki günlük çalışma sonucunda ortaya onlarca liderin fotoğrafı çekilmiş. bizimkinin de arkasında bir hale varmış gibi duruyor. allah üzerindeki nuru eksik etmesin... hepsini görmek isteyenler için link: http://www.newyorker.com/online/multimedia/2009/12/07/091207_audioslideshow_platon
Evet unutuyorum ama seviyorum ve gidebilirim haber veriyorum...
Yağmurlu bir İstanbul sabahından hepinize merhabalar dileyerek başlıyorum sözlerime... Umarım ıslanmamışsınızdır benim gibi yağmurlu bir havayı giysileri ve ayakkabılarıyla direniş göstererek yeneceğini sanan, sonra her yerine kadar ıslanan, sonra arabanın arkasında neden taşındığı belli olmayan yıllar öncesinden kalma bir şemsiyeye sarılan insanlardan mısınız siz de? Sevmiyorum yağmuru! bu kadar, romantik bir insan da olamadım ki hiç zaten. ben gülerim iki mum, bir şarap gördüğümde. öyle şömine başında geçen film sahnelerine de gülerim. üzerlerine yattıkları ayı postunun, o hale gelmeden önce ne hayalleri olabileceği aklıma gelir ve üzerinde hoş vakitler geçirilerek o ayıya yapılan ihaneti düşünürüm.
ama benim asıl amacım yağmur hakkında değil, blog hakkında yazmaktı. öncelikle şunu söyleyeyim ki 1,5 yıl sonra anladım ki bu blog işini ailem ve dostlarım benden çok ciddiye alıyor. gerçekten. tabii benim kadar alamazsınız hiçbiriniz ama bazen burada bir anda çıkarıveriyorum içimdekileri ben cidden. yani yazı yazanlar bilir, içinden çıkanlar sadece 10 dakikada çıkar. geri dönüp de okunmaz. en azından ben okumam. o yüzden de bazen ne yazdığımı hatırlamam bile.
burası başladığında ben sadece içimdekileri döküp yaşadıklarımı anlatmak, gitmeyenleri oralara götürmek, göremeyeceklere gördüklerimi anlatmak istemiştim. sonra daha da büyüdük. büyüdükçe yazdıklarıma yorumlar arttı, ama bir o kadar da eleştiriler gelmeye başladı. çok light yazıyosun, biraz daha ciddi takıl. siyasi yazılar yaz. sevdiğim çok var. bazen buraya not etmeyi unutabiliyorum. gözlerim hepinizi görüyor; yüreğim hepinizi seviyor. gerçekten...
ama bazen her şeyi yazamıyor ya insan, bir başka blog açmaya karar verdim. oraya her şeyi ama her şeyi yazacağım. hayatım hakkında iyi kötü komik üzüntülü acı tatlı... adresini de kimseye vermeyeceğim... açtığımda haber veririm:)) bulun bakalım beni nette yeni sırlarla:)) yaşasın gizlilik!! gerçekten...
Seksi ipod ve Yıldız Tilbe...
Dünyanın en büyük zevklerinden biri yeni şarkılar yüklemek. sonra onları itunes'da bütün zerafetiyle düzenlemek. file info'ya girip hepsini teker teker albümlerine sanatçılara göre ayırmaya bayılıyorum. sonra büyük bir özenle ipod'uma yüklüyorum. benim artık bir parçam oldu o... (bakınız yukarıdaki emektar müzik aleti). metrobüste, işyerinde kulağımdan düşmüyor. dış dünyadan izole olabilmenin en iyi yöntemi. haber yazarken kulağıma takıp radiohead'i açıp kelimeleri dökmek ne güzel... bir de amerika'dayken arabaya bağlama bilmemnesini aldım. radyoda bi frekans ayarlıyosun. sen de o alette aynı frekansa bağlanıyosun. sonra ipodda çalanları radyo üzerinden dinliyosun. ne güzel bi şey yaaa...
sonra ipod üzerinde işaret parmağıyla teker teker şarkılar üzerinde dönmek. siz de yapıyor musunuz şarkılardan fal bakmayı. hangisinde durursa onu dinleyeceğim diyor musunuz?:)) son bir anda ibrahim tatlıses'ten bir kulunu çok sevdim çıkıyor. aman tanrım. depresif bir günde yüklediğim şarkıları dinlemek de istemiyorum yani her zaman. ahmet kayanın da hepsini indirmişim. belli ki militan bir anımda. ama yani iş yerinde de uyutuyo be canım. bunlar evde dinlenecek, muhtemelen bir sofrada arkadan fon olacak, ardından da ulan adam da ne güzel söylemiş denecek şarkılardan bir demet...
