19.4.10

Bu koltuk kime ait sizce?


İzlanda'dayken bir ofisi ziyaret ettim. Orada öylesine tek başına bir koridorun dibinde, önünde iki sade sandalye bulunan bir koltuğa rastladım. İzlandalı gazeteci arkadaşım Björgvin'e "burada kim oturuyor" diye sorduğumda yanıtına inanamadım. Sizce hangi üst düzey koltuğa aittir bu? 

18.4.10

Eyjafjallajokull'un intikamı

Komik bir dünyada yaşıyoruz. Yani süper teknolojiler var, insanlar süper sonik uçaklar yapıyor; ingiltereden avustralyaya 5 saatte uçulacağı söyleniyor, cep telefonları, internet, uydular, uluslararası uzay istasyonu var mesela bilinmeyen derinliğin bir yerlerinde. yani insanoğlu düşünüyor düşünüyor, tasarlıyor, yaratıyor ve geri kalanların hizmetine sunuyor. niçin? dünyayı daha hızlı yaşayabilmek için... hızla, zaman kaybetmeden. hemen. neden çünkü artık zaman para demek. daha çok zamanınız varsa daha çok kazanırsınız. aşklar, işler, yolculuklar hep hızlı. hazmetmeden, çabuk unutularak yaşanılan hayatlar... 
peki yaradanın yarattığı, ya da her nasıl oluşmuşsa doğa bu hızı seviyor mu hiç sordunuz mu? onun milyarlarca yıldır kurduğu düzeni daha çok bilmem ne için değiştirmeye çalıştığınızda doğanın neler hissettiğini hiç sordunuz mu? İnsanın dünyayı kendine göre ayarlamasına sinirleniyor bence artık doğa. bıktı çünkü insanın açgözlülüğünden ve işte püskürtüverdi küllerini dünyanın; insanlığın; daha çok için her şeyi yapmak isteyenlerin üzerine. ne oldu peki? dünya yavaşlaştı. gerçek hızına ulaştı değil mi? herkes bekliyor. havaalanlarında ağır ağır. bir yere gitmeden, zamanı yaya yaya. dün okudum almanya savunma bakanı afganistandan hava sahası kapalı olduğu için istanbula inmiş ve buradan da arabasıyla almanyaya gidecekmiş. aklıma 14, 15 ya da ne bileyim arabanın keşfedilmediği yıllar geldi. o zamanlarda at arabalarıyla yolculuk ediliyordu ya; eee imparatorluklar da kuruldu, halklar da yönetildi; tutkulu zamana yayılan uzun soluklu aşklar da yaşandı. yaşanmadı mı? hepsi yaşandı. 
şimdiyse dünya minicik bir ülke olan İzlanda'nın bir volkanik dağının intikamını aldıktan sonra dinlenmesi için dua ediyor. bence geriye oturun ve yavaş yaşanan dünyanın tadını çıkarın. daha çok okuyun, yanınızdakiyle daha derin sohbetler edin, daha çok müzik dinleyin, ama aslında daha çok kendinizi dinleyin...

hee bir de ekonomik kriz sırasında Ekim 2008'de İzlanda'ya gitmiştim 4 günlüğüne. krizin minicik bir ülkeyi nasıl mahvettiğini yerinde görmek için. İşte o minik ülke bir kez daha dünyayı ayağa kaldırdı. madem bol bol vaktiniz var buyrun bugün küller altındaki olan ancak aslında muhteşem temiz bir havaya ve bir o kadar sıcakkanlı insanlara sahip İzlanda resimlerine bakmaya... 

Minik İzlanda adasının belediye binasındaki maketi. Başkenti solda, patlayan yanardağ ise kuzeyde. 
Ne güzel bina değil mi? Minik gölün arkasındaki binalara hayran kalmıştım orada. 
İzlanda'nın en büyük geliri balıkçılıktan geliyor. Burası da en büyük liman. 




Bu iki kız da gazetemiz tarafından birinci sayfaya konulmuşlardı. Döndüğümde herkes ikisini konuşuyordu. Benim de Başbakanla resmimi koymuşlardı, ama bunların onda biri büyüklükte:)) 
Burası da başkent Rejkavik'in en ünlü alışveriş caddesi
Gençlerle çok eğlenmiştim. Üniversiteden çıktıktan sonra ekonomik kriz konuşuyorduk, bir anda poz vermeye başladılar. Sonra hepsine resimlerini göndermiştim. 
Bu da ben... Güneşe bakmayın; sıfırın altında donmuştum. 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------


14.4.10

Lyon... Fransa'nın küçük ama şirin kenti...



