4.2.12

Tunus'ta 65 dinardan 12 dinara pazarlık!

Size Tunus'ta yarım günlüğüne çektiğim fotoğraflardan bazılarını gönderiyorum. Çok değil ancak hiç yoktan iyidir. Dün sabah bütün gün toplantı vardı, öğlen 1de ancak bitti. Sonra da ben kendimi taksiyle şehir merkezine attım. Bir de dolaşırken sağanak bastırdı. Allahım dedim bu ne şans. Neyse bir dönerciye kendimi zor attım. Sonra da ilk resimde bulunan Sidi bou said denilen bölgeye gittim. Buradaki çok sayıda satıcı kış olduğu için kapatmış durumda. Çok güzel el yapımı bir tabak beğendim. Üzerinde turuncu camlar var... Adam 65 dinar dedi, 12 dinara aldım! Ben böyle pazarlığın gözünü yiyeyim:)) Eminim çok daha ucuzdur ama ben 10 dinara inemediğimle kaldım...
Buyrun seyretmeye o zaman...
Evleriyle ve sokaklarıyla ünlü Sidi bou said. Tabii artık turistik bir yer haline gelmiş.
Medine Çarşısı'nın girişi. Aynı bizim Kapalıçarşı içi. Ancak avlusu gerçekten çok güzel.
Bu da çarşıya giren Fransız kapısı.
Sokakta gördüğüm bir şekerleme. Bizim bildiğimiz fıstığı şekerle kaynatıp sanırım sonra kurutuyorlar.
Bu da tarihi St. Vincent Katedrali. Meydanın tam ortasında duruyor. Önünde ise hala çatışmaları hatırlatar tanklar, askerler ve dikenli teller...
Bu binayı yolda giderken gördüm. Sanırım opera ve tiyatro binası. Bizim AKM restore edilecekti değil mi? Tunus'takine baksanıza!
Burada da Türk lokantası var. Aslında niye var ki, zaten her yer kebap ve dönerci dolu.
Başkent Tunus'un ana caddesinde eski dönemlerden kalma bir bina.
Tunus'ta hükümetin düştüğü ve Yasemin Devrimi adı verilen "devrimin" gerçekleştiği 17 Ocak Meydanı. Tam arkasında da dev bir saat kulesi duruyor. 17 Ocak'ta iktidarda 23 yıl kalmış olan eski devlet başkanı Zeynel Abidin Bin Ali ülkeden kaçtı.

2.2.12

-1'den +18 dereceye


Tunus'tayım... Afrika'nın kuzeyinde, bir yıl önce iç savaşla zor günler yaşayan Tunus'ta...Zaten gelmemizin amacı da burada artık yok olmakla yüzyüze olan turizmi tekrar kalkındırmaya yardımcı olmak. Tunus hükümeti, yarınkı toplantı için dünyanın dört bir tarafından gazeteciler çağırdı. Yarın yeni devlet başkanı dahil birçok bakanın katılacağı bir toplantı olacak. Ancak öncesinde kenti gezdireceklermiş. Burasının gerçekten çok güzel olduğunu söylüyorlar. Artık birkaç günde ne görebilirsem kardır. Havalimanından koşturup otele geldim ve hiçbir resim çekemedim. Havalimanından gördüğüm yemyeşil bir kent başkent Tunus. Yine de hiçbir şey göründüğü gibi olmaz ki. Hee bir de komik bir şey. En kaba anlaşılmaz Arapçayı Iraklılar konuşuyor. En güzelini Mısırlılar. Fransız aksanıyla Arapça konuşanlar ise Tunuslular sanırım. Her iki kelimelerinden biri Fransızca oluyor:))

Neyse, Yarın size daha detaylı yazacağım. Artık uyuma vakti. Bütün gün hayli yoruldum... (Hee bu arada evet başlık doğru, burası gündüz tam 18 dereceydi. Akşamları 8'e kadar iniyor. Yine de kemiklerim bir nebze ısınmadı değil)...:)) (Son bir not, fotoğraflar gelene kadar haritayla idare eder misiniz? En azından ne kadar uzakta olduğumu bilirsiniz:))