bu arada ipod'uma düzdüğüm methiyelerden sonra bir de bilgi vereyim. geçen sene sanırım ipod dünyanın en seksi 10 aletinden biri seçilmişti... gerçekten. buyrun bakın. hatta listede mac de var:) (http://www.cnet.com/1990-11136_1-6299751-1.html)
ben de iki gündür yuvarlağı döndürüp döndürüp aynı şarkıda duruyorum. detone yıldız tilbe'nin içini dağlayan sesiyle çığırdığı dayan yüreğim şarkısı. şarkıya çok dayanamıyorum ama başındaki şiire hastayım. hele son iki dizesi beni alıyor... sizi onunla ve ipod'lu günlerle başbaşa bırakıyorum:
Hedef olup vursan da
Özenli sözlerin oklarıyla
Süslemedim harfleri
Adını oluşturanların dışında
Dökmedim yüreğimi
Kimsenin gözlerine
Ey aşk beni yağmala
Ateş et arka arkaya aşk
Beni tara
Bitsin hiç bir şey umrumda deil
Dağlarım yaralarımı çabuk geçsin
Öğrenirken hasretinle sevişmeyi
Göz yaşlarım akabilirler özgürce
İçimde öyle güzelsin ki
Onu kirletmeyeceğim seninle
26.11.09
19.11.09
Manhattan'da bir Kara Sevdalı
17.11.09
Babama armağandır!
İstanbul... İzmir... New York...
Hangi şehirde yaşamak istersiniz, diye bir sormuştum aylar önce... 17 kent arasında başlıktaki üç kent başabaş gidiyor. Anket hala sürüyor ama bana gerçekten ilginç geliyor sonuçlar. Yani ne bileyim bu anketi okuyanlar Türk. Yani google'da çevirip de okuyan birkaç yabancı arkadaşım da var ama toplasan bir elin parmakları anca ederler..
Yaa sigarayı bırakın da donmayalım
İndirin bilet fiyatlarını... Protesto ediyorum!
"Bütün tabiat ayaktayken bize oturmak yakışmaz" demiş K. İskender
"Şiir yazmak duygularını döküp duygusal olmak değildir... Şiir yazmak kendini Tanrı gibi hissetmektir. Sonra Tanrı olmadığını farkedip acı çekmektir..."
diyor şahsına münhasır adam Küçük İskender... biliyor musunuz kendisi her pazartesi gecesi, beyoğlundaki meis kafede şiir günleri düzenliyor. tam 17 yıldır...
3.11.09
Savaş Abi'nin akerdeonundan
2.11.09
Damiano, çiğdem, erhan, tolga, ve niceleri... 3 pasta ve bir doğumgünü = Mutlu Bilge
İnsan gerçekten büyüyor. Şimdi ben küçük bilgeye bakıyorum. sonra yetişkine, sonra daha da büyüğüne. hepsi birbirinden o kadar farklı ki. kimi daha akıllı kimi daha az :)... kimi daha komik kimi daha hüzünlü. kimi ilişkilerinde ezilen kiminde ezen. ama hepsi özünde tabii ki ben. ama bazen bakıyorum da nasıl yapmışsın bunu bilge, nasıl bu kadar salak olabiliyorsun diyorum. insan büyüdükçe neyi anlıyor bence biliyor musunuz? kendinden değerli daha hiçbir şey olmadığını. yani biri seni kırınca veya tam tersine sevindirince en çok kendinin üzüldüğünü veya sevindiğini anlıyorsun. bir de insan büyüdükçe gerçekten büyüyor. hayatta yenilen kazıklar veya verilen ödüller sonunda hayatta bir tavrın bir duruşun oluyor. kimseye yalvarmadan ya da arkasından koşmadan kendin olabilmeye çalışıyorsun. evet kirli dünya ama sen temiz kalabiliyorsan gerçekten büyüyorsun. yoksa... küçülüyorsun...
1.11.09
Bugün benm doğum günüm!