Lyon, Fransa’nın orta-güney bölgesinde minik bir kent. Kardeşime göre burada çok fazla göçmen-yabancı yokmuş. Genelde yabancılar oraya okumak için giden öğrencilerden oluşuyor. Etrafa baktığımda incecik ama gerçekten ileri yaşta bile olsalar en fazla 40 beden kadınlar ve erkekler gördüm. Hepsi mi incecik olur yaa... Fransızlar zayıf derlerdi de inanmazdım. İnce uzun insanlar.

Dümdüz bir kent Lyon. Yürü yürü dur. Belki de zayıf olmalarının en büyük nedeni budur dedik kendi kendimize. Lyon’da en güzel ne yapılır? Rhone nehri çevresinde yürünebilirsiniz, ayışığının keyfini çıkarabilirsiniz. Eski Lyon anlamına gelen “Vieux Lyon”da gezinebilirsiniz. Daracık sokaklarda, Arnavut kaldırımları üzerinde adımlarınızı yavaşlatıp taş evlere hayran kalabilirsiniz. Aslında bizim Tarlabaşı’ndaki evlere o kadar benziyorlar ki. Binaların büyük bir kısmı 1800’lerden kalma, oymalı girişlere sahip, balkonsuzlar. Ancak içinde yürümek bile insanı korkutan Tarlabaşı’ndan çok daha bakımlı, gösterişli ve güvenli bir bölge burası. Binaların altına lokantalar açmışlar. Genelde “menu” usulü çalışıyorlar. Bir başlangıç, ana yemek ve tatlı, 12-25 euro arası. İsterseniz kafanıza göre takılıp da karnınızı doyurabilirsiniz menüden ayrı olarak.

Lyon’un ana caddesi Victor Hugo denilen yer. Sokağa çıkan Belle Cour denilen büyük bir park var. Tipik Avrupa kenti; bisiklete binenler, paten kayanlar, çocuklarını gezdirenler. Biz gittiğimizde paskalya tatili başlamıştı ve sokaklar tıklım tıklımdı. Funikülere binerek kentin tek yüksek noktasındaki kiliseyi de ziyaret edebilirsiniz. Bir de cumartesi günleri ile pazar 12’ye kadar açık olan halk pazarına da uğramadan dönmeyin. Nehrin hemen kenarına kuruluyor. Birbirinden güzel peynirler ve deniz ürünleri var. Oradan alıp arkasındaki kafelerde yiyebilirsiniz. Bu arada pazar günleri neredeyse bütün mağazalar, marketler kapalı. O yüzden ne alacaksanız mutlaka cumartesinden halledin. Biz kardeşimin yurdunda pazar akşamı yemek yapalım dedik de hiçbir malzememiz olmadığı için vazgeçmek zorunda kaldık. Yemeklerin büyük bir kısmında domuz eti var; yemeyenler için söyleyelim “poulet” tavuk; “bouef” (sanırım böyle yazılıyordu) ise dana eti anlamına geliyor. Hani bilgeden söylemesi. Hee bir de unutmadan haşlanmış midye var; bizim midye dolmanın içinde pirinç olmayanından en az 40 tane alıyor, bir tencerenin içine atıyor, sosla kaynatıp getiriyorlar. Tencereden de açıp açıp yiyorsunuz. Çok merak ettim nasıl bir tadı olduğunu ama işte bir onu yapamadan dönüyorum... Geri dönecek bir nedenim kaldı sonundaJ...

Lyon gerçekten güzel bir kent. Birbirinden güzel ve düzenli binalar, kalburüstü insanların yaşadığı sokaklar, geniş meydanlar, temiz hava ve lezzetli Fransız şaraplarıyla süslü bir kent işte. Paris’in karma karışık dünyasından çok farklı, sessiz, keyifli bir kent. Bilge tavsiye eder de eder...