Havaalanında beklemedeyim


Uçuşların çoğu iptal ama son durum iyi gözüküyor... hadi bakalım

1.2.12

Kar dursun ben de kıta değiştirebileyim

Yarın yolculuk var... Bilge yine yollarda... Umarım kar durur, uçaklar kalkar ben de bir başka kıtadan size yazarım... Yoksa havaalanında kahvaltımı eder, gazetelerimi okur geri ofis başına gelirim... Bakacağız artık, sabah ola hayrola:))

16 BİN- NİCE NİCE BİNLERE


Bloğu yazmaya başlayalı 2 yılı geçti. Arada birkaç kez mola verdim birkaç aylığına... Bir ara tıklayanların sayılarını merak etmeye başladım. Tamam yazıyorum ama kaç kişi okuyor diye... Nazar değmesin diye söylemeyeceğim ama yüzlerce kişi giriyor her gün. Bu benim için çok güzel bir sayı... Bir sürü işi olan insanların 5 dakikalarını bile ayırmaları beni mutlu eder. Bu sabah da baktım ki sayı tam 16 bine varmış. Herkese teşekkür ediyorum... Siz vaktinizi ayırdıkça ben de paylaşmaya devam edeceğim... Nice 16 binlere...

31.1.12

Çekilmez İstanbul'da biraz romantik takılsak çok mu?-1


An itibariyle Çukurcuma... Bu fotoğraflara ilişkin demlerim aşağıdadır, buyrunuz neden romantik takıldığımızı okuyunuz lütfen. Herkese mutlu akşamlar dilerim..:))

Çekilmez İstanbul'da biraz romantik takılsak çok mu?

Eve gelirken böyle değildi hava. Daha sakindi. Yemeğimi yedim. ardından önce Sevag'ın o mağrur, alçakgönüllü, acılı ama dimdik ailesini izledim CNN Türk'te. Ani ve Garabet Balıkçı'yı. Sonra kapattım. Mutfağı topladım. Bir ara dışarıdan gelen seslere kulağımı kabarttım. Aman tanrım. O gelen sesler de Taktak Yokuşu'ndan kayanlar ve onların fotoğraflarını çekenlere aitti.
Dayanamadım, çıkardım önce videoya çekmeyi denedim. Sonra oturdum camın önüne, kaloriferin üzerine bir yastık, onun üzerine de ayaklarımı uzattım. Slovak bir arkadaşımın getirdiği içinde bir üzümün getirdiği ve artık içmezsem gerçekten fosillenecek olan viskiden bir parça doldurdum. Başladım yazmaya, çektiklerimi yüklemeye... Gariban blekberim ancak yukarıdaki kadar çekebildi. Yalnız flash'ta kar taneleri, gökyüzünde kayan yıldızlar gibi çıkmış. Çok eğlenceli. İki de fotoğraf ekliyorum. Güzel Çukurcuma'dan..
Karın yağışını izlemek insanda niye böyle keyifli bir hava bırakıyor bilmem ki. Mesela insanın sevgilisini arayıp duygusal nuktelerde bulunması, dostlarıyla içindekileri paylaşası geliyor...
Gerçi doğu illeride yaşayanlar biz İstanbullularla acayip dalga geçiyorlardır eminim. Onlar karla 5 ay yaşıyor, biz 5 günde kendimizi dünyanın en romantik insanı ilan ediyoruz.
Geçin dalganızı valla, hak ediyoruz. Hem de dibine kadar... Ne yapalım İstanbul, sizin oralardan farklı olarak sıkıcı, yorucu, insanı her gün 1 ay yaşlandıran, mutsuz eden bir kent. Ve gerçekten biz zavallılar kendimizi mutlu edecek minicik bir şey bulunca sımsıkı sarılıyoruz. Yoksa yemin ederim çekilmez bu İstanbul, haksız mıyım?

