19.5.09

Vakit gazetesi ve Saylan...

Bu sabah gazeteye geldiğimde hemen vakit'e baktım. öyle çok bir şey yazmamışlar. ne de olsa artık öldü kadın. "ölünün arkasından konuşulmaz" ya, çok saygılılardır eminim... ama yine de dayanamamışlar işte. aşağıdaki yazıyı "radikal.com.tr"den aldım... buyrun son bombalarına!!!

"Vakit gazetesinin internet sitesi Ergenekon'un Saylan'ı propaganda amaçlı olarak öldürmüş olabileceğini iddia etti.

Vakit Gazetesi, internet sitesi habervaktim.com'da "Saylan'a otopsi yapılacak mı?" başlığıyla verdiği haberde dudak uçuklatan bir senaryoyla saldırılarını sürdürdü.

Mahkeme yasağına rağmen "Ergenekon Terör Örgütü (ETO)" tanımlamasının kullanıldığı haberde Saylan'a otopsi yapılması istendi:

"Bugün sabah saatlerinde vefat eden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Türkan Saylan'ın cenazesine otopsi yapılıp yapılmayacağı merak ediliyor.

Ergenekon soruşturması kapsamında evi arandıktan sonra bazı medya organlarınca uzun süre ekranlarda tutulan Türkan Saylan'ın, birçok faili meçhul cinayet işlediği iddia edilen Ergenekon tarafından propaganda amaçlı olarak öldürülmüş olabileceği kuşkusu bulunuyor.

ETÖ, DANIŞTAY CİNAYETİ VE CUMHURİYET BOMBALAMALARI

Hatırlanacağı üzere Saylan'ın evi arandıktan sonra, bazı medya organlarında Türkan Saylan'ın kanser hastalığı üzerinden propaganda amaçlı günlerce haber ve yorum yapılmıştı. Danıştay saldırısının ve Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların Ergenekon tarafından gerçekleştirildiğinin ortaya çıkması, kamuoyunda “Acaba Saylan da propaganda amaçlı olarak öldürülmüş olabilir mi?” sorusunu akıllara getiriyor.

Ergenekon tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen cinayet ve bombalamaların hafızalarda bıraktığı yer nedeniyle, kamuoyu Saylan'ın ölümü üzerindeki şüphelerin giderilmesi için otopsi yapılmasını bekliyor."

18.5.09

Milli heyecan eurovizyon ve yürek hoplatan telefon!!!