 

Geri geldim küllerimden doğdum yeniden:))


Biliyorum bayağı uzun bir süredir yazmıyorum. Aslında Bağdat’tan o kadar çok yazdım ki bir süre içimden bilgisayarı bile açmak gelmedi. Sonra yurt dışından bir arkadaşım blog’umun hacklendiğini söyledi. Blog’a girildiğinde otomatik olarak başka bir siteye yönlendiriyormuş. Onu düzeltmek için o kadar çok girdim, blog yöneticileriyle emailleştim, düzelip düzelmediğiyle o kadar kafa yordum ki bir süre girmek bile gelmedi içimden. Ama sonra baktım tıklar hep var; azalsa da hiç son bulmuyor. Sonra mail atanlar var; sonra yorum yapanlar... eee neredeyse bir ay oldu; karalamak lazım geldi. Bir de bir sürü yazı birikti; bir sürü yolculuk geçti; bir sürü anı doldu.... eee bilge duramaz yazar yazar yazar...
Şu anda neredeyim biliyor musunuz? Paris’te Charles De Gaulle havaalanında Barcelona’ya gidecek olan uçağımı bekliyorum. Solumda iki Arap bir memleketten gelen iki Fransız var. Arada fransızca ve arapça konuşmalarından belli sanırım. Etraf yine dünyanın her tarafında olduğu gibi çekik gözlülerle dolu. Sanırım dünyanın turizm ihtiyacını japonlar ve çinliler dolduruyor. Hani onlar evde bir otursa her yer parasızlıktan kırılır bence. İtalyanlar Paris’ten aldıkları hediyeleri birbirlerine gösteriyorlar. Bağıra bağıra tabii ki... Eşcinsel bir çift de var. Birbirlerini bayağı seviyor gözüküyorlar.

Benim biraz ateşim var. Yüzüm yanıyor. Hasta mı olacağım acaba? Hayır... Barcelona’da hasta hasta gezmek istemiyorum. Niye mi gidiyorum İspanya’nın en güzel kentine? Aslında şuradan başlayayım. Erkek kardeşim Fransa’nın Lyon kentinde fransızca öğrenmekle meşgul. Annem, ben ve ablam onu ziyarete gittik. Böyle taksicilerler, kasadaki kadınlarla Fransızca konuşmasına hayran hayran baktık. Oradan da iki günlüğüne Paris’e gittik. Annem Eyfel Kulesi’ni görmeden Fransa’dan dönmem deyip durdu. Ama Eyfel’e gittiğimizde asansörü bulamadığımız için neredeyse 600 merdiveni yürüyerek çıktığında, sanırım biraz da olsa pişman oldu. Ama yine de onu tebrik ediyorum; iyi bir performans sergiledi. En tepeden Paris’e kuşbakışı baktığında gerçekten çok keyifliydi. İşte o ikisini ben otelde bıraktım, havaalanı otobüsüne bindim ve şu anda buradayım. Barcelona’da da Avrupa Birliği üzerine bir toplantı var. Ermenistan’a beni davet eden Tesev düzenliyor. Bayağı üst düzey bir katılım olacak sanırım. Üç günlüğüne de oradayım... Bir sonraki seyahatim ne zaman mı olacak? Onu bilmiyorum henüz ama bilge kalmaz-kalamaz-kalmayacak sanırım asla evinde bir ayın 30 günü... Olsun bilge yine de mutlu dünyayı görmekten, farklı insanlar tanımaktan, farklı diller konuşmaktan, farklı kentleri koklamaktan, farklı yemekleri tatmaktan, farklı hikayeleri hiç tanımadıklarına anlatmaktan... Uçağım kalkmak üzere. Şimdilik hoşçakalın... Uzak kaldığım için de özür dilerim. Bir daha olmayacak söz☺ (bu arada uçağı kaçırıyordum az kalsın yazıya dalarak. En son binen bendim!!!)

(Not: resim olarak da iki yıl önce barcelonada çektiğim bir fotoğrafı koydum. dünyanın gerçekten en güzel kentlerinden biridir kendisi!!!)

9.3.10

Biraz tatli biraz da ciger almaz miydiniz?




Hayatimda ilk kez bir arap ulkesinde ac kaldim. nerde kahire, ammandaki lokantalar. beyrut yemekleri...

burada gercekten et disinda yiyecek bir sey yok. bir de balik varmis dicleden cikan onu da bu aksam tadicam. ama etleri cok cok yagli. uzerine iki soda ic anca hazmedebiliyorsun.. bir de canim yaa cok pisler.. ozur dilerim ama yemin ederim bunlari gorunce butun istahim kacti.. annemin yemeklerini ozledim gercekten...

resimlerden ilki gordugunuz uzre ciger... ordan kesip kizartiyorlar. digeri de (bu arada internet kafede iki saattir diksin diksinli vur kir savas oyunu oynayip beynimi yememe neden olan adam simdi arapca sarki soyleip gobek atiyor. bu ne celiski yaa.. bu arada burada herkes o savas oyununu oynuyor) ne diyodum, digeri de ici peynirli bir helva...