Etli ekşili acılı dolma, tepside kar keyfi ve bembeyaz İstanbul









Kar İstanbul'a çok yakışıyor değil mi? Yani biz karın beyazlığını 40 yılda bir gördüğümüz için acayip bir neşelenme durumu söz konusu. Bakakalırım giden karın ardından yani...
Ben de dün akşamımı evde camdan dışarıyı seyrederek ve de ekşili etli dolma yaparak geçirdim. İşe yakın olmanın güzel bir avantajıydı sanırı, buradakiler evlerine 4 saatte varırken benimkisi 40 dakikayı bile bulmadı:)) Biraz nispetten bir şey olmaz değil mi?
Boğazkesen'deki kasabımdan yağlı tek çekilmiş kıymamı aldım. arabamı kapalı otoparka sağsalim bıraktım. eve girdiğim gibi kendimi mutfağa attım. önce kuru patlıcanlar ve yapraklar suyla ateşe konuldu. sonra bulgur ile pirince sıcak su eklendi. soğanlar kıyıldı, nar ekşisi, kimyon, bol acı ekledkten sonra hepsini kıymayla birleştirdim. yoğurdum yoğurdum. bu arada cüneyt özdemir'in programında balıkçılar birbirine girmişti. çok komiklerdi.
neyse patlıcanların içini doldurdum. geri kalanları da yaprak sarmanın içine güzelce yerleştirip kapattım. düdüklünün dibine önce dolmaları, üzerine de yaprakları koyup ateşin üzerine koydum. Yanına da köy tarhanası kaynattım. Ayıptır söylemesi tarhana belki basit bir yemek, ama dolmam süper olmuş!!!
Sofraya tek otursam da yemek yapmanın benim için bir tutku, mutluluk, keyif olduğunu söylemeliyim. İnsan kendisi için de güzel şeyler yapabilmeli bence. Bunun keyfini sürmek ne güzel...
Neyse sonra dışardakilerin çığlıkları geldi. Çukurcuma'dan Cihangir'e çıkan dimdik bir yokuş var: Taktak Yokuşu. Orası tamamen kardan kapanmıştı. Çoluk çocuk bütün mahalleli de tepsiler, poşetlerle aşağı kayıyordu. Sonra baktım bizim Çukurcuma Caddesi de tamamen kapanmış. Taksiler bilmeden girince, geri çıkmak için epeyce uğraştılar. hayır düşseler antikacıların bahçesine düşecekler. Bir daha da çıkmaları neredeyse imkansız. İmdatlarına da çöpçüler yetişti. Şöyle bir görüntü: üç çöpçü bir taksinin ön kaportasına yapışmış, şoför geri vitese takmış. ağırlık yaparak geri geri çıkmaya çalışıyor. Tam 15 dakika sürdü çektiği pati. Ama yine de izlemek çok keyifliydi...
Sabah da robot gibi üst üste giyinip önce Tophane'ye ardından da Kabataş'a kadar yürüdüm. Öyle güzeldi ki manzaram. Sağ tarafımda nargilecilerin bembeyaz bahçesi, sonra iskele, solumda ise tarihi binalar... Beyoğlu'nda oturmak çok güzelmiş. Hele de kar yağınca tadına doyum olmuyor. Darısı şehir merkezinden teeeee uzaklarda yaşayanlara diyorum...

30.1.12

Dünyanın en cesur aileleri-LGBT ebeveynler bir arada!




Geçtiğimiz pazartesi günü kimilerine ilginç, kimilerine farklı, kimilerine çirkin, kimilerine ise önemli gelebilecek bir basın toplantısına gittim. Belki herkes gibi sıradan, ama aslında herkesten çok farklı hikayelere sahip anne ve babalar vardı. Onların çocukları eşcinsel, lezbiyen ve trans'tı. Hiç kimse bu yazıyı okurken "bana ne" veya "Nasılsa benim başıma gelmez" dememeli. Bu zaten birilerinin başına gelebilecek bir rahatsızlık değil, su içmek kadar hayatın doğal bir seyri işte.