30.10.09
Taktım bu aralar Sertab'a ne yapayım...
Giderek acı vermez biten şeyler
Kayıtsız bir razı oluş başlar
Sıradan izler bırakır en tutkulu aşklar...
29.10.09
Cumhuriyet Bayramı ve Erbakan
bir de bugün Erbakan'ın doğum günü aynı zamanda. kutlar herhalde ikisini birden... :)) insan hayatında bi doğum bi de ölüm gününü değiştiremiyor değil mi!!!
sevgilerrrrrrrrrrr
27.10.09
Biraz nostalji... Küçük İskender ve Sertab...
Kör noktalar vardır her aşkta İnsan doğar ölmez o suçla Orada o küçük çoçukla kalan Ağlar hayatın sonsuzluğuna Kim tutar ki elini bir daha İçini kanatan bir rüya olur bu yara Bir masalın sonunda ölüme Aşkını anlatan bir kadın olur bu defa Hiç konuşmaz bazen gül susar Yaprak titrer acıyla düş yanar Orada o güzel uykuda hüzün Büyür büyünün sonsuzluğuna |
Küçük İskender |
Bharat ve Hindistan
Günün sözünü buraya yazacağım... Dayanamıyorum çünkü artık!!!
"Şikayet etme, şükür et de daha kötüsü olmasın"!!!
Bir film izleyin: The Piano..
Güzel bir film izlemek isteyenlere tavsiye ediyorum. Şiddetle...
Hafta sonu geçti belki ama gidin bulun alın ve soğuk bir pazar gününde eve kapanıp kendinizden geçin der bilge.
"The Piano", 6 yıl öncenin filmi... Ama bence gelmiş geçmiş en güzel aşk filmlerinden biri... Tavsiye ediyorum. Aşkla!!!
(Hamiş: film hakkında bilgi için buyrun: http://en.wikipedia.org/wiki/The_Piano )
Son trend: Yaban... Güzel replik: Motorları garaja park edin
bu normancı yaban, sevgilisi pınarla kavga etmiştir. ofisinde otururken içeri pınar ve ofis boy girer. yaban karşısında pınarı görünce çıldırır...
- bu kadını niye içeri aldın leyn?
- abi sen dedin ya kim gelirse içeri al diye..
- ben sana insanları al dedim; motorları garaja park et...
Nasıl replik ama. kim yazmışsa ellerine sağlık:)) size bir kuple de video gönderiyorum. izleyin gülün.
26.10.09
Buyrun sergiye sergilemeye
Bizim ailenin anne tarafı sanatçı ruhludur. Dayım, annem muhteşem tablolar yapar. hatta ben küçükken annemin bir tablosu mutfağı süslerdi. Ama nedense ortadan yok oldu resim... Dayım hala yapıyor. Bütün sülalenin evlerinin birkaç duvarında mutlaka bir tablosu vardır. O "at" delisi.. koşarken, şaha kalkarken, yani atın tüm evrelerini resmetmeye adamış kendini...
En genç üye de ablam oldu. iki yılı aşkındır resim dersi alıyor. ne de güzel yapıyor. ben sadece hafif kritik yaparak bir de resim kitapları alarak destek verebiliyorum. ben derdimi yazarak anlatabilirim; o çizerek... bir de annem ağır eleştirmeni. hiçbir şeyi beğenmez... ee profesyonel tabii.
Ama ablam annemi bir adım da olsa geçti ve geçen hafta ilk kez bir tablosu sergiye kabul edildi. biz de gittik tabii açılışa. elimizde bir kadeh şarap (serginin olmazsa olmazı), öyle tabloların önünden aka aka geçtik. serginin konusu "kadındı". yaklaşık 20 tablo vardı. yemin ederim ablam diye demiyorum, iki tablo beğendim. biri ablamın biri de bir başkasınındı. yaa güzel bir duyguymuş insanın bir yakınının ürettiklerini izlemek .benim haberlerimi okuyunca mutlu oluyoruz derlerdi ya ben de onu hissettim. sergiyi görmek isteyenler için adres: Ressamlar Derneği. Tünel. daha açamıyorum adresi ben de sora sora buldum valla:)) inerken solda kalıyo onu söyleyebilirim.. Ders almak isteyen de olursa ablamın süper bi hocası var... tavsiye edebilirim... atölyenin internet adresi:
http://www.cekirdeksanat.com/tr/kurs/
canım ablacığım... nice sergilere diliyor ve yukarıda ablamın tablosuyla sizi başbaşa bırakıyorum!