Cumartesi gecesi evde oturdum eurovizyon'u seyredeyim diye... koydum çayı, aldım çekirdeği oturdum koltuğa...
ben hep sevmişimdir bu şarkı yarışmasını. daha küçükken, mesela 16-17 yaşlarımızda yaza denk gelirdi sanki öyle kalmış aklımda. toplanırdık yazlıkta birinin evinde (bu ev genellikle okan-koray kardeşlerin evi olurdu)... hepsini baştan sona dinler oy verirdik. aramızda müzisyen çoktu. okan bas çalardı, koray bateri... onur vardı sonra hollandaya gitti müzisyen oldu. sağlam ekiplerdi. sonra bende alışkanlık kaldı eurovizyonları arkadaşlarla izlemek. evet çok iyi müzikler olmuyor, saçma sapan şarkılar birinci oluyor, artık "komşu komşuyu mutlu etsin"e döndü, ama yine de eğlenceli. başka ülkelerin ezgilerini koreografilerle izlemek çok güzel bence.
ama eurovizyon deyince aklıma bir anım geliyor hep... hem komik, hem de tam dudak uçuklatan cinsten. yıl 2003. liseden bir arkadaşımla benim evde açmışız "halka"yı izliyoruz. korku filmi vardı ya bir dönemin ünlüsü...
aynı akşam da sertab'ın yarıştığı eurovizyon var. ama arkadaşım çok cool izlemez öyle "sıradan" yarışmaları... neyse izledik halkayı, ben bayağı gerildim. saat oldu gece 1 gibi... merak ediyorum yarışma ne olmuş ama ben de "cool" olcam ya açamadım hiç...
neyse filmi izleyenler varsa hatırlarlar; filmde telefon çalıyor hatırladığım kadarıyla. açıp konuşursan 7 gün içinde öleceksin demektir... neyse filmi izledik, tam bitti... çaldı mı bizim salondaki telefon... ama ben üç buçuk atıyorum. diyorum ki bu da kim gecenin bir yarısında. saat olmuş kaç. arkadaşım bana bakıyor ben ona. neyse dedim ve açtım. ama ses yok dinliyorum. 7 gün içinde kesin ölcem artık kabullenmişim... karşıda sınıf arkadaşımız derya. "bilgeeeeeeeeeee birinci oldukkkkk birinciiiiiiiiiiiii" diye bağırıyor. nerde birinci olduk? birinci ben mi gitcem öte tarafa. tek gitmem valla banane.
"allah belanı versin, ne arıyosun ödümüzü kopardın" falan dedim ama onun anlayacağı yoktu. yani saatin bir vaktinde ona halka, 7 gün, ölcem falan dedim ama umrumda değildi. kapattık telefonu açtım trt-1'i. bir anda evin havası değişti, ama ne kadar tırstığımızı bir ben bilirim bir de allah...
böyle işte... cumartesi günü de yine izledim oturup. hiç beğenmediğim, zap yapıp geçtiğim şarkı (norveç) birinci oldu, en sevdiğim (moldova) ise ilk 10'a bile giremedi. benim eurovizyondan yana ne bir şansım ne de tahmin yeteneğim var ben bunu anladım... ya da gerçekten çok kötüler kazanıyor ne bileyim...
yukarıya aslında moldova'nın videosunu koyacaktım ama Türkan Saylan'ın öldüğü gün oynak bir şeyler dinlemek istemedim. o yüzden de bugüne kadarki yarışmalarda en beğendiğim birincilerden birini yerleştiriverdim. karadağ'dan lane moje adlı şarkı... iyi dinlemeler...

Türkan Saylan'ı kaybettik...


Yazdım, sildim, yazdım sildim... Ne yazsam ne anlatsam yetmiyor onu anlatmaya... Ama en çok neyi merak ediyorum biliyor musunuz? "Turp gibiydi" başlığını atan Vakit gazetesinin yarınki manşetinin ne olacağını???
Nur içinde yat gittiğin her neresiyse.

16.5.09

Psikolojik domuz gribi de olunuyormuş! Valla!!!


Bugün işyerinde haberleri tararken gördüm. sonunda beklenen oldu ve domuz gribi türkiye'ye de girmiş. geç bile kaldı zaten. tabii kuş gribi çabuk girdi türkiyeye çünkü bizde tavuk, kuş, bıldırcın çok. ama domuz yok; o yüzden bir ay kadar gecikmesini doğal karşılamak lazım...

neyse abd'den amsterdam'a oradan da türkiye üzerinden ırak'a gidecekmiş amcam. tabii kendisi dışında uçakta olan yolcuların listesi alınmış, şimdi onlar aranıp bulunacak ve taramadan geçecek...

uçak, domuz gribi derken aklıma benim son dönüşüm gelişim geldi. milano üzerinden bindim uçağa. üçlü koltukta ortadayım. zaten uçağa çok geç kaldım; malpensa havaalanına giden ilk treni kaçırdım. gittiğimde check-in kapatılmıştı. 17.50 uçağımdı ben daha 17de alandaydım. ne koşturmaca.. neyse o yüzden koltuk seçme lüksüm olmadı. iki yanımda iki italyan amca. sağımdaki arkaya gitti uçak kalktıktan sonra biz kaldık yanımdakiyle. neyse neredensin ne iş yapıyorsundan sonra italyanın ünlü bir mimar olduğunu öğrendim. güzel güzel konuşurken mimar ya ben "aaaa ben kübadan geliyorum. çok güzel binalar var" diye söze başladım. açtım "mac"imi başladım resimleri göstermeye... uçak inerken hostes bir sağlık kağıdı dağıttı. işte son 10 gün içinde bulunduğunuz ülkeler diye bir yer vardı. o anda adamda şimşekler çaktı. "aaaaaaa (bu gerçekten uzun bir a oldu" siz kübadan geliyorsunuz, yoksa domuz gribi var mıdır? ateşiniz falan var mı?"...
başladım düşünmeye. yok canım ne alaka. gayet iyi hissediyorum kendimi. bir şarap içmişim, başladı mı psikolojik sıcak basmaya. tepedeki havalandırmayı açtım. diyorum ki isterseniz ben bir yana kayayım, hani grip falan bulaşmasın. ama italyan amcam nazik ya "yok yaa ne alakası" var diye ortalığı yatıştırmaya çalıştı. neyse ben yazdım kağıda "küba" diye verdim hostese... ama içim pır pır...

