Yer: Denizli
31.5.09
29.5.09
Nutkum tutuldu valla::))
28.5.09
Kuru fasulye ve Fenerbahçe!!!::)))
Bugün üç yıl bitti. Onun karşısına gelinlikle çıktığım günkü kadar mutluyum. Tanrım, onu ne kadar seviyorum. Mükemmel birerkek,cazibeli, yakışıklı, anlayışlı,sevecen, her şey var. Bugün Cumartesi, bıraktım arkadaşlarıyla eğlensin. En sevdiği yemek olanpastırmalı Kurufasulye ile pilav yapıyorum. Pişti, demleniyor. Banyo yaptım, en sevdiği kıyafeti giydim. Yemekten sonra, şöminenin karşısına bir şişe kırmızı şarapla uzanacağız... Eve geldi sonunda.Beni öpüşü biraz soğuktu, aklı başka yerde sanki. Aman Tanrım, yoksa? Tüm cilvelerime rağmen, bana yanaşmadı. Arkadaşlarıyla ne yaptığını sordum, ağzında birşeyler geveledi. Yemekte biraz keyfi yerine gelir gibi oldu, ama hala dalgın, hala uzak, hala kabuğuna çekilmiş. Herhalde ÖTEKİNİ düşünüyor. Benden genç mi acaba? İşyerindeki sarışın pazarlama temsilcisi olmasın? Şöminenin karşısında şarabımızı yudumlarken, artık dayanamadım 'neyin var?'diye sordum. Gülümsedi, zoraki bir gülümseme, acı dolu, uzaklıkdolu.. 'Yok birşeyim' diye geçiştirdi. O gürül gürül yanan aşkın bu kadar çabuk biteceğine inanamıyorum, daha dün bana ebediyete kadarbenimle olmak istediğini söylüyordu. Bugün aramızda iletişim kopukluğu başladı bile. Belki de kilo alıyorum. Çok mu vır vır yapıyorum? Elini tuttum. Elimi okşadı, ama eller hissiz, parmak uçları soğuk... Stepe başlasam? Çocuk istesem? Yalan, yalan, yalan. Kendimi kandırmaktan başka bir şey değil bunlar. Bitti...Bittti...Bitti. Tanrım, ölmek istiyorum. Kendimi son kezonun kollarına attım. Ağlaya ağlaya uykuya dalmışım.
Kocanın Günlüğüne yazdıkları :
Öff be, FENERBAHÇE şampiyon olamadı. Ama, kuru fasülye güzeldi.
Yabancıların gözünden bakmak ister misiniz?
Savaş Ay hayranıyım, o kadar...
bence gazeteciliği-ya da muhabirliği demeliyim-şey masa başında oturmaktır. kısaca haber dışarıdadır. ne kadar sokağa çıkarsan, insanlarla paylaşırsan, onları dinlersen, güzel ilişkiler kurarsan o kadar iyi muhabir olursun bence...
bunun bence en iyi örneği de türkiyede savaş ay... bugün gazeteyi bir açtım sabah'ın ilk sayfasındaki haberi ne güzel. Harranlı Cemile adındaki 24 yaşındaki kız... turist rehberliği yapıyor. bir jahon kendisini videoda görünce aşık olup babasından istiyor...
neyse haberin geri kalanını okuyun. bence çok güzel bir insan hikayesi.:)))
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ay/2009/05/28/sanliurfadan_japonyaya_video_usulu_gelin_gidiyor
En çok gazeteciler içiyor!!!
herkes arasında birinci biz miyiz bilmiyorum ama buraların içki içme kültürü olduğunu kabul etmeliyim. biz cumhuriyetteyken çalışırken bile içerdik. cağaloğlu- bab-ı ali'deki binadayken sokağın ilerisinde bir tekel bayi vardı. bilenler bilir. oraya gider akşam üzerleri bira alır paylaşır içerdik bilgisiyarlarımızın arkasına koyup. hiç de engellemezdi bizi yani ne olacak ki...