20.10.09
İlginç bir rastlantı!!! Nefes ve PKK
Teknolojiyle yok olan lisanlar, yaşamlar...
tam ben böyle düşünürken guardian gazetesinde çok güzel bir slayt gösterisi gördüm. "Survival: We are One" diyerek. Dünyada tükenmekle yüzyüze olan ve insan eliyle yok edilmeye çalışılan medeniyetleri sıralamışlar. Bakmanızı şiddetle tavsiye ederim. Ben yine de size birkaçını göstermek istiyorum...
örneğin, Nepal'de yaşayan ve sayıları giderek azalan Chettri'ler...
- Avustralya'da yaşayan ve binlerce yıldır kökleri kazınmaya çalışılar Aborijinler... dünyanın en yüksek intihar ve çocuk ölüm oranlarına sahipler "Beyaz" abilerinin eseridir!
- Rusya'nın orta kuzeyinde yaşayan Dolganlar. Türki dillerine konuşuyorlar ve nüfusları sadece 7 bin kalmış.
- Andaman Denizi'nde yaşayan çingene "Akabang" halkı. Bağlı oldukları Tayland'da halkla "kaynaşmaları" isteniyor, ama onlar direniyorlar.
- Hindistan'daki Kondh kabilesi. dini törenlerinde insan kurban etmekle tanınıyorlar. Bir maden yatağının üzerinde olan yaşam alanları ve toprakları, bir şirket tarafından ele geçirilmek üzere.
- Endonezya'da yaşayan Kombai'ler... Hükümetin göz diktiği ormanlarını kaybetmelerine çok az kaldı. Bir de evlenmeleri için, beğendikleri kadının ailesine, köpek dişinden yapılmış bir kolye hediye etmek zorundalarmış.
- Yine Endonezya'da 9 bin yıl boyunca insanlardan uzak yaşamayı başarmış Mek kabilesi.Hükümet 1963'ten itibaren bölgelerini işgal etmeye başladı.
(Hamiş: guardian gazetesinin linkine göz gezdirmek isterseniz buyrun: http://www.guardian.co.uk/travel/gallery/2009/oct/14/ethical-holidays?picture=354256826)
19.10.09
Bir yastık oyasında, Bir mum ışığında, Bir yer yatağında, Aşk hiç biter mi?
Elimden sanki minik bir balık kayıp gitti
Aşk bitti
İçimden sanki bir şeyler kopup gitti
Aşk hiç biter mi
Hiç bir şey olmamış gibi
Boşlukta kaybolup gider mi
Aşk hiç biter mi
Kalır adımızla
Bir sokak duvarında
Bir ağaç kabuğunda
Bir takvim kenarında
Kalır bir çiçekte
Bir defter arasında
Bir tırnak yarasında
Bir dolmuş sırasında
Kalır bir odada
Bir yastık oyasında
Bir mum ışığında
Bir yer yatağında
Aşk hiç biter mi
Kalır dilimizde
Yinelenen bir şarkıda
Bir okul çıkışında
Bir çocuk bakışında
Kalır bir kitapta
Bir masal perisinde
Bir hasta odasında
Bir gece yarısında
Kalır bir durakta
Yırtık bir afişte
Buruk bir gülüşte
Dağılmış yürüyüşte
Aşk hiç biter mi
Kalır bir sokakta
Bir genel telefonda
Bir soru yanıtında
Bir komşu suratında
Kalır bir pazarda
Bir kahve kokusunda
Bir tavşan niyetinde
Bir çorap fiyatında
Kalır bir yosunda
Bir deniz kıyısında
Bir martı kanadında
Bir vapur bacasında
Aşk hiç biter mi
15.10.09
Ruslar, kurşun kalem ve güzel bir gün için bilgeden kıssadan bir hisse...
konuştum konuştum, anlattım anlattım. "neden böyle" deyip durdum...
durdu; elindeki çaydan bir yudum aldı ve başladı...
"Kurşun kalem hikayesini bilir misin?"
"Hayır bilmiyorum.."