indik. bir baktım girişte bir cihaz. ateş ölçüyor. bende bir panik. tamam çoktan psikolojik grip oldum ama cihazın beni yakalamasından korkuyorum... bir geçişim var cihazın yanından sormayın. bizim italyan da "diğer pasaportlar" bölümüne yönelirken bir gözü cihazda. neyse geçtik ama ben bayağı bir terledim hani... böylece psikolojik hastalık kısmını da atlatıp kapıdan girdim!!! nasıl rahatladığımı bir ben bilirim...

yazının tavsiyesi: bu aralar uçakta alkol alıp vücut ısınızı arttırmayın ve terlemeyin::))

15.5.09

başka bir dünya olsa....

madem bu blog beni anlatacak o zaman yazayım... daha ay sonu bile gelmeden bankamda param kalmadı... kredi kartım bana bakıyor ben ona bakıyorum. yukarı-aşağı-sakal-bıyık olayı... içinden çıkılmaz su dünya. bu basın sektöründe üretenlere para yok cancağızım...
varsa hayal eden gazeteci olayım da para kazanayım diye, söyleyeyim baştan vazgeçsinler... mesleğimi çok seviyorum ama böyle olmaz artık!!! biri üreten, çalışan muhabirleri de düşünse keşke, biri düşünse...

Bir fırçam olsa ne resim yapardım acaba?




Birkaç hafta önce posta kutusuna bir mektup düştü... Ama bu e-posta değil; oturduğum apartmanın gerçek posta kutusuna... O kutuya artık faturalar dışında bir kağıdın düşmesi ne zor değil mi?

Çok uzak değildi geldiği yer; ama aramıza yıllardır giren "onulmaz-derin" uzaklıklar ne yazık ki ayrı düşürmüştü yüzlerimizi. Ama yüreklerimiz asla uzak değil birbirine. o benim hayattaki en güzel dostum, en iyi kalpli insanım, en aydın zihnim...

Mektup yine derin özlemler, hasretler, tavsiyeler, yol göstermeler, hüzünler, coşkularla doluydu. onların hepsi bana özel... diğer binlercesi gibi...
muhteşem yüreği dışında muhteşem de bir fırçası vardır kendisinin... tabloları bizim ailede her evin duvarlarını süslüyor. bana da bazılarının resimlerini çekip göndermiş. ben de sizinle paylaşmak istedim... birinin adı "nar"; diğerinin ise "istanbul güneşe tapıyor"... diğerinin adı yok... siz koyun::))

Şeker kamışı ve rom...








Bunlar da çektiğim 700 fotoğraftan dördü daha... aslında daha çok koyacağım ama gazetede çıkacak mı, hangileri çıkacak, neler yazacağım hala belli değil. haber bekliyorum... onu beklerken de birkaçını daha paylaşayım dedim. geri kalanları da flickr'a yükleyeceğim. Buraya ne yazik ki foto yüklenmiyor. çok sinir bir durum. blogspotu seviyorum ama slide show yapamama durumunu sevmiyorum.
neyse ilk üçü kübanın sokaklarından izlenimler.. sonuncusu ise şeker kamışından içecek çıkarma makinesi... tabii ki bu çok ilkeli. artık daha gelişmiş olanlarını kullanıyorlar ama gazeteciler için gösterdiler. bir tarafından kamış sokuluyor diğer tarafından çekiliyor. arada akan su da bidona dolduruluyor. biz de içine rom katıp içiyoruz. o kadar tatlı ki romla daha da güzel oluyor... tavsiye ederim::))

Uyusak uyusak tatil yapsak...