oranın havası başkaydı tabii ki. bazen yakardık mumları, alırdı gülşah sazı eline, başlardık türkülere... çıkardı zulalardan (bu zula genelde ekonomi bölümüdür. onlara yılbaşı/bayram vs. günlerinde gelen hediyeler tüm gazeteye yeter emin olun) şaraplar... ne eğlenirdik.
artık plazalara kapandık. bazen yanındaki masada oturan kişiyle tek bir kelime bile konuşmadan günü bitirebiliyorsun. ne acı değil mi? kendinize bir bakın... insanlar birbirine ne kadar yabancılaşıyor. sanki bazen birini sevmek değil sevmemek için oturup nedenler bulmaya çalışıyoruz... oysa ki muhabbet, hele de bir sofradan keyifli bir muhabbetin yerini hiçbir şey alamaz bence... evet gazeteciler içmeyi, hele de ocakbaşında içmeyi severler... eskiden nişantaşı binasında bir bar varmış bile. anlatırlar buradakiler en güzel tartışmalar, en keyifli sohbetler orada yapılırmış. inşallah bir gün bu binaya da kurarlar böyle bir bar, eski keyifler geri gelir...
25.5.09
denizli'nin horozları bizi de yemesin sakın!!!
Şems'in 40 Kuralı
Pazartesi sendromunu "begüm"le atın!!!
İyi haftalarrrrrrr...
22.5.09
Günün haberi... Kapısı açılmayan ambulansta öldü...
Rize'de beyin kanaması geçiren 55 yaşındaki Mehmet Demirci’yi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne getiren ambulansın arka kapısı arıza yaptı. Yan kapıdan da çıkartılamayan hasta, 15 dakika ambulansta yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamadı. Bugün öğle saatlerinde Güneysu İlçesi’ne bağlı Yeniköy’de yaşayan 55 yaşındaki Mehmet Demirci, evinde rahatsızlandı. O sırada köyde başka bir hastaya müdahale eden Güneysu 112 Acil Servis ekibi, nefes darlığı şikayeti çeken Demirci’yi ambulansla hastaneye ulaştırdı. Ancak, hastanede Mehmet Demirci’yi taşıyan ambulansın arka kapısı açılmadı. Yan kapıdan da sedyeyle çıkarılamayan Demirci’ye doktorlar ambulansta müdahale etmek zorunda kaldı. Aracın arka kapısı, başka araçlardan temin edilen levyelerle yaklaşık 15 dakika sonra açılabildi. Hastane acil servisine alınan Mehmet Demirci ise kısa süre sonra hayatını kaybetti. Mehmet Demirci’nin oğlu Recep Demirci ise kendisine babasının ambulansta öldüğünün söylendiğini iddia ederek, şunları söyledi: “Yan kapıdan dışarı almak istedik ancak sedyeyle mümkün olmadı. Acil servis doktorları ambulansta müdahale etti. 15 dakika zaman kaybının ardından babam kapı kırılıp acil servise alındı. Burada 10 dakika müdahalede bulunuldu ancak babam hayatını kaybetti. Doktorlara ‘Babam ambulansta mı, hastanede mi öldü?’ diye sordum. ‘Ambulansta öldü’ dediler. Sağlık görevlileri, ambulansta da hastanede de ellerinden geleni yaptı ama kapının açılmaması kabul edilir gibi değil.” ELEKTRONİK SİSTEM ARIZA YAPMIŞ Rize İl Sağlık Müdürü Dr. Mustafa Tepe ise ambulansın kısa bir süre önce teknik bakımının yapılmasına rağmen arka kapısının arızalanıp açılmadığını belirterek, “Arka kapının elektronik sistemi arızalandı. Bu nedenle kapı açılamamış. Ancak ambulans tam donanıma sahiptir. Acil serviste yapılabilecek tüm müdahaleler araç içerisinde yapılmıştır” dedi.