"Dinle öyleyse... şimdi mekanımız uzay... gidenlerse tabii ki türkler değil amerikalılar. amerikalı astronotlar marsta. yolculuğa milyonlarca dolar harcanmış... günlerce çalışıyorlar çalışıyorlar. bulmuşlar suyu, nehri, oksijeni. işleri bitecek dünyaya dönecekler. soğuk bir mars akşamı. böyle dışarda sert rüzgarlar esiyor (uzayda eser mi rüzgar?:))
neyse içlerinden biri, (muhtemelen neil'dır) diğerine döner ve der ki 'abicim şurdan tükenmez kalemi uzatır mısın? suyu nerede bulduğumuzu not etmem gerekiyor'... 'tamam abicim al bakalım.' 'aaa canım kardeşim bu yazmıyor...' neden şu ki uzayda yer çekimi yok. ee tükenmez kalem de akmıyor tabii ki. amerikalılar zeki ama yetmiyor; yetmiyor; yetmiyor.
durum NASA'ya iletiliyor ve başlıyor "akabilecek" bir kalem icat etme çalışmaları... 10 yılda 10 milyon dolar harcanıyor ve bulunuyor sonunda. uzaya yeniden çıkılıyor. sadece kalemi denemek için. ve zafer! evet kalem çalışıyor, Houston havada sevinçten. astronotlar öyle yer çekimi yokken birbirlerine sarılıyorlar. öpüşüyorlar falan..
Tabii o yıllarda Sovyetler-ABD çekişmesi inanılmaz. Savaşlar uzayda dönüyor. Kalemi icat edenler, kullananlar hepsi gazetelerde.. çarşaf çarşaf röportajlar, 32 dişi görünen dişler...
Aylar geçiyor sıra Sovyetlerin uzaya gitmesine geliyor. Rus astronotlar uzaya gidiyor. Görevlerini tamamlayıp dönüyorlar. Onlar da gazetelerde. ama öyle büyük röportajlar, süslü resimler yok. Sadece birkaç astronot, ellerinde bir kağıt.. Diğer ellerinde de kurşun kalem!!!"...
Bu sefer durma sırası bana geldi. Gülümsedim derin derin...
"Bu mudur yani? Kurşun kalem mi olay?"
"Evet kurşun kalem... Yani sana diyeceğim şu ki soruna odaklanmaktansa çözüme odaklan. Her şeyin aslında bir kurşun kalem kadar basit bir çözümü var. Yeter ki nereye odaklanacağını bil yeter..."
12.10.09
Nobel'i belki Obama aldı... Ama onu gerçekten hak edenler başkaları. İşte bu yıl ki Nobel Barış Ödülü'nün diğer adayları...
"Eeee o zaman henüz hiçbir adım atmamış olan Obama neden evine götürsün ki madalyayı... yani başka kimse yok muydu onun kadar hak eden?" diye sordum kendime ve bu yıl ödüle diğer aday olanların kimler olduğuna bakındım. nasıl iyi isimler var biliyor musunuz? insan gerçekten dünyada gerçekten yaşamlarını, emeklerini, vakitlerini başkalarının hayatlarına adayanlar olduğunu görünce "neden yaşıyorum ki" diye sormadan edemiyor kendine.
Size arayıp da bulduklarımı yazmak istiyorum...
1- Sima Samar... 52 yaşında. Afgan. Ülkesinde tıp okumayı hak eden ilk kadın olmuş. Tüm hayatını çocuklar, yardıma muhtaç insanlara adamış. İlk hastanesini 1987 yılında açmış. O günden bugüne de 10 klinik, 4 hastane ve 17 bin kişiye hizmet veren okulun kurdelesini kesmiş. Bugüne kadar onlarca ödül almış. Tüm bunlar onu din adına katliamlar yapan ve insanların cehaleti üzerine büyüyen Taliban'ın hedefi haline getirmiş. Ölüm tehditleri altında yaşıyor. Onun için Afganistan'ın "Salman Rüşdi'si" deniyor. Yine de BBC'ye verdiği bir söyleşide şöyle demiş: "Ben hep tehlikedeydim. Umurumda değil..."