Onların bir araya gelme nedenleri LISTAG adlı bir grup oluşturmaları. Hani bazı zamanlar olur da kendinizi yalnız hissedersiniz. ama bir gün yalnız olmadığınızı ve sizin gibi daha onlarcasının da olduğunu görürsünüz. İnsan paylaştıkça büyük ve güçlenir. 3 yıl önce işte bu nedenle bir araya geldi eşcinsel ve trans aileler. Kendilerine de LISTAG dediler.
Birinin oğlu trans'tı. "16 yaşında yanıma geldi ve artık kız olmak istediğini söyledi. Şaka yapıyor sandım. Bunun gerçek olmadığını, rahatsız olduğunu, tedavi edilmesi gerektiğini söyledim. Ama dinlemedi. Asla kabul etmedim. Camilere gidip adak adadım, kiliselerde mum yaktım. Gitmediğim bilmem yatır, türbe kalmadı. Tek istediğim oğlumun benimle kalmasıydı. Ama olmadı. Defalarca kendisiyle görüşen doktor en sonunda beni çağırdı ve dedi ki: oğlunuz bir trans. bunu değiştiremezsiniz. size en iyi tavsiyem onun yanında olun..." İşte bir anne böyle başladığı macerasında oğlunun yanında oldu. Önce onu okuldan aldı. Ardından ameliyat olmasına yardımcı oldu. Hormon tedavilerinin sonucunda artık bir kızı vardı onun. Pembe kimlik aldı, dışarıdan üniversiteye girdi. "Çok çektim ama güzel bir kızım oldu. Mutluyum" diye anlattı. ben de büyük bir merakla dinledim.

Bir başka çift ise oğullarının eşcinsel olduğunu öğrendikten sonra bunu tam 10 yıl boyunca aile içinde gizlemiş. Oğulları birçok eylemde en ön sırada yer alsa da kendileri hep kapalı kapılar ardında durmayı tercih etmiş. Ama aile dedikleri nedir; dağılmaması için ne yapılır? Önemli olan hep birbirine destek olmak değil midir? İşte bu nedenle artık oğullarının yanındalar. Bütün eylemlerde en öndeler. Başta sayıları bir elin parmaklarını geçmezken bugün bu sayı 150'ye ulaşmış durumda. Hem de sadece İstanbul değil, Sivastan, doğu illerinden de çocukları LGBT olan aileler dernekte daha fazla bilgi alıp çocuklarının yanında olmaya çalışıyor.

Gelelim geçen haftaki basın toplantısına. Bu aileler "bizi herkes anlasın" diyerek bir belgesel hazırlamaya karar verdi. Yönetmenliğini Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Can Candan yapıyor. "My Child" (Benim Çocuğum) isimli belgeselin çekimlerine başlandı. Aileler yaşadıklarını, açık yüreklilikle söyleyip tüm Türkiye'nin kendilerini anlamasını istiyor. Ancak filmin çekimleri için finansa ihtiyaçları var. İnternet sitelerinde bir adres ve hesap numarası var. Lütfen hepimiz büyük küçük destek verelim. email adresi: http://www.listagfilm.com/