(milliyet.com.tr'den aldım)
21.5.09
Şems'in 40 kuralı
Bu evren onlarla güzel....
"Vattoz" beni de vurdu
20.5.09
19.5.09
müzik istiyorum...
Vakit gazetesi ve Saylan...
"Vakit gazetesinin internet sitesi Ergenekon'un Saylan'ı propaganda amaçlı olarak öldürmüş olabileceğini iddia etti.
Vakit Gazetesi, internet sitesi habervaktim.com'da "Saylan'a otopsi yapılacak mı?" başlığıyla verdiği haberde dudak uçuklatan bir senaryoyla saldırılarını sürdürdü.
Mahkeme yasağına rağmen "Ergenekon Terör Örgütü (ETO)" tanımlamasının kullanıldığı haberde Saylan'a otopsi yapılması istendi:
"Bugün sabah saatlerinde vefat eden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Türkan Saylan'ın cenazesine otopsi yapılıp yapılmayacağı merak ediliyor.
Ergenekon soruşturması kapsamında evi arandıktan sonra bazı medya organlarınca uzun süre ekranlarda tutulan Türkan Saylan'ın, birçok faili meçhul cinayet işlediği iddia edilen Ergenekon tarafından propaganda amaçlı olarak öldürülmüş olabileceği kuşkusu bulunuyor.
ETÖ, DANIŞTAY CİNAYETİ VE CUMHURİYET BOMBALAMALARI
Hatırlanacağı üzere Saylan'ın evi arandıktan sonra, bazı medya organlarında Türkan Saylan'ın kanser hastalığı üzerinden propaganda amaçlı günlerce haber ve yorum yapılmıştı. Danıştay saldırısının ve Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların Ergenekon tarafından gerçekleştirildiğinin ortaya çıkması, kamuoyunda “Acaba Saylan da propaganda amaçlı olarak öldürülmüş olabilir mi?” sorusunu akıllara getiriyor.
Ergenekon tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen cinayet ve bombalamaların hafızalarda bıraktığı yer nedeniyle, kamuoyu Saylan'ın ölümü üzerindeki şüphelerin giderilmesi için otopsi yapılmasını bekliyor."
18.5.09
Milli heyecan eurovizyon ve yürek hoplatan telefon!!!
Cumartesi gecesi evde oturdum eurovizyon'u seyredeyim diye... koydum çayı, aldım çekirdeği oturdum koltuğa...
ben hep sevmişimdir bu şarkı yarışmasını. daha küçükken, mesela 16-17 yaşlarımızda yaza denk gelirdi sanki öyle kalmış aklımda. toplanırdık yazlıkta birinin evinde (bu ev genellikle okan-koray kardeşlerin evi olurdu)... hepsini baştan sona dinler oy verirdik. aramızda müzisyen çoktu. okan bas çalardı, koray bateri... onur vardı sonra hollandaya gitti müzisyen oldu. sağlam ekiplerdi. sonra bende alışkanlık kaldı eurovizyonları arkadaşlarla izlemek. evet çok iyi müzikler olmuyor, saçma sapan şarkılar birinci oluyor, artık "komşu komşuyu mutlu etsin"e döndü, ama yine de eğlenceli. başka ülkelerin ezgilerini koreografilerle izlemek çok güzel bence.
ama eurovizyon deyince aklıma bir anım geliyor hep... hem komik, hem de tam dudak uçuklatan cinsten. yıl 2003. liseden bir arkadaşımla benim evde açmışız "halka"yı izliyoruz. korku filmi vardı ya bir dönemin ünlüsü...
aynı akşam da sertab'ın yarıştığı eurovizyon var. ama arkadaşım çok cool izlemez öyle "sıradan" yarışmaları... neyse izledik halkayı, ben bayağı gerildim. saat oldu gece 1 gibi... merak ediyorum yarışma ne olmuş ama ben de "cool" olcam ya açamadım hiç...