2- Piedad Cordoba... 54 yaşında. Kolombiyalı. Avukat. Ülkesindeki takma adı "Barışın kadını"... Yıllarca Farc ile hükümet arasındaki çatışmaları durdurmak için arabuluculuk yaptı. 16 rehinenin serbest bırakılmasını sağladı. Bir rehine onun için "beni özgürülüğe uçuran tek melek" dedi. 1999'da kendisi de kaçırıldı ama kısa bir süre sonra özgürlüğüne kavuştu. Hükümet ve gerilla örgütü arasındaki çatışmaların barış ve diyalog yoluyla halledilebileceğine inanıyor. Sözlerini birilerinin duyması gerekiyor: "Bu savaşı kelimelerle bitirmeliyiz. Eğer benim bir tarafa yakın olduğumu düşünen varsa, varsın düşünsün."
3- Denis Mukwege... 53 yaşında. Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nden. Doktor. Hamilelikleri kötü gidince bir eşeğin arkasında kanlar içinde kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalan kadınları görünce jinekolog olmaya karar vermiş. Hayatını ise, her yıl 27 bin kadının tecavüze uğradığı, yüzde 70'inin de saldırıya uğradığı ülkesindeki kadınları rehabilite etmeye adamış. Kendi deyimiyle onları "ölümden kurtarıyor": "Kimi zaman günde 10 kadın geliyor. Kimileri defalarca tecavüze uğramış; çocuklarının, kocalarının, akrabalarının önünde. Ardından da işkenceler geliyor. Bu da soykırımın bir diğer şekli..." Bugüne kadar 21 bin kadını tedavi etmiş. Geçen yıl Olof Palme Ödülü'ne aldı. Ayrıca "Yılın Afrikalısı" oldu ve Birleşmiş Milletler insan hakları ödülünü de kucakladı.
4- Greg Mortenson... 51 yaşında. ABD'li. Dağcı. Tüm hayatı 1992 yılında kızkardeşinin epilepsi nedeniyle ölümüyle değişir. Onu anmak için Pakistan'ın kuzeyindeki Karakurum dağlarına tırmanmaya karar verir. Dağda aksilik olur ve dağcı yaralanır. 75 saat onu kurtarmak için çabalarlar. Dağın zirvesine ulaşamaz Mortenson, aşağı inerken yolunu şaşırır ve yanlışlıkla kamp yerine Korphe denilen küçük bir köye ulaşır. Ağır yaralı ve çok yorgundur. Köylüler onu tedavi ederek hayata döndürür. Mortenson, iyileştiğinde köye bir okul yapma sözü vererek ülkesine ayrılır. Ardından topladığı paralarla "Central Asia Institute"u kurar. Geri Pakistan'a döndüğünde, ajan denilerek önce Taliban, ardından afyan satıcıları tarafından kaçırılır, iki ateş arasında kalır. Müslümanlara yardım ediyor diye Amerikalılar hain ilan eder. Ama o vazgeçmez. Oradaki çocuklar okuyacaktır. "Bomba atabilirsiniz, prezervatif dağıtabilirsiniz, yollar kurup elektrik getirebilirsiniz. Ancak kızları eğitmediğiniz sürece bir toplum asla değişemez"... Enstitüsü bugün 131 ayrı bölgede 54 bin öğrenciye eğitim veriyor. Hikayesini yazdığı kitabı "best-seller" oldu. Aldığı ödüllerin sayısını kendisi bile bilmiyor...
Samba yapın Kübalılar... Blog kutlamaları 3 gün 3 gece...
Yer: Küba
11.10.09
Bir yaşına girdi bu blog... Teşekkürler... Thank you... Grazie... Gracias... Şükran... ve diğerleri...
O kadar çok işim var ki... ama şunu söyleyip gideceğim... yarın geri geleceğim...
Dün 1 yaşına girdi bu blog... 10 Ekim 2008 imiş ilk tarih baktım da...
ee bilge der ki: yazan, okuyan, birbirine söyleyen, benden feyz alan, burası yerine özel e-postalar atan, trabzondan antalya'ya kadar beni sadece okuyarak tanıyan, kısayollarına ekleyen, kıskançlıktan biri görünce ekranı kapatan, bu deli yine ne yazmış diye merak eden, amaaannn banane ne ki diye merak etmeyen herkese ama hepinize teşekkürler... bir de blogumu "bizim kız nerelerde geziniyor" diye kullanan babama ayrı bir selam ederim...
öpüldünüzzzzzzzz
(not resmim çok uyduruk oldu... daha delisini bulcam söz:))
10.10.09
Ermeniler, yaktınız annemin doğumgünü pastasını...!!!