12 Imam'dan ikisi burada yatiyor. Imam Kazim Turbesi, Siilerin diyari





Tam 4 aramadan sonra binbir guclukle Imam Kazim turbesinin avlusuna girdik. Ortadaki carsi benzeri yerde surekli kuran okluyan bir makine var. acayip kalabalik vardi. ozellikle secimler bitti ve tatik de sona erdi diye herkes turbeye gitmis. Buraya iran'dan cok fazla turist geliyormus. Siiler icin cok onemli 12 imamdan ikisi burada yatiyor. Biri imam Kazim, digerinin adini hatirlamiyorum...tek carsafli olmayan bendim.. gercekten...

Yagmalanan Irak Muzesi'nden birkac kare


















Irak Muzesi'nde en eski tas devrinden kalma eserler var. ayrica osmanli donemi, sumerler, asurlularin tarihi yahtiyor burada. ama muze savasin ilk basladigindan inanilmaz bir yagmalamaya maruz kaldi. amerikan isgal askerleri muzenin yerini ve onemini bile bilmiyordu ku yagmayi durdurabilsin. 40 bine yakin eser hala yurtdisinda birilerinin ellerinde yatiyor...

ben de bugun muzeye gittim ve buraya birkac fotograf ekliyorum. ilki ulkenin kuzeyinde kurulan Nemrut kentinden getirilen eserler. ikincisi asur kralligini koruyan aslanlar. aslanin agzindan giren ruzgr kulagindan cikarken ugultulu ve kukremeye benzeyen bir ses cikarirmis. bu sesin de kotu ruhlari ittigine inanilirmis. ucuncusu bu topraklardaki tarihin noktalari, digeri bir heykelin muhtesem ayak detayi. digeri 5 bacakli, insan basli at. bas insan aklini, govde ise gucu temsil ediyor. arkasinda ise onu koruyan melegi... sonuncusu da yagmada kirilan bir eserle ilgili resim...

Beser ariyorsan Doguya gideceksin habibi


Bagdat'ta artik bir haftam gecti... bir hafta boyunca onlarca insanla konustum, hikayelerini dinledim, her gun en az 50 tane kontrol noktasindan gectim, bulut alemdar (bizim polatin iraktaki adi) esprisine maruz kaldim, safevi turkiye (tukiyeden gazeteciler) cumlesini duydum ve ibrahim tatlisesin butun sarkilarini ezberledim... bizim turkmen mihmandara (adi Amer kendisinin) artik ibo yetti dedigimde "sibel can ister misin?" cumlesiyle beni yikmasi son noktaydi...

yoruldum... yemin ederim turkiyeye laf edenleri sadece bir hafta arap ulkelerine gonderecegim... yavas yavasin, gec kalmanin, 1 saniyenin aslinda 35 dakka anlamina gelebilecegini (bugun irak muzesinde mudurle gorusmek icin beklerken yardimcisi sadece 1 saniye sonra musait olabilecegini soyledi de) ogrenirler. bizim rehberi tam 3 saat bekledikten sonra "hazirim gelin" dediginde daha bi yarim saat otomoblini yikadigini (arabada tabii ki bangir bangir ibo caliyor kuskusuz) gorunce oturdum ve o andan zevk almaya calistim. soyleyecek daha ne var ki... araplar, yavas insanlar... gerci omrunun yarisini kontrol noktalarinda bekleyerek diger yarisini da bomba beni vurur mu acaba diye korkarak gecirince insan hayati belki de daha az onemsemeye basliyor. daha yavasa aliyor: yani bizim asla yapamadigimiz yapiyor ve vitesi geriye takiyor biraz. ama bu sadece irakta degil ki, misirda urdunde filistinde hep boyleydi. yaa urdunde kralicenin soforu bile beni almaya yarim saat gec geldi ne diyeyim ki...