27.1.12

Sevag Şahin Balıkçı davasında bomba iddia


Bu haberi duymuştum ve yazmayı bekliyordum... Benim için gerçekten çok önemliydi. 24 Nisan'dan bu yana Sevag Şahin Balıkçı'nın öldürülmesiyle ilgili davayı yakından takip ediyorum ve tarafsız haberler yapmaya çalışıyorum. Hem Sevag'ın ailesi hem de zanlının ailesiyle söyleşiler yaptım. Hatta katil zanlısı Kıvanç'ın ailesiyle görüşen tek gazeteciyim. Bence her iki tarafla da konuşmak çok önemli. Belki onlar bir canı kaybetmediler Balıkçı ailesi gibi, ancak hangi anne oğlunun eğer suçlu bulunursa katil olarak cezaevine gitmesini ister ki...
Ancak bir de ortada gerçekler var. Tanık ifadeleri var. Karakolda herhangi bir kamera olmadığı için olayı açığa çıkaracak tek kanıt tanıkların ifadeleri... Daha önce zanlının silahı doğrultup doğrultmadığını görmediğini belirten tanık Halil Ekşi ifade değiştirdi. Hatta kendisinin Kıvanç'ın ailesi tarafından yönlendirildiğini mahkemede çekinmeden anlattı. En önemlisi de silahı çevirip tetiğe bastığını söyledi.
Bu büyük bir olay. Tanık yönlendirmek, delilleri karatmaya çalışmak suçtur. Bunun ispatlanması halinde yeni soruşturma açılabilir. Sevag'ın ailesinin avukatı İsmail Cem Halavurt, zanlı Kıvanç Ağaoğlu'nun tutuklanmasını talep etti. Ancak en önemlisi davanın iki ay öne alınması. Bence bir askeri mahkemenin böyle bir karar alması çok önemli. Acaba gencecik Sevag, Ermeni olduğu için mi 24 Nisan'da öldürüldü? Pazartesi günkü duruşma bu açıdan çok önemli. Belki tutuklama gelmeyebilir - ki herkes serbest yargılanma hakkına sahiptir - ancak eğer tanık ifadeleri bu yönde değişirse sonuç bambaşka çıkabilir. Ne diyelim, ben gerçekler ortaya çıksın isterim. Benim tek görevim bu. Umarım yazdıklarım bir yerlere ulaşır...
Saygılar, sevgiler...
Haberin linki: http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/01/27/sevagin-olumundeki-sisi-dagitan-pismanlik

23.1.12

Köprüleri masaya yatırdık. Yazdık çizdik ve sonunda kapanmayacak. Bu da güzel haber


İki gün üst üste yaptığımız haberlerin ardından Ulaştırma Bakanı "artık kapatma olmayacak. kısıtlama gelecek" dedi. Bu da güzel bir şey, en azından çalışıp didinip yaptığımız haberler dikkate alındı. Zaten bir köprünün bir yıl kapatılması ne komik değil mi? Twitter'da birisi çok komik bir şey yazmıştı: "ben zaten köprüyü hiç açık görmedim ki"
e çok da haksız değil... allah kimseyi her gün o köprüden sabah akşam geçmek zorunda bırakmasın... bırakanlara da sabır versin. ne diyeyim... benden uzak Allah'a yakın olsun. Amin!:)

Cumartesi ve Nihat Bey...- Küpür

Cumartesi ve Nihat Bey...


Biz haftada 6 gün çalışıyoruz. ne yazık ki. "normal" insanlar yataklarında cumartesi keyfi yaparken biz yollara düşüp işe geliyoruz.
5 güne indirme çabalarımız sürecek sonuna kadar. ancak tek başına değirmenlere karşı koşunca olmuyor ne yazık ki. şimdilik böyle ama. bizim için dua edin...
yine de cumartesileri genelde biraz daha rahat olur. deli gibi iş olmaz... sakindir, gelecek haftanın haberleri toplanır, neler yapılır diye bakılır. okunmamış makaleler, kenara atılmış haberlere yeniden bakılır...
ben de öyle rahat bir cumartesiye başlayacaktım ki "köprülere bakım için bir yıl kapatma gelecek" haberimle ilgili telefon üzerine telefon gelmeye başladı. gerçekten insanlar sabah sabah gazete okuyup telefona sarılıyorlar. güzel bir şey bu:))
ben dünyadaki durumu incelemiş, ardından da bunu kaleme almıştım. sonra köprüyü yapan şirketin türkiye müdürü Çetin Gümüşoğlu ile konuştum. ilk haberin cumartesi günü sürmanşet, ikincisi de pazar nüshasında ikinci manşet oldu.
ardından masa telefonum çaldı ve "Bir misafiriniz var" dedi danışmadaki görevli. oysa ki kimseyi beklemiyordum. işlerimi bitirip aşağı indim. baktım ki yaşı başını almış eski İstanbul beyefendisi biri dosyayla oturuyor. İnsan böyle birini görünce olmayan ceketinin düğmelerini iliklemeye çalışıyor resmen. Hemen yanına gittim ve "vaktiniz varsa bir projemi sizinle paylaşmak istiyorum" dedi nazikçe. Hemen buyur ettim 7'inci kattaki masama. Başladı "ikiz köprü" projesini anlatmaya. Öyle dinç, öyle hayat dolu, öyle İstanbul aşığıydı ki... Haberi yazdım, bugünkü sabah gazetesinde geniş yer buldu. Ancak her şeyden öte 80 yaşındaki Prof. Dr. Nihat Güner'i tanıdığım için mutlu oldum. "Ne kadar genç gösteriyorsunuz" diye sorduğumda işaret parmağıyla başına vurdu ve dedi ki "Bunu çalıştırıyorum da ondan". Sakin bir sesle dedi ki: "Sen de çalıştır hiç durma. Bu durduğu gün ben de ölürüm."
Kendisine hayran kaldım. Bu sabah beni arayıp haber için teşekkür etti. Oysa ki ben ona kendisini tanıdığım için müteşekkirim. Bizim mesleğin en güzel yanı da böylesi güzel insanları tanıma ayrıcalığımız... Seviyorum ben bu işi bee.:))