9.10.09
Nobel Barış Ödülü neden Obama'ya?
Geçtiğimiz tüm yıl boyunca Obama'nın adım adım seçilme sürecinin çok yakından bir tanığıydım. aday olduğu demokrat parti kongresini, seçimleri, yemin törenini, kahirede yaptığı "müslüman dünyaya çağrı" konuşmasını yerlerinden takip ettim. en başta gerçekten ümitliydim. konuşmalarında değindiği konuların olumlu olduğuna inanıyordum. gerçi dünyada bir barış "havası" esiyor ama bu havanın tamamını Obama'ya bağlamak çok da mümkün değil. Evet, dünyada bir değişiklik var. türkiyenin, ermeni, kürtler konularındaki henüz nereye açıldığı bilinmeyen "açılımlarında" mutlaka "Obamamania"nın etkisi vardır. ancak bakınız ki barışa henüz somut ne katkıda bulunmuştur? bu bilinmez... zaten daha çok yaptıklarına değil, verdiği umutların bir karşılığı olduğu sanılıyor ödülün. bakcaz artık 9 ayda nobel'i kapan obama'nın önümüzdeki yıl ne ödülü alacağına... ya da ödülü geri teslim edip etmeyeceğine...
Romantik çiftler çekirdek çitler...
2.10.09
komik...
adının sam olduğunu düşün... email adresini nasıl verirsin?
samethotmailnoktakom... peki samet kim?
kapiş?:)))
Yolun açık olsun kardeşim..
Yanında çete gibi birbirinden komik / birbirinden iri arkadaşlarıyla... kardeşim 4 yıl fransızca okudu ama bir satır bile fransızcasını duymadım. hep öğrenemediğini iddia etti. ee orada ne yapacak bilmiyorum.
Baktım Lyon içinden nehir geçen çok güzel köprüleri olan bir kentmiş... neyse bize de bir kapı çıktı işte. bi oraya gitmemiştim orasını da görmek artık farz... varsa bilen oraları yazsın da kardeşime gönderirim... çocukcağız bir başına kalmasın...
neyse biz onu çok özleyeceğiz... umarım keyfin yerinde olur ve lyon'da çok iyi vakit geçirirsin canımın içi...
1.10.09
Yeni anketimiz piyasaya çıkmıştır... Haber ola!
Obama'nın binbir yüzü / ama hepsi bir yüzü..:))
Bir de dünyanın dört bir tarafından yaşayıp da Obama'yla kafayı bozan bir kesim var.. Yukarıda arka arkaya sıraladığım noktaları teker teker inceleyenler var. Ben değilim asla, ama onları Eric Spiegelman da bunlardan biri işte. Kim tanımıyorum ama bir video yapmış çok komik. Obama'nın yüzlerce buluşmada verdiği gülüşlerin /ki buna sırıtma da denebilir/ fotoğraflarını toplamış. fotoşoplamış... ve arka arkaya sıralamış. ortaya da bu görüntü çıkmış. Sanki gerçekten bir kelle koymuşsun da yanındaki konukları değiştirmişsin gibi bir hava var... Buyrun seyri aleme...
Barack Obama's amazingly consistent smile from Eric Spiegelman on Vimeo.
30.9.09
Ne arıyorsan içindedir:)
29.9.09
Benim koltuğum mu değerli astronotunki mi?
bazen buradan uzak kalıyorum. insan ciğerini açmak/açmamak/açmakta çekimser kalmak/sonuna kadar paylaşmak arasında gidip geliyor...
insan bazen zincirlerini kırmalı değil mi? mesela tatile gitmek... sahilde ayaklarını uzatmak, arkadan çocukların kumda oynama sesleri gelse. baktım da şöyle bi yazdıklarıma, umutlarıma, hep bir gitmek var. oysa ki ben hayatımın bu evresinde "gitmeyi"/hayatı değiştirmeyi/köklerini bırakmayı/en azından bir dönemliğine bırakmayı; bırakmış, bırakmaktan vazgeçmiş biriyim...
bazen bir yere köklerim bassın istiyorum, sonra masamda sola dönüp dünya haritasına bakıyorum.. yüzlerce ülke. bilmiyorum. gidebilirim de kalabilirim / nedenlerine bağlı!!!