yine de biraz insan (ya da arapcasiyla beser-ogrencem bu dili) ariyorsa bu dunda doguya getmeli bence. dun Sadr kentindeydik. hicbir gazetecinin kolay kolay giremedigi, irak polisinin ancak 6 ay once tam onetimine aldgig, Sii milislerin kalesi Sadr kentinde. bombayla darmaduman olmus bi binanin altinda calisan adamla konusmaya basladik. sadece iki saniye sonra caylar geliverdi. yurektenler, canlar... bizim gibiler.. ozler site.

evet agir adamlar, tam rahatlar ama ben yine de seviyorum arap ulkelerini. kurallarini esnetebilmelerini (avrupadan en buyuk fark bu), bir selamin her seye deger oldugu bu dunyayi seviyorum. bir gun insallah (bu insallah burda cok mesher, bi sey istediginizde once insallah geliyor sonra yapiliyor tabii bi saat sonra) buralarda bir yerlerde muhabirlik yapabilirim birkac yilligina. Amer gel bagdatta kal diyor ama ben beyrut ya da kudusu istiyorum. bakalim bilgenin yolu bir daha nereye duser... simdilik bu kadart. yarin turkiyede gorusuruz... fotolarla sizi basbaba birakiyorum...

7.3.10

Surunen aci ceken gazeteciler ve Irakli siyasilere etten duvar


Basbakan Maliki Yesil bolgedeki el resit otelinde oy verdi. bu yesil bolge acayip bir yer... sanki bambaska bir dunya. bagdatin tam ortasinda aslinda. oyl uzak degil. ama inanilmaz korunuyor. bin tane aramadan gecip kopekler sizi koklayip oyle giriyorsuzun. bircok elcilik, hukumet binasi yesil bolgede... orada oy veren basbakanin ne diyecegini anlamak icin de gazeteciler birbirini ezdi..
diger foto da basbakan yardimcisi tarik el hasimi icin cekilen etten duvar... adam gozukmuyor bile... bagdatta her yer duvar!

Aramalar hep surdu ama sokaklar bombostu!


Salihiye bolgesinden iki goruntu... sanki secim degil di mi... nerde bizdeki secimler... burada herkes gercekten korkuyor. oy verip vine geri kaciyor.. yazik yaaa...

Sokaga cikma yasagi aktinda Bagdatta gece...


Yasak yuzunden erkenden yemek yiyip odalarimiza cekildik.. sabah da 6ya ceyrek kala kalktim.. ayakta uyuyorum gercekten... gerci herkes erkenciydi. secim burosuna gittigimde butun gazetecilerin coktan orda oldugunu gordum. valla yazik bize yaaa...

AFP ajansinda resmimi koymuslar!!!


Fransiz haber ajansi benim resmimi sistemi gecmis.. resim bu sabah cekildi, biz bir okulda oy verenlerle konsmaya giderken. tum dunyada cantasi aranan kadin olarak taninacagim.. aman tanrim!!!


Bu da foto alti: An Iraqi soldier searches a woman's purse at the entrance to a polling centre in central Baghdad on March 7, 2010. Iraqis started voting in their war-shattered nation's second parliamentary election since the US-led overthrow of dictator Saddam Hussein, as mortars and bombs rocked Baghdad. AFP PHOTO/JOSEPH EID


(tercumesi: Irakli bir asker Bagdat'ta bir secim merkezinde bir kadinin cantasini ariyor)

6.3.10

Otele kapandik!!

bu aksam saat 10dan itibaren sokaga cikma yasagi basliyor. ben butun haberlerimi sabahtan gondermistim zaten. rehberimiz evine gitti. tek basimiza cikmamiz mumkun degil. hele de hava kararainca asla... sokaga cikmamak en iyi secenek bu aksam icin. her an bir patlama olabilir deniyor.

biz de kaldigimiz oteldeki gazetecilerle internet kafeye tikildik kaldik. herkes nette geziniyor haberlere bakiyor. gelen giden tipler hep ayni... ispanyollar, amerikalilar, fransizlar... yarin sabah erken is basliyor... sandiklara gidip oylamayi cekecegiz.. hadi bakalim...

Savasan cocuklarin oyuncaklari da silah oluyor...


Kerrada Caddesinden bir goruntu... kadinlar oyle baslrini bizdeki gibi sikmabas yok. sadece kollar kapali olsun' dar giysiler olmasin yeter... urdun ve misirdan cok daha rahat kadinlar burada bence. ama tabii ki bunu sadece son birkac yildir boyle. dinciler gucunu yitirdikce kadinlar da ozgurlesiyor iste. darisi bizim basimiza...