Günlerdir yoktum yine... Bu deniz aşırı yolculuklar beni gerçekten bitiriyor. Pazartesi geldim, sonra dedim ki gideyim işe özledim arkadaşlarımın "bazılarını" tabii ki; hepsini olamaz... Anlatayım Kübayı, yaşadıklarımı, gördüklerimi...
Döndüğümde buradaki haberler daha çoktu. Bir arkadaşımın hayatındaki en büyük aşkını yakaladığını öğrendim (bu biraz da benim sayemde oldu. onu zorla tangoya götürdüm ve orada tanıştılar. şimdi ayakları yerden kesiliyor. bu benim tangoda tanıştırdığım ikinci çift. ne mübarek kadınım yaa)...
dedim bir gittim geldim ne çok şey değişti. ama çarşamba günü çok kötüydüm uyanamadım falan. dün de izin yaptım. ayakta duramıyordum valla. neyse çamaşır, temizlik, tango derken gün bitti.
yurt dışına gitmek güzel de dönünce insan hala o günlerin etkisinde kalıyor. mesela deli gibi sabahtan akşama kadar salsa dinliyorum evde. birinin bana onları dinleyerek havana sokaklarında olmayacağımı söylemesi gerekiyor... "tatilden döndükten sonra 5 gün kendine gelemeyen insan" diye bir kavram yaratıp en büyük takipçisi ben olacağım!!!
zaten yaz geldi; hava bugün istanbulda 30 derece!!! Hırka, atkı derdi bitti. Gelsin sandaletler!!! Yaşasın!!!!
tatiller de geliyor demektir... tabii bu blogu takip eden öğretmenlere sesleniyorum: sizden nefret ediyorum. 3 ay izin yapıp keyif yapmanın acısını her gün içimde hissediyorum::))
hep izin yapmak istiyorum... ama hep ama hep ama hep!!!

12.5.09

Los Van Van


Alın size ben başka videolar yükleyene kadar küba müziği... oranın en ünlü gruplarından biri bu. los van van. ispanyolcada "v" harfi "b" diye okunuyor; yani bize göre ban ban diye... 

neyse, buyrun güzel salsa müziğine. yaa orada yemek servisi yapan garsonlar bile arada işlerini bırakıp dans ediyorlardı. elimde videoları var koycam::))

Viva Cuba! Viva revolucion!





Herkese Merhabaaaaaa...
Ya da hola diyerek havamı atmaya başlasam mı::)))
Bu gece geri döndüm Küba'dan ve döndüğüm gibi de bir şeyler karalamak istedim. var ya orada tek özlediğim (aile sevdiklerim dışında) bloğumdu... valla bende de bağımlılık yapmış anladım!
Ama orada internet yoktu o yüzden hiç giremedim. gerçekten yoktu. sadece bir iki yerde var o da benim bulunduğum yer değildi. zaten yarım saati 4 dolar ve inanılmaz yavaşmış. bir de kullandıkları internet değil "intranet"... tam olarak bilmiyorum farkını da zaten..

neyse, gece çok geç. yazacak çok çok çok şey, gösterecek çok çok çok fotoğraf var. arkadaşlar tam 725 fotoğraf çekmişim. onların hepsini flickr'a yükleyeceğim. Birkaçını buraya koyuyorum şimdilik...

Ama gitmeden önce şunu söyleyeyim. Küba gerçekten muhteşem bir ülke. insanları mutlu, çocukları eğlenceli, sabahtan akşama kadar rom içip dans eden bir halk işte. tabii ki her sistem gibi kübanın da çözmesi gereken birçok sorun var. ama giderek çirkinleşen bir dünyaya baktığımda küba bana o kadar duru, temiz, güzel ve arınmış geldi ki... belki de hiçbir şeyden haberi olmamaktır bunun anahtarı bilmiyorum. neyse, geç oldu. ama daha yazacak çok şey var. 

mojito, havana, puro, gene gelecek ben::)) 

öpüldünüzzzzzzz...

1.5.09

Yolcudur Bilge Bağlasan Durmaz!!!