neyse filmi izleyenler varsa hatırlarlar; filmde telefon çalıyor hatırladığım kadarıyla. açıp konuşursan 7 gün içinde öleceksin demektir... neyse filmi izledik, tam bitti... çaldı mı bizim salondaki telefon... ama ben üç buçuk atıyorum. diyorum ki bu da kim gecenin bir yarısında. saat olmuş kaç. arkadaşım bana bakıyor ben ona. neyse dedim ve açtım. ama ses yok dinliyorum. 7 gün içinde kesin ölcem artık kabullenmişim... karşıda sınıf arkadaşımız derya. "bilgeeeeeeeeeee birinci oldukkkkk birinciiiiiiiiiiiii" diye bağırıyor. nerde birinci olduk? birinci ben mi gitcem öte tarafa. tek gitmem valla banane.
"allah belanı versin, ne arıyosun ödümüzü kopardın" falan dedim ama onun anlayacağı yoktu. yani saatin bir vaktinde ona halka, 7 gün, ölcem falan dedim ama umrumda değildi. kapattık telefonu açtım trt-1'i. bir anda evin havası değişti, ama ne kadar tırstığımızı bir ben bilirim bir de allah...
böyle işte... cumartesi günü de yine izledim oturup. hiç beğenmediğim, zap yapıp geçtiğim şarkı (norveç) birinci oldu, en sevdiğim (moldova) ise ilk 10'a bile giremedi. benim eurovizyondan yana ne bir şansım ne de tahmin yeteneğim var ben bunu anladım... ya da gerçekten çok kötüler kazanıyor ne bileyim...
yukarıya aslında moldova'nın videosunu koyacaktım ama Türkan Saylan'ın öldüğü gün oynak bir şeyler dinlemek istemedim. o yüzden de bugüne kadarki yarışmalarda en beğendiğim birincilerden birini yerleştiriverdim. karadağ'dan lane moje adlı şarkı... iyi dinlemeler...
Türkan Saylan'ı kaybettik...
16.5.09
Psikolojik domuz gribi de olunuyormuş! Valla!!!
15.5.09
başka bir dünya olsa....
varsa hayal eden gazeteci olayım da para kazanayım diye, söyleyeyim baştan vazgeçsinler... mesleğimi çok seviyorum ama böyle olmaz artık!!! biri üreten, çalışan muhabirleri de düşünse keşke, biri düşünse...
Bir fırçam olsa ne resim yapardım acaba?
Birkaç hafta önce posta kutusuna bir mektup düştü... Ama bu e-posta değil; oturduğum apartmanın gerçek posta kutusuna... O kutuya artık faturalar dışında bir kağıdın düşmesi ne zor değil mi?
Çok uzak değildi geldiği yer; ama aramıza yıllardır giren "onulmaz-derin" uzaklıklar ne yazık ki ayrı düşürmüştü yüzlerimizi. Ama yüreklerimiz asla uzak değil birbirine. o benim hayattaki en güzel dostum, en iyi kalpli insanım, en aydın zihnim...
Mektup yine derin özlemler, hasretler, tavsiyeler, yol göstermeler, hüzünler, coşkularla doluydu. onların hepsi bana özel... diğer binlercesi gibi...
muhteşem yüreği dışında muhteşem de bir fırçası vardır kendisinin... tabloları bizim ailede her evin duvarlarını süslüyor. bana da bazılarının resimlerini çekip göndermiş. ben de sizinle paylaşmak istedim... birinin adı "nar"; diğerinin ise "istanbul güneşe tapıyor"... diğerinin adı yok... siz koyun::))
Şeker kamışı ve rom...
Bunlar da çektiğim 700 fotoğraftan dördü daha... aslında daha çok koyacağım ama gazetede çıkacak mı, hangileri çıkacak, neler yazacağım hala belli değil. haber bekliyorum... onu beklerken de birkaçını daha paylaşayım dedim. geri kalanları da flickr'a yükleyeceğim. Buraya ne yazik ki foto yüklenmiyor. çok sinir bir durum. blogspotu seviyorum ama slide show yapamama durumunu sevmiyorum.