Not: Fotoğraf Şuheda Aykut tarafından çekilmiştir.

22.1.12

"Abla Hrant Dink de ne?"

Gazeteler var, televizyonlar, internet...artık bir olayın yaşanmasının ardından gizli kalma olasılığı o kadar düşük ki...

peki gerçekten neler biliniyor. örneğin biz yazıyor çiziyoruz da aralarından hangileri okunuyor?paylaşılıyor?


Hrant Dink için yürürken öyle ilginç bir şey oldu ki anlatmazsam duramam... eylemin bir yerinde gazeteye dönmek zorunda kaldım. elmadağ'ın arasından dolapdereye inmek üzere köşede ben ve yanımdaki arkadaşlarımla beklemeye başladık. o anda hemen yolun köşesinde çocukları gördüm. hepsi tek sıra halinde demirlere tutunmuş eylemi uzaktan izliyorlardı. en önde de öğretmenleri vardı. belli ki kalabalıktan çekinmişlerdi.. tabii ki artık genlerime işlemiş merakla sordum:
- "niye orada bekliyorsunuz çocuklar?"
- "biz geziye geldik ama yürüyüşü görünce durduk."
- "e siz de katılsanıza"
- "öğretmenimiz izin vermez. hem çok kalabalık"
- " peki o zaman bekleyin" deyip gidiyordum ki o inanılmaz soru geldi...
- "ablaaaaaaaaaaaa"
- "efendim"
- "kalabalığı anladık da hrant dink neeeee?"
- ........................................

Durdum. öylece yaşları 9-10 arasında değişen çocuklar bana bu soruyu sordu. ben de hiç duymadınız mı diye sordum. "haaaaaaaayııııııır" dedi hepsi bir ağızdan! yani şimdi nasıl anlatacaktım? koskoca bir olayı mahkemeyi, cinayeti, ermeni sorununu çocuklara söyleyebilmek için hangi en basit cümleyi kuracaktım? "ermeni" desem hiç anlamayacaklarını düşündüm. attım ermeni'sini... kaldı geriye "gazeteci"liği.. "bir gazeteciydi. öldürüldü. biz de ona çok üzüldük" diyebildim. "hrant dink de ismi" diye ekleyiverdim.

"aaaaaaaaaa yazıkkk" dedi birkaçı. "yani hiç mi duymadınız bu ismi?" diye sorduğumda, "hayır" deyiverdiler...
hepsine baktım, resimlerini çektim ve taksiye binmeden dedim ki "söz verin öğretmeninize ve akşam eve gidince de annenize soracaksınız hrant dink kim diye, oldu mu?"
"sööööööööööözzzzzzzzzzzzzzzzz..."

umarım her biri sözünü yerine getirmiştir... ne demiş MFÖ: benim hâlâ umudum var....