Arkadaşlar... Bilge'ye yine yol gözüktü... Bu kez yine Batı'ya doğru saatlerce uçup Atlantik'i aşacağım. Ama bu kez ABD'ye değil Küba'ya gidiyorummmmmmm!!! Yaşasın::)))
Bir iş için 10 günlüğüne Küba'dayım. Mayısın ortalarında döneceğim.
Süperrrrr....
Bir sürü fotoğraf çekmeyi planlıyorum. Sokaklar, insanlar, renkler, samba, mojito!!! Tabii ki iş de var, söyleşiler falan... Ama orası muhteşem Küba... Yani binlerce yapılacak şey var...
Anlayacağınız keyfim süper. Yolculuk yarın İtalya üzerinden.

Oradayken elimden geldiğince buraya yazılar yazmak istiyorum. Bakalım bir ayak basalım da dünyanın en güzel adasına sonrası gelir::)))))

Son 32 yılın sorusunu bugün sordular: 1 Mayıs 77'de buradan ateş edenler bulunsun!!!


Yer: Marmara Etap Oteli...
Eylem bugün yapıldı... Eylemi yapanlar Genç Siviller...

Şems'in 40 Kuralı

12-Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur...

Şems'in 40 Kuralı'nın yeri değiştirildi!!!

arkadaşlar... düşündüm taşındım, elif şafak'ın kitabında yer verdiği Tebrizli Şems'in kurallarını buraya yazmaya karar verdim. Bunun iki nedeni var.. biri sizin de yorum yazmanıza olanak vermek için. çünkü orada köşede kalınca güzel de olsa okunup geçiliyor. oysa ki ben üzerinde düşünülmesini, tartışılmasını tercih ederim.. diğer neden de eskilerin kaybolması. ben arşiv gibi birikmesini istiyorum; isteyenler bulabilsin diye... ne dersiniz?

bu nedenle artık aralıklarla buraya yazacağım...

Bugün 1 Mayıs neşe doluyor tüm halkımız!!!:))




Bugün 1 Mayıs... Herkes evlerinde mışıl mışıl uyurken, ben işyerindeyim... Bizim meslek böyle, 8 yıldır tek bir tatil gününde izin yapmamışımdır. ama ben de dünyayı geziyorum işte, her mesleğin iyi kötü yanları var. bir de bize zaten mesai veriyorlar bayramlarda, o yüzden genelde insanlar çalışmayı tercih ediyor. ama genelde toplantılar geç olur, geç geliriz...
Bu "geç geliriz" cümlesi çok çok önemli. Anlatıyorum; dediler ya yollar kapanacak asla beşiktaş taksime gelemeyeceksiniz diye. bugün sabahın bir körü işyerine damladım. dedim belki yollar falan kapanır gideyim diye; 7de burdaydım. nasıl ama? gazeteleri okudum, çay içtim. açtım bloğu yazayım dedim...
Madem mesai başlamasına çok var, ve gündem 1 Mayıs biraz anlatalım tarihi... 1 Mayıs'ın başlangıcı aslında ABD'de biliyor musunuz? Şu andaki kapitalizmin merkezinde. İşçiler 8 saat çalışma hakkı için greve gittiler 1886 yılında. Ancak polis kalabalığa ateş açınca dört işçi yaşamını yitirdi. Tüm bu olaylar 1 Mayıs'ta gerçekleşti. 4 Mayıs'taysa sokaklar çok daha kalabalıktı. Sonunda her yıl o ölen işçileri anmak için dünyanın dört bir tarafındaki işçiler yürümeye başladı.
Sonra Türkiye'de de Osmanlı zamanında bir süre kutlanmış biliyor musunuz? Ancak ardından tamamen yasak konmuş. Yıllar sonra da dünyanın en büyük 1 Mayıs katliamı yaşandı bu topraklarda 1977'de.
Böyle işte. ardından da birileri çıktı, köprüleri, vapurları, otobüsleri durdurdu, yolları felç etti... sular püskürttü, acımadan vurdu. bakalım bugünkü sahneler ne olacak!!! bekliyoruz...
Ben yine de her şeye rağmen tüm çalışanların işçi ve emek bayramını kutlarım. bir gün emeğimizi aldığımız günleri de görürüz inşallah!!!::))

(Not: yukarıdaki ilk foto Taksim meydanından. İkincisi, Chicago'da 1 Mayıs'ın yaşandığı gün yerel gazetenin birinci sayfası...)