düşünsenize şu işimize ne çok vakit harcıyoruz. hiç sevmediğimiz, bizim seçmediğimiz insanlarla dipdipe çalışıyoruz. iş umrumda değil diyenlere inanmayın, hepsinin umurundadır. bu krizde / ki bu krizi de sonuna kadar kullandıklarını düşünüyorum/ kim kalmak ister ki işsiz... onu gülümse, buna sırıt, sonra herkesin arkasından konuşanların, el ense öpüştüklerini görmek. sonra sana gülenlerin arkandan konuştuklarını duymak...
böyle bir ortam işte işyeri. sonra ay başında maaşını al bir günde bitsin/en fazla 15ine kadar dayansın... eeee??? so what??? mesela uzaylılar yukarıdan bakıp bize gülüyorlar mıdır? düşünsenize uzaydan bakarken ne kadar küçüğünüz... hele türkler. kalabalıklar ama küçükler... yani en azından rus/hint/amerikan olsaydık uzaya çıkıp büyük olduğumuzu gösterebilirdik. o da yok...olduğumuz topraklarda sayıyoruz... sonra işyerinde biri gelip senin önüne geçmeye çalışıyor... aloooo, alem uzaya çıktı sen benim koltuğumu istiyosun... sıkıysa git de mars'ta su bulan hintli astronotun koltuğunu al bakalım. ancak dikip dikebileceğin göz benim koltuğuma uzanabilir.. ama tabii dikebilirler fiziki olarak / çünkü koltuğum koccaaa gazetenin /müdürler hariç/ en güzel masası. en köşedeyim.. tam sote, ekranımı kimse görmüyor... ee bu koltuğa oturmak için ben 8 yılımı verdim, sen de ver sen de al di mi... (sıkıcı/soğuk/anlamsız salı gününden vurdum işte... bakalım gün ne getirecek?)
Foto: bizim binadan muhteşem gün batımı... ceple çektiğim için çok iyi değil ama yine de sevdim ben renkleri...sonbaharın tek güzel yanı bu mudur? günbatımı...)
Şems'in 40 kuralı
21.9.09
Viva Cuba, Viva Revolucion!!!
neyse konumuz Juanes'in tipi değil, bu hafta imza attığı bir konserdi... Konserin yeri Küba'ydı. tabii yer küba olunca benim ilgim de birkaç kat arttı. gönlünün tamamını muhteşem ülkede bırakan biri olarak. Konseri düzenleyen "Sınır tanımayan barış" adlı bir örgüttü. asıl amacı Küba ile ABD arasında bir köprü oluşturmak ve ambargoya dikkat çekmekti. Devrim Meydanı'ndaki konsere 1 milyon kişi katılmış.. ben niye bu soğuk sıkıcı istanbuldayım da dünyada bir milyon şanslı kişi ordaydı... neden?
bu anlamsız soruya asla yanıt veremedim bu zamana kadar... ama bolca arttırdım seçenekleri, neden arjantinde tango yapmıyorum, afrikada fillerin üzerinde gezmiyorum veya kuzey kutbunda bir dağ evinde şömine karşısında somon füme yemiyorum... içim sıkıldı yine..
neyse geri dönüyorum... konser yapıldı. beyazlar içindeki şarkıcılar kübalılar müzikle kendilerinden geçtiler. tabii müzikten, hayattan, güzelliklerden nasibini almakta hep iki kere düşünen, asla kendini hayatın akışına bırakamayacak kadar cahil amerikan halkına da bu konseri protesto etmek kaldı. neden mi? efendim neden Juanes "diktatör" bir ülkede konser veriyormuş... sanane? koca bir milyon kişi mutlu da bi siz mi "kurtaracaksınız" küba'yı? kurban olsunlar küba'daki güzelliklere diyorum, siz gidin hamburgerlerinizle beslenin, küba karşıtı propaganda yapın... daha çok milyonların katıldığı konserler yapılır kübada... darısı benim de o milyonların içinde biri olmamı nasip eder inşallah!!!
(çözünürlüğü çok iyi değil ama dailymotion'dan bulduğum bir konser görüntüsüyle sizi başbaşa bırakıyorum. youtube'a girenlere sesleniyorum: http://www.youtube.com/watch?v=j6p_hoXj3Dw bu linke tıklarsanız birçok videoyu izleyebilirsiniz...
Viva Cuba, Viva Revolucion!!!