Uyusak uyusak tatil yapsak...
Döndüğümde buradaki haberler daha çoktu. Bir arkadaşımın hayatındaki en büyük aşkını yakaladığını öğrendim (bu biraz da benim sayemde oldu. onu zorla tangoya götürdüm ve orada tanıştılar. şimdi ayakları yerden kesiliyor. bu benim tangoda tanıştırdığım ikinci çift. ne mübarek kadınım yaa)...
dedim bir gittim geldim ne çok şey değişti. ama çarşamba günü çok kötüydüm uyanamadım falan. dün de izin yaptım. ayakta duramıyordum valla. neyse çamaşır, temizlik, tango derken gün bitti.
yurt dışına gitmek güzel de dönünce insan hala o günlerin etkisinde kalıyor. mesela deli gibi sabahtan akşama kadar salsa dinliyorum evde. birinin bana onları dinleyerek havana sokaklarında olmayacağımı söylemesi gerekiyor... "tatilden döndükten sonra 5 gün kendine gelemeyen insan" diye bir kavram yaratıp en büyük takipçisi ben olacağım!!!
zaten yaz geldi; hava bugün istanbulda 30 derece!!! Hırka, atkı derdi bitti. Gelsin sandaletler!!! Yaşasın!!!!
tatiller de geliyor demektir... tabii bu blogu takip eden öğretmenlere sesleniyorum: sizden nefret ediyorum. 3 ay izin yapıp keyif yapmanın acısını her gün içimde hissediyorum::))
hep izin yapmak istiyorum... ama hep ama hep ama hep!!!
12.5.09
Los Van Van
Viva Cuba! Viva revolucion!
Herkese Merhabaaaaaa...
1.5.09
Yolcudur Bilge Bağlasan Durmaz!!!
Şems'in 40 Kuralı
Şems'in 40 Kuralı'nın yeri değiştirildi!!!
bu nedenle artık aralıklarla buraya yazacağım...
Bugün 1 Mayıs neşe doluyor tüm halkımız!!!:))
Bu "geç geliriz" cümlesi çok çok önemli. Anlatıyorum; dediler ya yollar kapanacak asla beşiktaş taksime gelemeyeceksiniz diye. bugün sabahın bir körü işyerine damladım. dedim belki yollar falan kapanır gideyim diye; 7de burdaydım. nasıl ama? gazeteleri okudum, çay içtim. açtım bloğu yazayım dedim...
Madem mesai başlamasına çok var, ve gündem 1 Mayıs biraz anlatalım tarihi... 1 Mayıs'ın başlangıcı aslında ABD'de biliyor musunuz? Şu andaki kapitalizmin merkezinde. İşçiler 8 saat çalışma hakkı için greve gittiler 1886 yılında. Ancak polis kalabalığa ateş açınca dört işçi yaşamını yitirdi. Tüm bu olaylar 1 Mayıs'ta gerçekleşti. 4 Mayıs'taysa sokaklar çok daha kalabalıktı. Sonunda her yıl o ölen işçileri anmak için dünyanın dört bir tarafındaki işçiler yürümeye başladı.
Sonra Türkiye'de de Osmanlı zamanında bir süre kutlanmış biliyor musunuz? Ancak ardından tamamen yasak konmuş. Yıllar sonra da dünyanın en büyük 1 Mayıs katliamı yaşandı bu topraklarda 1977'de.
Böyle işte. ardından da birileri çıktı, köprüleri, vapurları, otobüsleri durdurdu, yolları felç etti... sular püskürttü, acımadan vurdu. bakalım bugünkü sahneler ne olacak!!! bekliyoruz...
Ben yine de her şeye rağmen tüm çalışanların işçi ve emek bayramını kutlarım. bir gün emeğimizi aldığımız günleri de görürüz inşallah!!!::))